ANKARA - Gazeteci Hüseyin Aykol, kaleme aldığı "Özgür Basın Tarihi” kitabının 3 bin yazarının olduğuna işaret ederek, "Kitap, çok büyük bir yürüyüşün dile getirilişidir” dedi. 

Gazeteci yazar Hüseyin Aykol’un "Özgür Basın Tarihi" adlı kitabı Aram Yayınevi’nden çıktı. Aykol’un Kürt basınının dünden bugüne geçirdiği aşamaları detaylarıyla anlattığı "Özgür Basın Tarihi" adlı kitabı tarihi belge niteliği de taşıyor. Aykol, sayısız kez kurumları kapatılan, sansürlenen, bombalanan, dağıtımcıları, muhabirleri ve yazarları öldürülen, birçok çalışanı cezaevine giren, sürgün yollarına düşen bir basın geleneğinin hikayesini yazdı.

Yüzlerce gazetecinin yetiştiği bu gelenekte 1990’lardan bu yana 50’den fazla gazete çıkarıldı. Her bir gazete kendinden önce kapatılan gazete yerine çıktı. Aykol ile kendisinin ve binlerce arkadaşının içinde yer aldığı hikâyeyi konuştuk. 

Aram Yayınevi'nden çıkan kitabınız, birçok kesim tarafından sanal medya platformlarında paylaşıldı. Kitap okunmadan bu kadar paylaşılması ve kitaptan övgü ile bahsedilmesini nasıl karşıladınız?

‘Hüseyin Aykol bir kitap yazmış’ diye değil bence. Kitabı paylaşanlar, Özgür Basının tarihini bilen insanlardır. Bunun bir kitap haline gelmesi, belgelenmesi anlamında bence sevinçle karşıladılar. Yoksa o kitapta yazılanları neredeyse satır satır bilenler var, yaşayanlar var. Yine o kitabı yazanlar var. O bakımdan ben ona şaşırmadım. Ama bundan sonra, kitabı sahiplenme anlamında, birbirimizle paylaşma anlamında ve hatta kitabı büyütme anlamında buna iletişime devam etmemiz lazım. Hep birlikte. 

Siz de kitabı, "Bu kitabı ben değil, üç bin gazeteci arkadaşım yazdı; hem de canları pahasına..." notu ile paylaştınız. Bir kitabın nasıl üç bin yazarı olur ve kimdir bu üç bin kişi?

Bu kitap, bir basın tarihi ve gerçekten çok büyük bir ‘roman’ adeta ve aynı zamanda çok büyük bir yürüyüşün dile getirilişi. Biz 1990’ların başında Özgür Basın’ı kurduk ve o günden bugüne 34 yılımız bitti.

Geçenlerde iki imzalı bir roman çıkmıştı. Ve heyecan da yaratmıştı; iki kişi nasıl yazar diye.  Bizim kitabımız ise üç bin yazarlı. Tabi ironik olarak böyle söylüyorum. Bu kitap, bir basın tarihi ve gerçekten çok büyük bir ‘roman’ adeta ve aynı zamanda çok büyük bir yürüyüşün dile getirilişi. Biz 1990’ların başında Özgür Basın’ı kurduk ve o günden bugüne 34 yılımız bitti. 3-4 aydır 35’inci yılımızdayız. 35 yıl önce biz Türkiye’de gazeteler çıkarmaya başladık. Sonra bunlar ajanslar oldu, televizyonlar oldu… Bu anlamda tam 35 yıldır hep birlikte yaptık. Birlikte teşkilatlandık, büyüttük. Bugüne kadar üç bin arkadaş ile çalıştık ve hâlâ da yüzlerce gazeteci arkadaşla birlikte çalışıyoruz. 

“Çıkardığımız her gazeteyi kapatmak için mevcut iktidar tüm düğmelere bastı; gazetelerinizi bombalamak da dahil olmak üzere. Elbette konomik baskı yöntemleri de kullanıldı” diyorsunuz. Ancak en akılda kalan durum ise bana göre Özgür Ülke Gazetesi’nin bombalanmasından sonra gazetenin yayınına hiç ara vermemeniz ve attığınız “Bu ateş sizi de yakar” manşeti, böylesi bir motivasyonunuzun kaynağı nedir, diye sormak istiyorum. Diğer bir sorum ise Özgür basın çalışanları hiç korkmuyor mu?

