BABAMA; Doğum tarihi nüfus kimlik kartında 1937 olarak yazılıdır. Ancak gerçek doğum tarihi ay ve gün olarak bilinmemekle birlikte 1933 doğumludur.
BABAMA;
Doğum tarihi nüfus kimlik kartında 1937 olarak yazılıdır. Ancak gerçek doğum tarihi ay ve gün olarak bilinmemekle birlikte 1933 doğumludur. İki yaşında annesini kaybeder, Sultan Halasının fedakarlığı, babası ve dedemiz Mustafa’nın dirayeti ve tamamı akraba olan diğer komşuların yardımlarıyla babam da diğer kardeşleriyle birlikte büyür ve hayata tutunmaya çalışır. Bugün 87 yaşında olan babamın, tanıklığını yaptığım yaşamını özetleyerek yazmaya çalışacağım. Babam 24 yaşında iken, annemle evlenir. Bu evliliklerinden 4 kız, 9 erkek çocukları olur. Çocuklarından Gülağa 3 yaşında, İsmail bir yaşında ve doğum esnasında adı konulmadan ölen bir evlatla birlikte toplam 13 çocuk babası olur benim babam.
Dedem Mustafa, o günün koşullarında sahip olduğu arazi ve var olan büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarıyla köyün varlıklı insanlarından biri olduğunu babam ve akrabalarım hep anlatırlardı. Babamlar, 2 kız, 7 erkek, toplam 9 kardeşlerdi. Dedem Mustafa’nın 27 Temmuz 1955 tarihinde ölümü ile birlikte, iki halam, feodal kültür gereği dedemin servetinden men edilir ve bütün servet erkek kardeşler arasında paylaşılır. Babamın payına da biri Yoğunsöğüt köyünde olmak üzere hatırı sayılır bir miktarda arazi (tarla) düşer.
1960’lı yıllarda bir ceviz kabuğunu doldurmayacak gerekçelerle aynı aşirete mensup, komşular arasında şiddetli geçimsizliğe ve kan davasına dönüşen büyük kavgalar yaşanır. Süren bu kavgalar neticesinde masum birçok insan ölür ve yıllarca birçok masum insan da hapis yatar. Bir arada birlikte yıllarca aynı coğrafyada yaşamış, “birbirine kız alıp, kız vermiş”, birbirine kirve, hısım, akraba ve komşu olan köylülerimiz yaşanan bu olumsuz süreç nedeniyle; bir arada birlikte yaşamaya devam etmenin bütün koşullarını bitirmiş olurlar. Sükûneti sağlamak için, aşiret büyükleri devreye girer; “birbirine kız alıp kız vermiş”, birbirine kirve, hısım, akraba ve komşu olan köylülerimizin bir bölümüne göç etmeleri, diğer bölümüne ise göç edenlerin köydeki bütün mülkiyetlerinin satın alınması önerilir. Bu öneri ile uzlaşma sağlanır. Babamlar köyde kalan taraf olur. Nakit parası yetersiz kalan babam, Yoğunsöğüt köyündeki tarlasını satarak amcası Direş Hüseyin ile birlikte komşularının köydeki bütün mülkiyetlerini satın alarak, sürecin yatışmasına bir anlamada ciddi katı sunmuş olurlar.
Alxhas aşireti, 12 köy ve birçok mezradan ibarettir. Aşiret bireyleri arasında 1960’lı yıllarda cehaletten kaynaklı yaşanan kavgalar maalesef birçok insanımızın ölümüne neden olmuştur. Herkes çocuklarını okutarak büyük miraslar bırakırken, dedelerimiz babalarımıza, kan davalarını miras olarak bırakıyorlardı. Neyse ki gençlerimizin duyarlılığı sayesinde, o korkunç, utanılası kötü günler hepten gerilerde kaldı.
Üç çocuğu ölmüş, 10 çocuğu yaşayan babam, kaderimiz olarak, bizlere tebliğ edilen coğrafyamızın (köyümüzün) gelecekte ihtiyaçlarımıza cevap olamayacağını her fırsatta anlatıyor ve mutlaka okumamız gerektiğini söylüyordu. Anne ve babayla birlikte aynı evde yaşayan 12 insandık. En temel ihtiyaçların büyük bir bölümünde yoksun ama geleceğe umutla bakan bir yaşam heyecanımız vardı. Koyunlarımızı, kuzularımızı kendimiz güdüyor, tarlalardaki ekinlerimizi kendimiz biçiyorduk. Taş ve kerpiçlerle örülü ve üzerleri merteklerle kapatılmış olan evimizin yıllık tamir, bakım onarımını da bizzat kendimiz yapardık. Tarla faslı bitince ablalarım ise yün halı, kilim yastık dokurlardı. Babam oldukça tutumlu bir insandı. Zorunlu olmadıkça şahsı adına hiçbir harcaması olmazdı. Tarladaki ekinleri büyük bir özen ve itina ile harmana taşır veya taşıtırdı. Babam, tarlada dökülen her taneyi şapkasında toplayıp harman alanına getirirdi. Ailenin bütün fertleri çalışırdı ama en büyük fedakarlığı her zaman babam gösterirdi. Babamın fedakarlığı bizlere kalem, defter, silgi veya kantinden alacağımız bir simit yani geleceğimize yatırım oluyordu. Şevk ve heyecanla yaz aylarında köyde tarlalarda, kışları ise şehirlerde seyyar satıcılık yaparak, adeta canına kast ederek çocuklarının okumasını sağlıyordu.
