Çocuk olsun yetişkin olsun kadın sorununun tarihi ataerkil sistemin tarihi kadar eskidir. Bu yüzden de düşünce tarihinde kadın, sürekli kendine bir yer bulmuştur. Ülkemizde çocuk gelinler mevzusu da gündemden düşmeyen önemli olay ve toplumsal bir yaradır. Konuya her sınıf ve birey kendi konumuna göre bakmaktadır. Biz de bu yazıda eğitimci-yazar Sevim Alagöz ile soruna estetik bir bakış atacağız.  Son yıllarda Alagöz ile Malatya’ya her gidişimde/gelişimde bir araya geliriz. Sanat, edebiyat, felsefe ve politikaya ilişkin konuşmalarımız ve tartışmalarımız oluyor. Onun daveti üzerine Malatya’da bir de etkinliğe dahil oldum bu defa. Yeni bir romanı yayınlandı Sevim hocanın. Bu romandan söz edeceğim. Alagöz, eserinde meseleye biraz da mesleğinin merceğinden bakmış gibidir. Elbette kadın sorunu, kimlik meselesi olarak siyaset arenasında, entelektüel platformlarda yer alsa da özünde sınıf meselesidir.

Sevim Alagöz’ün Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eseri bir bakıma kimlik (ezilen cins) kaygılarıyla yazılmış bir kitaptır (Öteki Yayınları, 2022). Kitap, orta öğretimdeki yaş kuşağının yaşadığı sosyal ve psikolojik süreçleri açıklama amacı güdüyor. Ergen, genç kız ve erkek öğrencilerin gündelik yaşamını edebi bir biçim içinde sunmaya çalışmış. Bir ölçüde Heşin ve onun yakın arkadaşı Serap’ın dramatik yaşamına odaklanmış bir roman-kitap diyebiliriz. Roman kahramanlardan birisi tasvir edilirken şöyle söyleniyor kitapta: “Sanal dünyanın sadece görüntü güzelliğiyle insanı kendine çeken bir ayna olduğunu anlaması uzun sürmeyecekti” (S. 34).

Kadının Bilgi Nesnesi Yapılması

Eserin derinine inmeden belirtmek isterim ki, son yıllarda kimlik sorununa ilişkin çokça yazdığım için eleştiriler de oluyor bana. Bu eleştirilerin doğru yanları olmakla birlikte gerçeği yansıtmayan yanları daha fazladır. Çünkü içinde yaşadığımız toplum, özellikle imparatorluğun bakiyesi olan ulus devlet, ulusal sorun başta olmak üzere kadın sorununu, inanç sorununu burjuva kriterlere göre bile çözebilmiş değil. Bu yüzden Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eserin de ortaya koyduğu gibi cins problemi, merkezi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Politik aktivistler kadar filozofların, sanatçıların ve eğitimcilerin konuyu bilgi nesnesi olarak ele alması ve Alagöz örneğinde olduğu gibi estetik nesne kılması doğaldır.

Üstelik içinde yaşadığımız coğrafya, emperyalizm tarafından sevk ve idare edilmesinden dolayı da feodalizm sorunu çeşitli biçimlerde etkisini sürdürüyor. Bu nedenle meseleyi esasen bir sınıf meselesi olarak ele almak icap eder. Bunları, Alagöz de eserinde hissettiriyor. Ülkemizde kadın sorunu, geleneksel değerler, dengesiz sanayileşme, çarpık kentleşme ve bunun etkisindeki kültürün,  modern teknoloji ve kültürlerle karşılaşması sürecinde uyum sorunu ortaya çıkıyor. Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eserde bu sorunların da işlendiğini görüyoruz. Çünkü anılan sosyal problemler düşün ve sanat ürünlerine yansıyor. Kapitalizm eleştirisi, kendini doğrudan değil dolaylı olarak gösteriyor. Romanın başında, iki karakterin yakınlığını gösteren şu açıklama ilginç olabilir: “O güzelim müstakil evlerin bir bir ortadan kaldırılıp apartmanlara dönüştürüldüğü dar bir sokakta oturuyorlardı” (S. 5).