Haftalık gazete çıkartma yetersiz olunca, Özgür Gündem gazetesi ile günlük gazete çıkarmaya başladık. Bu anlamıyla aslında Kürtlerin ve birlikte mücadele ettiği halkların bir ortak mücadele alanı ve muazzam zorlu mücadelenin sesi olduk.

Biz, Halk Gerçeği gazetesi ile 1990 yılında başladık. Halk Gerçeği; altı ayrı siyasetin bir araya gelip Türkiye’de legal bir gazete çıkarmak şeklinde ilk adımdı. İyi de yankı yaptı. Ancak hemen engellendik. Hakkımızda davalar açıldı, gazetemiz kapatıldı. Biz yine açtık. Matbaalar korktular ve basmaktan çekindiler Ona rağmen devam ettik. Yeni Ülke’de tirajımız haftalık olarak 50 bine ulaştı. Ancak zorlanıyorduk. Sürekli davalar açılıyordu, matbaacılar basmaktan korkuyordu. Öyle ki bazı kelimeleri yazamıyorduk. Haftalık gazete çıkartma yetersiz olunca, Özgür Gündem gazetesi ile günlük gazete çıkarmaya başladık. Bu anlamıyla aslında Kürt halkına ve birlikte mücadele ettiği halkların bir ortak mücadele alanı ve muazzam zorlu mücadelenin sesi olduk. Söz konusu siyasi örgütlenmelerin bir araya geldiği yer olduk. Devlet, Kürtlerin kendi ulusal ve toplumsal kimlik mücadelesini engellemek adına, tüm bu gelişmeleri doğru şekilde haber veren gazeteler olarak bizi engellemek istedi. Davalar açıldı, kapatıldık. Bunun yetmediğini düşünen devlet, bu sefer gazete binalarımızı bombaladı.  Bunu da bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK)  kararı ile yaptılar. O gün gazetemizin merkez bürosu ile birlikte İstanbul ve Ankara büroları aynı anda bombalandı. 

Gazete binalarınızın bombalandığını, gördüğünüzde ne düşündünüz. Biraz o duyguyu aktarabilir misiniz?

Sabah işe gittiğimde orayı gördüm. Binanın halini gördüğümde; ‘Şimdiye arkadaşlarımızı öldürdüler, tutukladılar, gazetelerimizi yargı yolu ile kapattılar ama bizi durduramadılar. Ama galiba bu sefer başardılar’ dedim. Neyi başardılar?  Çünkü o binayı teşrif etmek için o kadar zorlanmıştık ki, o kadar kampanyalar yapmıştık ki… İşte Avrupa’da geceler düzenlemiş, oralardan paralar getirmiştik. Yine insanların bağış paraları ile ve çok büyük emeklerle o binayı o hale getirmiştik. O hali görünce dedim; ‘bu sefer galiba bizi durdurdular’. Yani bundan sonra hiç gazete çıkaramayız anlamında olmasa da; bunu tekrar yapmanın uzun bir zaman alacağını düşündüm. O moralsizlikle çalıştığım Hedef Dergisi’nin binasına gittim ve derginin kapağını “Özgür Ülke bombalandı” diye değiştirdim. 