Babamın elleri, ayakları nasırlı, elbiseleri ise genel olarak yamalı olurdu. Okuduğumuz okullara velimiz olarak geldiğinde, öğretmenlerimizin; “amca sen işine bak, çocukların dersleri iyidir” söylemleri babamı, terapi eden sözler olurdu. Her çocuk gibi bizim de yaramazlıklarımız, hatalarımız olurdu. Bu anlamıyla babam aile içi barışa her daim katkı sunan pozisyonunda idi. Soframızda tükettiğimiz, sırtımıza giydiğimiz her şeyde babamın emeği ve alın teri vardı. Kuşkusuz her baba evlatları için her türlü fedakârlığa katlanır. Ancak babamın fedakarlıklarını babamı tanıyanlar daha iyi bilir.
İki abim ve bir ablam evlenmiş ayrı evlerde yaşıyorlardı. Ailenin en büyüğü Mustafa abimdi. Mustafa abim matematik öğretmeniydi. Göreve başladıktan sonra hepimize ciddi anlamda katkıları oldu. Ben orta okul ve liseyi Mustafa abimin yanında ve evinde kalarak okudum. Üzerimde yengemin ve abimin emeği vardır.
Babamın eğitim durumu, köyümüzün bilge insanı Ali Hakki Doğan’dan aldığı üç aylık eğitimle sınırlıdır. Bu üç aylık eğitim sürecinde; dört işlemi, okumayı, yazmayı ve herkesin imreneceği eğik el yazısını öğrenmiştir. Mizah içerikli şiirler yazar ve aynı zamanda iyi hikâye anlatır. Dostlarının yanında yer almayı, düşmanlarına saygı duymayı vazgeçemediği davranış haline getirmiş bir insandır. 1980’den sonra bir dönem köy muhtarlığını yapan babam, 1987 yılında kardeşlerimin eğitimi için Gaziantep iline taşınırlar. Yaz tatillerinde her yıl köyümüze giderdik. Üç aylık yaz tatilini hepimiz köyde babamla birlikte tarlalarımızda çalışarak geçirirdik. Dolayısıyla hepimiz çalışıyor ve kısmen babamın yükünü hafifletmiş oluyorduk.
Ben Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyordum. 3. Sınıf öğrencisi iken 1989 yılında, Gaziantep’te ikamet eden ailem Adana’ya taşındılar. Bu duruma en çok sevinen de ben olmuştum. Ben Üniversitede okuyorken, ilkokul, ortaokul ve liseye devam eden beş kardeşim vardı. Dumlupınar Mahallesi’nde kiraladığımız bir evde kalıyorduk. Ailede annem ve babam dahil olmak üzere hiç birimizin sosyal güvencesi yoktu. Çok zorunlu olmadıkça sağlık kurumlarına gitmiyorduk.
Babam her gün düzenli işe giderdi. Toptancılarda aldığı, çorap, mendil ve erkek iç çamaşırlarını sırtındaki çantaya yerleştirir kahve, pazar ve sokakları gezerek satardı. Babamın günlük kazancıyla geçinmek zorundaydık. Zaten çok zorunlu olmadıkça çay ve şeker dışında market veya bakkalda aldığımız bir şeyde yoktu.
Edep, erkan sahibi olan babamın şahsına ait bir harcamasının olmadığını yukarıda yazmıştım. Ancak kendisine tek kuruş harcamayan babam, misafir karşılamayı, ağırlamayı, iyi bir iletişimle uğurlamayı bilen bir insandı. Aynı zamanda kendisine yapılmış bir iyiliğe minnet ve şükran duyan bir insandır. Bu anlamıyla en büyük rehberim babamdır.
Koronavirüs salgını nedeniyle, 87 yaşındaki annemi ve babamı ziyaret edemiyorum. Bu yazıyla annem ve babamla gurur duyduğumu, kendi tarihime not düşmek için yazdım.
Emeği ile geçinen bütün anne ve babaları saygı ile selamlıyor ve sevgi ile kalın diyorum.