Eseri Mobilize Eden Karakterler

Eserde ana karakter olarak Meşin ve Serap’ın serüvenini izliyoruz. İkisi de erkenden evlenmiş ya da evlendirilmiş “çocuk gelin” çocuklarıdır: Aslan ailesinin ve Demirci ailesinin çocukları. İkisi de çocuk yaşta felaketlerle karşılaşır. Erken başlayan yaşamları, kapitalizm ve feodalizm koşullarında erkenden de söner diyebiliriz. Romanda “parası çalınan” genç kız Mahi’nin davranış biçimi ve Heşin’in duygusal ilişki yaşadığı Lemi de eseri mobilize eden karakterler olarak görülüyor. Zeyit ise Serap’ı bir bakıma yoldan çıkaran bir kahraman olarak yer almış romanda. Kitabın adına gönderme yapan ilişki de Serap ile Zeyit’in hukukundan kaynaklanıyor. Çünkü eserin sonlarına doğru 15’ini bile doldurmayan Serap, okulu bırakıp Zeyit’e kaçıyor. Ailesi onu mahkemede buluyor ve dört aylık hamile olduğu anlaşılıyor. Zeyit hapse gönderiliyor. Bu belirgin temaya rağmen bence kitap adıyla içerik örtüşmemiş. Çünkü “çocuk gelin” hadisesi kitapta fazla işlenmiyor. Bu tema ergen sorunları içinde çok sınırlı kalmış ve tabir yerindeyse ete kemiğe bürünmemiş.

Edebi metin ve roman esasen kurgu demektir. Alagöz’ün kitabında ise didaktik boyut kurgunun önüne geçmiş görünüyor. Çünkü tüm bu özetleliğim sahneler ailelere, gençlere ve topluma adeta bir öğüt verme, ders çıkarma edasıyla sunulmuş. Oysa roman sanatı, temelde anlatma ve ders verme değil gösterme sanatıdır. Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eserde anlatım yoğunluğu, gösterme ilkesinin önüne geçmiş durumda. Ben bu eserleri roman estetiği, sanat felsefesi, edebi teknik ve sanat psikolojisi açısından eksik buluyorum. Benzer bir sorunu Alagöz’ün eserinde de tespit etmek mümkündür.

Bilgili Birey Değil Bilinçli Birey

Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eserdeki öğretici (didaktik) boyutu görmek zor olmuyor. Kendisiyle konuşmamız sırasında da Alagöz’ün, didaktik ögeyi anımsatması bana manidar gelmiştir. Yani aileler, çocuklar ve gençlere öğüt verme kaygısı güdülmüş gibi.  Bir bakıma çocukları, kendilerine anlatma biçiminde olmuş. Bu yüzden de ebeveynler yanında ergenlerin de ilgisini çekebilecek bir roman. Didaktik oluşu, topluma hitap etme kaygısı bana ilk kuşak romancıları anımsatıyor. Mesela Namık Kemal’in İntibah (Uyanış) adlı romanı buna örnektir. Keza Alagöz, eserinde toplumsal ahlaki değer yargılarını da yargılıyor ve genç insanların üzerine yapışan kötü etiketler üzerinde duruyor. Misal, Meşin’in intiharı bu bakımdan ilginçtir. Bu noktada da bir romanımıza gönderme yapmak istiyorum: Damga. Reşat Nuri, genç bir kız ve erkek üzerinden sorunu irdelemiş ve haksız yere insana yapışan olumsuz algıların giderek meşruluk görmesine -adeta- reddiye yazmıştır. Ben analojileri yaparken şunu da söyleyeyim ki bu tarz roman yazma esasen miadını doldurdu.