O zamanlar cep telefonları olmadığı için arkadaşlarımıza ulaşmak öyle kolay değildi. Arkadaşlarımız dağılmıştı. İşte kimisi hastaneye kaldırılmış, kimisi gözaltına alınmış emniyete götürülmüştü. Ondan sonra devlet, işte dönemin hükümet sözcüsü ‘Kendileri bombalamışlardır’ diye saçma sapan açıklamalar yapıyordu. Ben, o gün Hedef dergisinde olduğu yerde çalışırken telefon çaldı. Arayan Gültan Kışanak’tı. Gültan Kışanak ‘Hocam ne yapıyorsun, neredesin’ diye sordu.  Ben de derginin manşetini değiştirdiğimi söyledim. Gültan ‘hemen çık ve şuraya gel gazete yapıyoruz’ dedi. Koşa koşa gittim tabi. Meğerse işte o gün pek çok sosyalist ve yurtsever dergi yayınını durdurmuş, tüm olanaklarını bizim için seferber etmişler.  Herkes bir yerden o günlerde yeni yeni çıkan bilgisayar falan getiriyor. Biz o gün hemen ertesi günün gazetesini yapıp, matbaaya gönderdik. 16 sayfalık gazete, 4 sayfa olarak yapılmıştı ama matbaaya ve oradan da dağıtıma yetişti. Ertesi gün bayilerde gazetemizi gördüğümde; gözyaşlarımı tutamadım. Dedim ki, “Evet biz bu işi asla bırakmayacağız ve bu işi sonuna kadar taşıyacağız”.  

Kürt halkı, Kurdistan halkları, ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşında mücadele verirken çok bedeller ödedi. Biz de bunun bir parçası olarak söz konusu bedellerin bir kısmını ödedik. 

Orada başka bir şey de yaşandı. Manşetimiz ‘Bu Ateş Sizi de Yakar’ şeklindeydi. Şunu demek istemiştik; evet biz bombalanıyoruz ama bizi hallederlerse, sıra size de gelecek. Biz gerçekten bir lokomotif gibi özgür medyanın önünü açtık. Daha öncesinde Kürt halkının mücadelesine dair haberler gazete ve televizyonlarda yer almıyordu ya da çarptırarak veriyorlardı. Yeniden o ortama dönmek isteyen iktidara karşı cevabımız biz devam edeceğiz şeklindeydi. Ancak manşetimiz bizim dışımızdaki demokratlara, devrimcileriydi. Nitekim bombalanmaya karşı nasıl tavır alınması gerektiğini yayınlarını durdurup, bütün imkanlarını bize sunan dergi çevreleri zaten göstermişlerdi. Ama gazetenin o tarihi manşetiyle devam etmesi üzerine çok büyük bir aydın, yazar çevresi daha katıldı bizlerle dayanışmaya. Ertesi gün gerçekten bütün namuslu, demokrat aydınlar gelinen noktayı anladılar ve Taksim’deki İstiklal Caddesi’nde gazetemizi sattılar. Bize her gün makaleler, dayanışma mesajları verdiler. Bu şekilde müthiş bir dayanışma ile Türkiye’nin herhalde o günlere kadar gördüğü en büyük dayanışmaydı. Ve en büyük algı açılmasıydı. Bu anlamda 35 yıldır gördüğümüz en büyük basın dayanışması ve birlikte mücadeleye devam etme dayanışmasıydı.  

Korkma işine gelince; sonuçta insanız. Hepimiz mutlaka korkuyoruz ama işte insan bir yerde olma sebebinin farkında ise bu durum aşılıyor. Yani siyasetten mi buradasınız, bir yaşam tarzı olarak mı… O korku geride kalıyor. Dediğim gibi bugüne kadar yaklaşık üç bin arkadaşla birlikte çalışmışız. Çalışanlardan korkarak, gidenleri pek hatırlamıyorum. Bizden ayrılan arkadaşlar ya başka yayın ve gazetelerde çalışmak üzere gittiler ya başka kurumlara gittiler. Kimileri belediye başkanı oldu, kimileri milletvekili. Ya da işte ‘Benden bu kadar’ deyip ayrıldılar. Özellikle ekonomik anlamda ayrılmak zorunda kalan arkadaşlar olmuştur. Çünkü bizde başından sonuna kadar gazetelerimiz bir geçim yeri olmadı. Gazetede çalışan arkadaşlarımız mutlaka ailelerinden yardım aldılar, işte bulundukları başka siyasetten yardım aldılar.  

