JINNEWS/Rozerin Gültekin
İSTANBUL- İktidarın söylemlerinden alınan güçle yaşanan hayvan katliamları ve cezasızlık politikasına değinen HAKİM avukatlarından Gizem Karataş, hayvan katliamlarının bir “devlet politikası” ve kendisini dünyanın efendisi zanneden” zihniyet olduğunu belirtti.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, “Sahipsiz hayvanların yeri sokaklar değil, barınaklardır” sözleri ile hayvanların yaşam alanlarından çıkartılıp adeta “ölüm” alanına dönen barınaklara götürülmesi için talimat vermesi üzerine pek çok hayvan zorla yaşam alanından koparıldı. Hayvan hakları için 2014 yılından bu yana mücadele yürüten Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) avukatlarından Gizem Karataş, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Yok sayılıyorlar
Hayvanları en kırılgan grupta yer aldığını ifade eden Gizem, ancak onları koruyan yasal bir güvencenin olmadığını ve eşya statüsünde yer aldığını bundan dolayı hayvanların yaşam hakkının insanların mülkiyet hakkı ile çakıştığını dile getirdi. Gizem, “Hayvanlar yok sayılmaya mahkum ediliyor. 2021 yılında hayvanları koruma kanununda bir değişiklik yapıldı aslında. Bu değişiklik gelmeden önce önümüze yeni bir hayvan hakları kanunu yapılması bekleniyordu. Meclis Araştırma Komisyonu raporu çıktı aynı zamanda. Bu rapor aslında çıktığı döneme göre diğer ülkelerde göz önünde bulundurulduğunda çok ilerici, hayvanlar için büyük kazanımlar içeren çok iyi bir rapordu. Ama bu raporun hiçbir maddesi yasalaşmadı ve sadece yeni bir hayvan hakları yasası değil hayvanları koruma kanununda değişiklik yapılmasını öngören bir yasa teklifi gördük. Bu yasa teklifi suçların cezasız kalacağını ve hayvan katliamlarının giderek artacağını gösterdi. Biz yatarı olan hapis cezaları istiyorduk. Belki evet hapis cezası, insanların bu şekilde ıslah edilmeye çalışılması, herhangi bir rehabilitasyona tabi tutulması hala istediğimiz bir şey değil. Yani insan haklarına aykırı gördüğümüz bir şey. Cezasızlığı da tamamen engelleyecek bir şey olarak görmediğimiz bir durum ama ne yazık ki ceza sistemi dünyanın her yerinde böyle. Ama hayvanlarla ilgili suçlar birkaç tane fiil suç olarak belirlendi. İşte kasten öldürmek, nesli tükenme tehdidi altındaki öldürmek, işkence etmek, acımasızca, zalimce bir muamelede bulunmak ve tecavüz etmek gibi. Bu maddelerin de üst ve alt sınırları çok az belirlendi yani ertelenebilir derecede belirlendi. Yani yürütme, yargı ve yasama resmen kol kola girerek hayvanlara yönelik suçları cezasız bırakma yönünde çaba gösterdi.”
Hayvanlara dair işlenen suçlarda kolluk görevini yapmıyor
Kolluğa hayvanların yaşadıklarına dair yapılan başvuruların dikkate alınmadığını söyleyen Gizem, “Bu suçu işleyen kişi daha sonra senin başına bela olur, zaten bundan bir şey çıkmaz” gibi gerekçelerle işlem yapılmamaya çalışıldığını ifade etti. Gizem, “Zihniyetin değişmesi gerekiyor. Siz oraya kanuna istediğiniz kadar suçları sıralayın, bu suçtur deyin, hayvana yönelik bakış açısı değişmedikçe yeterli değil. Toplumdaki zihniyetin biraz değişmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanının açıklamasından sonra ve hatta onun öncesinden de gelen bir süreçte sokaktaki hayvanlara yönelik nefret politikası gördük. Sokaktaki köpeklerden başlayarak işte bu hayvanların toplatılması gerektiğini, barınaklara gönderilmesi gerektiğini ve orada tırnak içinde uyutma adı altında öldürülmeleri gerektiğini savunmaya başladılar. Sonra biz bu söylemler, yasa dışı talimatlar üzerine bütün belediyelerin köpek avına çıktığını görmeye başladık. Bunları gördükçe potansiyel failler güç kazandı aslında. Birçok farklı partiden belediyenin de bunu yaptığını görüyoruz. Çünkü ‘vatandaş sokağında köpek istemiyor köpeği yasaya aykırı olsa da toplarım ki o vatandaşın oyunu kazanayım’ şeklinde düşünceleri var” dedi.
‘Devlet politikası’
Hayvan popülasyonunun arttığı gerekçesiyle hayvanların toplatılmaya çalışılmasının arkasında belediyelerin sorumsuzluğu olduğuna dikkat çeken Gizem, “Hayvanları koruma kanununun 6’ıncı maddesi var. Bu maddeye göre belediyeler sokaktaki hayvanları kısırlaştırıp, tedavi edip, aşılarını yapıp yerine bırakmakla yükümlüler. Popülasyon sıkıntısından şikayetçi olan biz hayvan hakları savunucularız. Çünkü o hayvanlar yemek bulamıyor, sığınacak yer bulamıyor sayıları çok fazla olduğu için” ifadelerini kullandı. Gizem, hayvanları katletmenin bir devlet politikası olduğunu söyledi.