Miadını doldurma tespiti, günümüzde felsefe için de geçerlidir. Konu anlatma, ders verme ve bilgilendirme çağı bence sona erdi. Bu yüzden bilgi çağı yerine bilinç çağına girdiğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla Alagöz gibi yazar ve eğitimcilerin kendi tavırlarını sorgulamalarını önereceğim. Bilgili insan ve bilgili birey değil bilinçli insan ve bireyi hedefleyen bir felsefe, etik ve estetik kurmak gerekiyor. Alagöz’ün romanında anne ve babalar dahil olmak üzere çocuklar ve daha toplumun pek çok kesimi bilgilendirilmiş oluyor. Bilginin bilince çıkarılması noktasında yetersiz kalan eserlerin estetik bir işlev görmesi zordur.

Eserdeki Diyalektik Ögeler

Çocuk Gelinlerin Kızları adlı eserde ergenlerin yabancılaşmasına ve yozlaşmasına karşı neler yapılabileceğine ilişkin açıklamalar ve eleştiriler de yer alıyor.  Bu eleştirilerden okul müdürü başta olmak üzere eğitimciler de nasibini alıyor. Bu yüzden roman işlevsel bir özellik gösteriyor diyebiliriz. Alagöz’le yaptığımız konuşmalar sırasında romanı, daha çok ergenlik dönemindeki kuşağın okuyacağını söylemesi de eserin öğretici boyutunu işaret ediyor. Bu da yazarı, estetikten çok toplumsal boyutun ilgilendirdiğini gösteriyor. Elbette eser, belli bir estetiği yansıtırken sosyal olana temas eder  ama amaç toplumsallığın veya etik kaygıların öne geçmesini gerektirmez. Alagöz’ün eserinde etik kriterler, sanki estetik kriterlerin yerine geçmiş.

Çocuk Gelinlerin Kızları’nda belli başlı diyalektik ögeler saptamak mümkündür. Kız öğrenciler ile erkekler arasındaki çelişki yanında öğretmen Sayme ile okul müdürü arasındaki çelişki buna örnektir. Keza aileler ile çocuklar arasındaki çelişki, öğrencilerin kendi aralarındaki tersleşmeyi de not etmek gerekiyor. Bu noktada okur, çelişkilerin temel nedenlerini arayacaktır. Alagöz’ün eseri bu sorunun yanıtını vermesi bakımından zayıftır. Çelişki ve çatışmalar nedensiz olarak anlatılıyor; dolayısıyla gösterme sıradanlaşıyor. Ekonomik faktörlerin belirleyiciliği gözardı edildiği için sosyal medya eleştirisi -haklı olarak- önplana çıkıyor.

Sosyal Medya Eleştirisi

Alagöz’ün eserinde sosyal medya eleştirisi önemli bir tema olarak yer alıyor. Genel olarak toplumun özel olarak genç kız ve erkeklerin yozlaşmasında sosyal medyanın tahrifatları betimlenmiş. Sosyal medya kullanımı, daha doğrusu bunun yanlış ve bilinçsiz kullanımına dikkat çekiliyor eserde. Hatta Serap’ın, kendine yabancılaşmasının temelinde de telefon, WhatsApp alışkanlığının olduğu ileri sürülüyor. Roman, sosyal medya terminolojisi açısından da zengin görünüyor. Ergen ve öğrenci dünyasını yakından gözlemleyen, bu yüzden de epeyce materyal toplamış olduğunu görüyoruz yazarın. Materyallerin edebi metin kurallarına göre değerlendirilirdiği tartışma kaldırır. Kişilerle ilgili verilerin sosyolojik kaynaklı olduğunu düşünmek olası. Bununla birlikte olay kişilerinin psikolojik çözümlemelerinin yeterince gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Meşin ile annesi Elif’in betimlendiği bir sahne şöyle tasvir ediliyor:

Elif, önce kendi üstünü değişti, tuvalete girdi, elini yüzünü yıkadı. Sonra kızını kaldırdı. Birbirine sarılarak lavaboya geçtiler. Heşin günler sonra ilk defa ellerini sabunlayıp yüzünü bol soğuk suyla yıkadı. Su, tenine her dediğinde haz aldığını hissetti. Tüm bedeniyle su içinde olmak istedi” (S. 138).