Mesela özellikle Kurdistan’da katledilen gazeteci arkadaşlarımızın cenazelerine gittiğimizde; aileler ‘Niye oğlumuzu ya da kızımızı çalıştırdınız’ demediler. ‘Siz de çalışmasaydılar öldürülmeyeceklerdi’ diye bir tepki göstermediler. Sadece şunu söylüyorlardı; “Sizi nasıl daha iyi koruyabiliriz”. Şunu demek istiyorum; son 40 yılda Kürt halkı, Kurdistan halkları bir ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşında mücadele verirken çok bedeller ödedi. Biz de bunun bir parçası olarak söz konusu bedellerin bir kısmını ödedik. 

Tüm bu yaşananlar karşısında geri adım atmamanızın motivasyonu neydi?

Bizimle birlikte çalışan arkadaşların bir kısmı profesyonel gazeteci olarak geldiler. Ama ben en başında beri siyasetten geldim buraya. Burası benim mücadele biçimim, mücadele yerim ve yaşam biçimimdi. O bakımdan bu baskılar bana o anlamda etki etmedi. Yine birlikte mücadele ettiğim arkadaşım yanımda şehit düşüyor. Böylesi bir durumda iki tepki gelişir. Ya korkar kaçarsın cepheden ya da devam edersin. Devam ettiğinde, şehadetler sana hırs verir, mücadele azmi verir. Çünkü o arkadaşın yükü de sana kalmıştır artık. Arkadaşın ile birlikte yaptığın haberler, işler artık senindir. Daha fazla iş yapman lazım. Çünkü bayrağı düşürmemen gerekiyor. Bayrağı yere düşürmemek adına şimdiye kadar geldim. Her halde sonuna kadar da böyle olacak. Dahası halklarımıza borçlu olarak ölmek istemiyorum!

Kitapta elbette Özgür Basın Tarihi'nin tüm boyutlarını ele aldınız; ancak dikkat çeken konulardan biri de, Özgür basın çalışanları hakkında devam eden davalara yer vermeniz. Kitaptaki bilgilere göre şu anda yargılaması süren, dava dosyası İstinaf’ta ve Yargıtay’da olan gazeteci arkadaşlarınızın sayısı 160’ı geçiyor. Bu rakam, halen Türkiye’de faaliyet göstermekte olan Özgür Basın kurumlarında çalışmakta olan gazetecilerin sayısından bile fazla. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kitapta, çıkardığımız gazetelerin, kurduğumuz ajansların ve ondan sonra da başlattığımız televizyon yayınlarının ve buna benzer kurumlarımızın ayrıntılı tarihleri var. Bunların bir kısmını daha önce yaptığımız dosyalarda anlatmıştık ama en ayrıntılı hali bu kitapta var. Bu kitap, özellikle tarihe nakşetmek açısından önemlidir. Hangi davalar açılmış bize, hangi toplu davalar açılmış, davalara karşı hangi kampanyaları yapmışız… Hepsi var. Baya geniş bir bölüm oldu. Bu davaların bir kısmı halen devam ediyor. Bazıları İstinafa gitmiş, bazıları İstinaf’tan geçip Yargıtay’a gitmiş. Tüm davalar dizisi var kitapta. 160 kişinin halen davası devam ediyor. Bittiğinde de büyük ihtimalle ceza alacaklar ve işte yakalanırlarsa cezaevine girecekler. Cezaevine girme adaylarından biri de benim. Büyük ihtimalle birkaç ay sonra cezaevinde olacağım ve orada da sizi temsil etmeye devam edeceğim. 

Şimdi 160 rakamı çok büyük bir rakam. Bu rakam aynı zamanda şu anda filen Türkiye’de çalışan özgür basın çalışanlarının sayısından fazla. Kitapta bunları belgelemiş olduk. Gelecek nesillerde kim çalışmış değil, kim nasıl baskıya uğramış, hakkında davalar açılmış diye. Kitabın önemli bölümlerinden biri oldu. 