Barınaklar ölüm yuvası
Hayvanların toplandıkları ve ölüme terk edildiği barınakların durumuna dair de konuşan Gizem, “Sadece birkaç yerde girebildik o da avukat olduğumuz için. Yasaklı ırk diye tabir edilen ırkların olduğu yer içler acısıydı yani hepsinin kemikleri sayılıyordu. Doğru düzgün mama, su yoktu bunları Elâzığ barınağında gördük suç duyurusunda bulunduğumuzda görevi kötüye kullanmadan ve soruşturma izni verilmemesine karar verildi. Belediyeyle ilgili ne zaman bir suç duyurusunda bulunsak soruşturma izni verilmemesi yönünde bir karar veriliyor. İyi barınak diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Zaten Türkiye’deki mevzuatta barınak diye bir şey yok. Bakımevi olması gereken yerler var. Oralar geçici bir hastane görevi görmeli. Sokaktaki hayvanlar oraya getirilmeli, aşılanıp kısırlaştırılıp yerlerine geri bırakılmalı. Onların insanla iletişim kurmaya, serbestçe yaşamaya hakları var” şeklinde konuştu.
‘Bern Sözleşmesi’ne uyulmuyor’
Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde taraf olduğu Bern Sözleşmesi’ni hatırlatan Gizem, bu sözleşmenin avcılığa dair düzenlemeler içerdiğini ama Türkiye'nin bu sözleşmeye uymadığını vurguladı. Gizem, şöyle dedi: “Yaban keçileri, kızıl geyikler, Anadolu yaban koyunu gibi sadece Türkiye'de yaşayan türler var. Ama Türkiye ısrarla bu türleri ava açamayacak olmasına rağmen her yıl bir av turizmi uygulama talimatı yayınlayıp çeşitli bölgelerde bu hayvanları aslında ava açıyor. İhaleler açıp av turizmi denilen şirketlere bu öldürme haklarını satıyor. Bunun yanında talimatnameyle yerel avcı kotası belirliyor. Gidiyorsunuz bir eğitime katılıyorsunuz bir sertifika alıyorsunuz ve öldürme hakkına sahip oluyorsunuz. Devlet misafiri diplomat diye ayrı kotaları var. Biz bunlarla ilgili olarak olabildiğince ihalelerin iptali davaları açmaya çalışıyoruz ve en büyük dayanağımız da nesli tükenme tehdidi altında olmaları ve Bern Sözleşmesi’ne taraf olma konusu oluyor. Biz ihalelere yerelde dava açtığımızda ivedi yargılama usulüne girdiği için mahkemenin yürütmenin durdurma kararını vermesi gerekiyor. Çoğu yerde durdurma kararı veriliyor ama bazen vermiyor. “
‘Bakanlığın elinde hayvanlara dair veri yok’
Bakanlığın elinde güvenilir veriler olmadığını dile getiren Gizem, bu durumu “2021 yılında Türkiye çapında kaç yaban hayvan öldü bu yangınlarda diye sorduk. bize 75 cevabını verdiler” diyerek somut örnek ile özetledi. Gizem, “Bu genel olarak yabanda yaşayan hayvanların öldürülmesinin, neslinin tükenmesinin hiçbir şekilde sorumluluğunu kabul etmedikleri ve umursamadıkları anlamına geliyor. Hayvan hakları izleme komitesi ben dahil olmadan önce şu yüzden kurulmuş. Türkiye'deki tür ayırt etmeksizin hayvan hakları ihlallerini raporlamak üzerine. Yani işte bunun içinde ipek böcekçiliği de var mezbahalarda öldürülen hayvanlar da var. Deneylerde kullanılan hayvanlar da var. Hepsinin toplam verilerini çıkartmak üzerine. O zaman yasa çalışmaları için Meclis’e gittiklerinde oradaki bürokratlar, komiteyi kuran arkadaşlarımıza demiş ki ‘hayvan hakkı ihlalleri bu kadar büyütülecek bir şey değil münferit olaylar’. Onlar da bunu gösterebilmek adına böyle bir çalışmaya başlamışlar ve çıkan sayılar gerçekten çok korkunç. Bunun yanında eğitimler yapmaya çalışıyoruz. Davaları takip etmeye çalışıyoruz.”
Çözüm, insanların türlerle arasındaki çizgiyi kaldırması
Aslında ülkede hayvanlara atfedilen kutsallıkların olduğunun, yaşamın birçok yerinde koruma içgüdüsüyle bireysel koruma sağlandığını ancak bunların yeterli olmadığını söyleyen Gizem, son olarak şunları belirtti: “Yaban keçilerinin, kızıl geyiklerin kutsal atfedildiği yerler var. Sokaktaki kediyi, köpeği koruyan teyzeler, esnaflar var. Bunun bir hak olduğunun anlaşılması ve buna yönelik olarak mücadele verilmesi lazım. Ama buna rağmen buradaki korumacılık kültürünün çok kıymetli olduğunu ve buradan insanlara bir şeyler anlatabileceğimizi düşünüyorum. İnsanlar bir şekilde onların da canlı varlıklar olduğunu anlayabiliyorlar. Hukuk artık maalesef ki her zaman güçlüyü koruyor. Biz tam tersi için uğraşsak da hukuk güçlü olanı koruyor. Üstünlerin hukuku söz konusu. Türcülük denilen bizim algımıza sonradan yerleştirilen tutumlarımızı değiştirecek eğitimler verilmesi gerekiyor. Deney denilen şey hayvanlar üzerinde yapılmasına gerek olmayan bir sürü alternatif yöntem olduğunun belirlenmesi ve yatırım yapılması gerekiyor. Biz insanlar olarak kendimizi dünyanın efendisi zannediyoruz. Diğer bütün türlerle aramıza bir çizgi çekmişiz o çizgiyi kaldırıp aslında hep birlikte yaşamamız gerektiğini onların da yaşam hakkını korumamız gerektiğini anladığımızda aslında bu bizim de kurtuluşumuz olacak.”