Alagöz’ün konu olarak ergenleri seçmiş olması romana bazı avantajlar kazandırmışa benziyor. Geleceği, gençlerin kuracağı ve onların temsil ettiği düşünülürse yazarın genel bir insan sorunundan hareket ettiği ileri sürülebilir. Yine de roman, ergenlerin iç dünyalarının yeterince yansıtıldığı izlenimi vermiyor.  Ergenlerin cinsel içgüdüleri, aşka imkan veren duygu durumları yeterince analiz edilmemiş. Karşıt cinse olan ilgi ve cinsellik arzuları kuru bir tarzda verilmiş. Benzer bir sorun okul müdürü yansıtılırken de görülüyor. Okul müdürü ile öğretmen ve öğrenci çatışması iyi düşünülmüş olmakla birlikte tarafların psikolojik derinliklerini göremiyoruz.

Modern Eğitim, Sorunları Çözebilir mi?

Yazarın konu olarak eğitimi ve mekan olarak okulu, eğitim kurumlarını, zaman olarak da günümüzü yansıttığını görüyoruz. Gençliği konu etmesinin isabetli olduğunu söylediğimiz gibi eğitim kurumlarını ve günümüzü merkeze almasının da isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada da “her şeyin başı eğitimdir” türünden klişelerin sorgulanmasını yapmak gerekir. Çocuk Gelinlerin Kızları’nda bu sorgulanmanın yeterince yapıldığı görülmüyor. Tersine sanki eğitimle mevcut sorunlar çözülebilirmiş gibi bir anlayış kendini belli ediyor. Serap ve Meşin’in dram ve trajedisi “kötü eğitim” koşullarına bağlanıyor. Hatta erken evlilik ve çocuk gelinler hadisesi de eğitimin kötü oluşuna, müdürün cehaletine, ailelerin otoriterliğine bağlanıyor. Tüm bunların da, kapitalizmin kurbanı oldukları gerçeği gereğince işlenmiyor.

Aktüel konular ele alınmış derken, alışılmış sorunları görüyoruz, bunlar da yabancı gelmiyor. Popüler kültürde, dizilerde gördüğümüz sahneler, şaşırtıcı buluşlar var;  merak uyandıran sahnelere de yer verilmiş. Meşin’in intihar öncesi bıraktığı mektup, keza Serap’ın evi terk ettiğinde yazıp bıraktıkları, metni okunur kılması bakımından iyi düşünülmüş teknikler olarak dikkat çekiyor.

Roman Hüzün ve Merak Duygusuyla Bitiyor

Anadili Kürtçe Sevim hocanın. Birçok sanatçı gibi maalesef Türkçe yazıyor. Kendi diline duyduğu özlemi hissettim konuşurken. Eserinin duru, yalın ve düzgün bir dili olduğunu da anımsatmak isterim. Alagöz, romanı üç aşamalı olarak bitiriyor. Önce Meşin’in, intihardan sonra gözlerini kaybetmekle karşı karşıya geldiği sahneleri izliyoruz. İkinci olarak Serap’ın yakalandığı felaket tasvir ediliyor: “Serap adliye binasından, sekiz kişiden oluşan yeni ailesiyle birlikte, küçük bir apartman dairesi olan evine gitti” (S. 188).  Romanın sonunda Zeyit’in durumunu da görüyoruz ki, emekçi sınıfların sosyal ve kültürel pozisyonunu anlamak için isabetli bir sunum olarak görülüyor. Roman bittiğinde, hem Alagöz’ün gösterdiği mekanlarda dolaşmış oluyoruz hem de çocukluğumuzda bir seyahate çıkmış oluyoruz. Bir eksiklik, hüzün ve merak duygusu da oluşuyor. Serap’ı, bunda tutucu gelenek içinde nasıl bir yaşam bekliyor? Mahi, hırslarını nereye gömecek? Meşin’in açılan gözleri daha ne tür çıkmazlara, sosyal çelişkilere ve psikolojik krizlere tanıklık edecek?