DFG Kasım ayında katledilen gazetecileri andı DFG Kasım ayında katledilen gazetecileri andı

Biraz da “Özgür Basın” kavramını konuşmak lazım. Bugün baktığınızda, Türkiye’nin temel sorunlarını görmezden gelen ve sadece bir partinin etkisinden hareket eden yayın organları da kendilerine özgür basın diyor. Özgür basının bir tanımı var mı? Türkiye’de özgür basın olgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Basın Türkiye’de çok kirlendi. Bu havuz basınından, medyasında kendisini ayırmak isteyenler ‘Biz özgür basınız” demeye çalışıyorlar. Özgür Basın, bizim temiz sıfatımızdır. Kim ne kadar özgür, kim ne kadar özgür değil, onu halklarımız görüyor.

Özgür Basın Geleneği lafını büyük ihtimalle ilk ben kullandım. Genelde de tutuldu, kabul edildi ve benimsendi. Bizim kapatılan gazetelerimizin isimlerinden geliyor bu. İşte Özgür Gündem, Özgür Ülke… Gazetelerimiz sürekli baskıya uğrayıp kapatıldığı için sürekli isim değiştirmek zorunda kaldık. Yani açtığımız her gazeteye insanlar biraz da bu yüzden “Özgür Gündem” der. Özgür sıfatlı birçok gazetemiz oldu. Böyle bir laf söylemiştim. Özgür basın deyince, Türkiye’de bu anlaşılıyordu. Tutan bir kavram. Temiz bir kavram. İnsanlar bu isme özendi. Onun için kimi basın organları da bu sıfatı kullanmaya başladı. Basın Türkiye’de çok kirlendi. Bu havuz basınından, medyasında kendisini ayırmak isteyenler ‘Biz özgür basınız” demeye çalışıyorlar. Özgür Basın, bizim temiz sıfatımızdır. Kim ne kadar özgür, kim ne kadar özgür değil, onu halklarımız görüyor. 

Eskiler ile yenileri kıyaslayan bir yerden soru sormak istiyorum; Özgür Basın geleneği içerisinde 35 yıldır emek harcıyorsunuz. Bu geleneğin duayenisiniz. O günkü gazeteciler ile bugünkü gazeteciler arasında -anlayış ve çalışma tarzı olarak- nasıl bir fark var?

1990’lı yıllarda başladığımızda bu iş tamamen yaşam biçimi, mücadele biçimi oldu. Sadece biz gazeteciler değil, yazarlarımız, dağıtımcılarımız bu işi canı pahasına, ölüm pahasına yaptılar. Bu anlamda gerçekten gelebilenler, gelmek isteyenler, kalabilenler; bunu büyük bir vicdani sorumlulukla yaptılar. Dedim ya 35 yıl boyunca bu arkadaşlarla birlikte çalıştım. İnanır mısınız, şehit olan arkadaşlarımızın maddi konularda hiçbir talepleri olmayanlardı. Devlet, öldürmek ve katletmek için aramızda arkadaşlarımızı seçerken, çok da rastgele davranmadı. Gerçekten, en fedakâr, en vicdanlı arkadaşlarımızı önce öldürdüler. Yani en azından onlardan başladılar. Halkımız onları sahiplendi. Şimdi de öldürme, bitirme tarzlarını değiştirerek başka taktiklerle yok etmeye çalışıyorlar. Ama biz bu işi sonuna kadar devam ettireceğiz. Elbette nesiller yerini daha genç nesillere bıraka bıraka…

Özgür Basın geleneği içerisinde binlerce çalışma arkadaşınız oldu? En çok kimleri örnek verirsiniz ve özellikle hangi kriterlere sahip gazetecileri başarılı buluyorsunuz? 

