Bir işçi şehriydi İskenderun; İşçi sınıfı mücadelesine bağlanmış gençlerdik o limana bakan gecekondu evlerimizde… İşçi iktidarı arayışındaydık. .

 

 

 

Bir işçi şehriydi İskenderun;
İşçi sınıfı mücadelesine bağlanmış gençlerdik o limana bakan gecekondu evlerimizde…
İşçi iktidarı arayışındaydık...
Bir işçi şehrinde adım atmak gençlik yıllarına, bizim şekillenmekte olan bilincimizde derin bir etki yaratmış olmalıydı…
Öyle cüretkar, öyle kendine güven duyan olmak başka nasıl mümkün olabilirdi ki!
Zorluk bilmez, engel tanımazdık…
Sırtını sınıfa dayamış olmanın gücü kuvveti nasıl da uçururdu bizi…
Sınıfın esas gövdesinin haberi olmasa da biz onların varlığından güç alır, devrime hazırlanırdık birlikte…
Fabrikanın bacasından kızıl bayrak sarkıtmak nasıl da yüreğimizi kanatlandırır, göğüs kafesimizi parçalayıp fırlayacak hale sokardı.
Afişler, bildiriler, bayraklar…
Aşklar…
Tren istasyonunda işçilere seslenirdik…
Görünür kılmak için sosyalizm fikrini, nasıl da çırpınırdık uçmaya çalışan yavru kuşlar gibi…
Nasıl da masum…
Tere bulandıkça bedenimiz, ruhumuz berraklaşır, bilincimiz parlardı…
Lokmayı paylaşmak güzeldi, biz tehlikeyi paylaşmazdık…
Önce kim atılırsa o karşılardı tehlikeyi… Birlikte yürürdük üzerine…
Hesapsız girerdik anlayacağınız…
Ergenlik, ana rahminin siyasal mücadeleye dönüştüğü bir dönemde şekillenince, dağları delen Ferhat oluyor insan…
Bolu Beyi'ne kafa tutan Köroğlu…
Dehak'ın başına balyozu indiren Kawa…
Ya da Aslı ile Kerem'in aşkı…
Denizler gibi…
Aşkla bağlanmış davanın gençleriydik…
Devlet ve devrim, felsefe, sosyalizm, diyalektik, materyalizm gibi sözcüklerin uçuştuğu genç dimağımız günü geceye katarak yoğrulurdu. Beynimizin kıvrımlarında, yüreğimizin derinliklerinde sosyalizm için işler dururdu teori.
Daha liseye yeni başlamış gençlerin dünyayı değiştirmeye aday oldukları bir çağdı…
Rıza Saygılı ile buluşmamız işte bu koşullarda gerçekleşmişti…
Öyle olağan…
Duru akarsular nasıl akıp nehre ulaşırsa öyle…
Buluşma sürüyor hâlâ…
Yeryüzü aşka boğuluncaya kadar sürecek…
Kendimizi genç komünistler olarak bulduk çok sürmeden…
Nasıl da hızlıydık…
Günler, aylar, yıllar nasıl da büyütmüştü bilincimizi. İnşa sürecinin, parti olmanın, sınıfa ulaşmanın ah vah bilmez gençleriydik; sömürü ve soygun çarkını dağıtmaya ant içmiş kızlar erkekler…
Zor yıllarda sınanırmış yoldaşlık; okuyorduk, dinliyorduk, heyecanlanıyorduk, ama bilmiyorduk, onu da birlikte yaşadık…
Daha on beşinde, on altısında dalgalanıyordu lekesiz bayraklar…
Yirmisinde dünyanın yükünü sırtlanmıştık…
Günlerce, haftalarca, aylarca kaldık bodrumlarda, gülüyorduk gelecek için ve dirençle çıktık o zalim günlerden…
Darbecilere karşı düşmedi kirpiklerimiz, kırışmadı anlımız… Sınıf devrimcisi olma yolunda sürdü yürüyüş...
Çeliğe su verildi biz dövüldükçe…
Vücudumuza inen her darbe bizi daha da çelikleştiriyordu…
Sınıfa daha çok bağlıyordu bilincimizi…
Demir kapılar, paslı zincirler kırılmak için vardı…
Öyle yaptı yoldaşlar…
O yağmurun kiremitleri parçalarcasına döküldüğü bir on beş haziran gecesi uçtular kuş olup…
Karanlık yıllarda da sürüyorsa yoldaşlık, gelecek aydınlıktır...
İskenderun'dan Avanoslara, oradan Karadeniz'e, kömür işçiliğinden, Meriç'e uzandı yaşam…
Nehirler geçildi, Sein'e ulaşıldı, Paris'e varıldı… Komünarların kentinde bilincine bilinç yükledi... Soran, sorgulayan, eleştiren bir devrimci olarak ona gıptayla yönelmiş gözlerimize gülerdi hep... Alaylıydık, Rıza sonra siyaset bilimi de yaptı… Latin Amerika'dan, Asya'ya, Avrupa'dan kıtalara uzanandı çarpan yüreği sınıfın geleceğine odaklıydı…
Kibar ve aşk doluydu…
Bir devrimci komünist olarak yaşamaya devam ediyor Rıza Saygılı…