Biraz önce anlattığımın dışına çıkmak istemiyorum. Dediğim gibi en vicdanlı, en fedakâr olanları başarılı buluyorum. Şimdi de mutlaka çok çalışkan, çok fedakâr, çok vicdanlı; ondan sonra buradaki çalışmayı bir mesai olarak görmeyen, bir yaşam biçimi olarak gören, işte çok güzel haberler çıkarmaya çalışıp, ondan sonra o haberlerinin yansımasını takip edenler var. Ben o insanları seviyorum. İsim söylemek gerekmiyor. Bir de önceden söylememek lazım galiba! Mesela koskoca Yaşar Kaya. Böyle bir ölüm yakışır mıydı?  Yaşar Kaya 49’lardan biriydi. Daha sonra biz onu Ape Musa aracılığı ile keşfetmişiz, gazetemizin imtiyaz sahibi olarak başına getirmişiz, sonra o dönemdeki bir partimizin genel başkanı olarak seçmişiz, sonra kendisi Sürgünde Kürt Parlamentosu’nun başkanlığını yapmış yıllarca. Sonra ölmeden birkaç ay önce gidip KDP’li oluyorsun! Yani yakıştı mı, böyle bir son? Bu anlamda çok sevdiğim, çok güvendiğim, birlikte çalışmaktan gurur duyduğum çok arkadaşımız var. O arkadaşlar kendilerini bilir. Onların isimlerini verirsem, gölgede kalmış olan, benim fark edemediğim arkadaşlara haksızlık olur diyelim, en iyisi… 

Sizin de duayenliğini yaptığınız Özgür basın kurumları bir nevi bir okul görevi gördü. Siz bu okullarda üç bin civarında gazeteci yetiştiğini söylüyorsunuz. Ancak bu arkadaşlarımızın kimileri Avrupa’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı. Sürgün yolları 1990’larda mı yoğundu, yoksa AKP döneminde mi?

Bence iki dönemde de aynı. Dedim ya 1990’lı yıllarda daha çok öldürerek bizi yolumuzdan döndürmeye çalışıyorlardı ama şimdi daha çok ekonomik olarak saldırıyorlar. İşte gazete kapanıyor işsiz kalıyorsun. Gazete kapandığında harçlık alamıyorsun. Aç kalıyorsun. Olmadık işlerde çalışmak zorunda kalıyorsun. Bu anlamda 1990’lı yıllarla bugünkü AKP dönemi arasında sürgüne gitmek arasında fark yok. İnsanlar bu dönemde 10 ya da 20 yıl cezaevinde kalmaktansa, sürgüne gidip oradaki kurumlarımızda gazetecilik yapmaya devam ediyorsa, ne mutlu bize! Orada da ihtiyaç var. Yani sürgüne gidenler bu kadar yoğun olmasaydı, belki biz buradan bilerek gönderecektik bazı gazeteci arkadaşlarımızı. Yoğunluk olarak iki dönem de aynıdır. 

Ancak değişen burası değil, değişen Avrupa’dır. Şöyle ki, 1990’lı yıllarda bir arkadaşımız Avrupa’ya gitmek zorunda kaldığında; birkaç ayda hemen iltica veriliyordu. Avrupa ülkelerinin o zamanki iktidarları bizim gibi sürgüne gitmek zorunda kalan basın mensuplarını, devrimcileri bağrına basardı. Onlara iltica vermekten gurur duyardı. O zamanlar Avrupa öyleydi ama şimdi sürgüne giden bir gazeteci arkadaşımızın oraya ulaşması, müthiş bir zorluk. Bir sürü masraf ediliyor. İltica süreçleri çok uzun sürüyor ya da hiç olmuyor. Yani değişen bence Türkiye’deki baskıcı rejimler değil, Avrupa’daki siyasi iklimdir. 

Yine 1990’lı yıllar ile bugünlerin kıyaslamasını yaparsak, hangi dönemde Özgür basın kurumları ve gazetecileriyle dayanışma daha fazla oldu? Özgür Ülke gazetesinin bombalanması sonrasında yaşanan muazzam dayanışma ortamını daha sonraki yıllarda görebildiniz mi?

Eskiden dayanışma daha iyiydi. Peki, şimdilerde yok mu; var! Ama Özgür Ülke dönemindeki dayanışmayı pek gördüğümüzü söyleyemem. Ama atladığımız bir şeyler oluyor bazen. Biz tarih yaşıyoruz. Bu kitap, o anlamda da güzel bir çalışma oldu. Mesela, Nöbetçi Yayın Yönetmenliği kampanyası son dönemlerde, yapılmış en büyük sivil itaatsizlik eylemidir. Biz dedik ki, bize sürekli davalar açılıyor, yazı işleri müdürümüze, haberi yazan ve dahası gazetenin genel yayın yönetmenine her gün dava açılıyor. Bu böyle olmaz dedik. Bir kamu duyarlılığı olsun diye dedik ki, “Gelin siz bir günlüğüne bizim yerimize yayın yönetmeni olun!” Yazar, gazeteci, akademisyenlerden oluşan tam 100 kişi sırayla bir günlüğüne yayın yönetmenliği yaptı. Hemen hemen hepsine dava açıldı. Zaman içinde hüküm alıp, cezaevine atılan üç arkadaşımız oldu. Bir başka üç arkadaşımız aynı gün tutuklandı. Gerçekten çok büyük bir sivil inisiyatif eylemi oldu ve bizim beklentimiz olan kamu duyarlılığı oluştu. Dahası neredeyse tüm dünyada yankısını buldu. Düşünsenize dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bile bu konuda demeç verdi!!! Bu anlamda, ben Özgür Ülke’nin bombalanmasındaki dayanışma kadar, Nöbetçi Yayın Yönetmenliği sivil inisiyatif eylemini çok önemi buluyorum. Katılan arkadaşlara teşekkür edip, onları tekrar kutluyorum. 

 Günümüzde kendi çalışma arkadaşınız olan gazetecilerden ve dışımızda faaliyet gösteren ‘muhalif’ gazetecilerden beklentiniz nedir, onlara ne yapmaları gerektiği yönünde bir çağrınız olabilir mi?

Gazetecilik zor bir meslektir ama onurlu bir şekilde yapılırsa, iktidarın kim olduğuna bakmadan vicdanlı bir şekilde yapılırsa, özgür basın mensubu olabilir ve çocuklarına güzel anılar biriktirirler. Böylesi arkadaşlarla “özgür basın” sıfatımızı paylaşmaya hazırız…

Kitap çıktı. Bugün-yarın Ankara’ya da gelecek. Bir kere dedim ya üç bine yakın insan bu okuldan geldi geçti. Kendilerine göre bizimle çalışmak bir nevi vatan görevidir. Bir namus görevidir. Bu görevi kimisi uzun yaptı, kimisi kısa. Bu arkadaşların hepsi bana göre bu kitabı almalılar. Kütüphanelerine koymalılar. Daha sonraki yıllarda çocuklarına ve torunlarına anılarını anlatırken; ‘Bu kitaptaki yazarlardan biri de benim’ desinler. Bunu gururla anlatsınlar. Daha önce de söylediğim gibi bu kitap benim kitabım değil, üç bin arkadaşımızın yazdığı bir kitap. Bir destan! Bir bitmeyen romandır. Halen devam eden ve devam edecek bir mücadelenin sesidir. Bu anlamda; bundan sonra yapılacak her imza töreninde bu yürüyüşe katılmış her arkadaşımız kitaba imza atabilir ve atmalılar da...  

Evet, tüm imza törenlerinde bu yürüyüşe katılmış her arkadaşın bu kitaba imza atma yetkisi vardır! Kitabı imzalayabilirler. Nitekim çeşitli yerlerde imza günleri olduğunda oraya gelen tüm arkadaşlarla beraber imza atacağız. 

Dışımızdaki arkadaşlara gelince; gazetecilik aslında bir yaşam biçimidir. Bugünkü iktidarın havuz medyasından ayrılan ya da atılan kimi gazeteciler ilk genel seçimlerde iktidara gelmesi beklenen muhalefetin büyütmeye çalıştığı kendi havuz medyasına atlamaya çalışıyor. Gazetecilik zor bir meslektir ama onurlu bir şekilde yapılırsa, iktidarın kim olduğuna bakmadan vicdanlı bir şekilde yapılırsa, özgür basın mensubu olabilir ve çocuklarına güzel anılar biriktirirler. Böylesi arkadaşlarla “özgür basın” sıfatımızı paylaşmaya hazırız…

MA / Selman Güzelyüz - Mehmet Aslan

Kaynak: https://mezopotamyaajansi38.com/tum-haberler/content/view/250518