ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, iktidarın 15 Temmuz askeri kalkışmadan nemalandığına işaret ederek, "AKP darbe mekaniğinin bizatihi uygulayıcısı oldu" dedi. 

Yenidoğan Çetesi iddianamesi kabul edildi Yenidoğan Çetesi iddianamesi kabul edildi

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Meclis’te partisinin haftalık grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmanın yıl dönümüne dikkati çeken Hatimoğulları, geçmiş dönemlerde yaşanan tüm darbelerin en ağır bedelini işçilerin, emekçilerin, yoksulların, solcuların, sosyalistlerin ve muhaliflerin ödediğini söyledi. Hatimoğulları, "Bizler DEM Parti geleneği olarak siyasi ve askeri darbelere karşı tutumuz çok açık ve nettir. Darbelerin sadece kazananı, o darbeyi gerçekleştiren klik ve ona bağlı güçler olmuştur. Kaybedeni de Türkiye olmuştur. 15 Temmuz darbe girişiminin ve devam eden darbenin kaybedeni yine Türkiye olmuştur” dedi.

15 Temmuz darbe girişiminin kaybedeni Türkiye olmuştur

Dün askeri darbe girişiminin yıldönümüydü. Tabii bizim açımızdan 15 Temmuz’da başlayan süreç 20 Temmuz’a kadar devam etti. Ne yazık ki günümüze kadar da devam ediyor. Belli ki bu iktidar gidene kadar 15 Temmuz darbesinde tesis edilmiş olan rejimin bütün etkilerini her veçhesiyle yaşamaya devam edeceğiz. Türkiye siyasi tarihinin en karanlık günlerinden biri olan 15 Temmuz’un bizlerde yarattığı etkileri bugün tek tek bütün detaylarıyla konuşacağız. Türkiye tarihi darbeler tarihidir, bunu çok iyi biliyoruz. Ne yazık ki hangi darbe yaşandıysa en ağır bedeli bu ülkenin halkları, işçileri, emekçileri, yoksulları, solcuları, sosyalistleri ve muhalifleri ödemiştir. DEM Parti geleneği olarak bizim siyasi ve askeri darbelere karşı tutumuz çok açık ve nettir. Darbelerin tek kazananı her zaman o darbeyi gerçekleştiren klik ve ona bağlı güçler olmuştur, kaybedeni de Türkiye olmuştur. 15 Temmuz darbe girişiminin ve sonrasında devam eden darbenin kaybedeni yine Türkiye olmuştur. 15 Temmuz darbe girişiminden nemalanan ise AKP iktidarıydı. Ankara Gar ve Suruç katliamlarından sonra iktidar, “Bu katliamlar iyi oluyor, oylarımız artıyor” demişti. Mevcut olan bu baskıcı rejimi bu katliamlar üzerinden, yani insan kanı üzerinden inşa ettiler. 15 Temmuz Türkiye halklarına karşı kurulmuş büyük bir komplodur. 15 Temmuz Türkiye’de zamana yayılmış siyasi darbedir, kolluk kuvvetleri ve yargı tarafından desteklenmiş bir darbedir. 15 Temmuz ve onu takip eden 20 Temmuz hukukun yargı eliyle ortadan kaldırıldığı gündür. AYM, AİHM, Yargıtay, neredeyse yargının doğru düzgün bir tarafı kalmadı. Yargı, yargıya darbe yapmıştır. 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile beraber gerçekleşen zamana yayılmış siyasi darbeyle ve tabii kolluk kuvvetlerinin desteğiyle Türkiye’deki bütün muhalifler yurttaşlıktan çıkarılmıştır. Bakın bunun altını özel olarak çiziyorum. Yurttaşı, muhalif olanı, kendisine biat etmeyeni vatandaşlıktan çıkardıkları günün başlangıcı olarak tarihin sayfalarında yazılacaktır. On binlerce insanın ekmeğe muhtaç edildiği, yaşayan ölüye dönüştüğü, milyar dolar servetlere el konulduğu tarihtir o gün.

15 Temmuz’un mağduru toplumdur, faşist otoriter rejimin inşası o günle resmi olarak başladı 

Askeri darbe analizi yapan uzmanların yaptığı bir değerlendirmeyi paylaşacağım sizlerle. “15 Temmuz bir darbe değildir. Bu girişim kimin işine yaradıysa fail odur” dediler. Bu tespite yürekten katılıyoruz. 15 Temmuz’un hem öncesi hem sonrası tamamen bir senaryoydu.  Bu senaryonun kimler tarafından yazıldığını bütün detaylarıyla bugün konuşacağız. 15 Temmuz’un mağduru toplumdur. O gün bugündür ekonomi tam bir çöküş içinde, siyaset tam bir çöküş içinde, demokrasinin kırıntısına dair hiçbir şey yok ortada. Faşist otoriter rejimin inşası bugünle birlikte resmi olarak başlamıştır. Bunu böyle görmek zorundayız. Burada mağdur kim? Bunun da açığa çıkarılması için söylenmiş olan yalanlara kulak asmayarak, cesur bir şekilde gerçekleri açığa çıkararak darbeyle nasıl yüzleşileceğini biz bütün Türkiye halklarına göstermeye devam edeceğiz. Şu bilinsin ki hiçbir darbe ve hiçbir darbeci tank, top, halktan, yani bizlerden daha güçlü değildir. Bizler tarih boyunca darbelere boyun eğmeyenleriz. Askeri darbe girişimine karşı ve sonrasında bunu siyaset ve yargı eliyle büyüten zihniyetin darbesine karşı, bu rejimin otoriterleşmesine karşı dün olduğu gibi bugün de mücadelemize tüm gücümüzle devam edeceğiz, dayanışarak mücadele edeceğiz. 

Asıl darbe 4 Kasım’dır 

15 Temmuz darbecileri bu darbede başarılı olsalardı ne yaparlardı? Bunun simülasyonuna bakalım. Öncelikle ne oldu ona bakalım. Binlerce acı yaşandı. Bunlardan birkaç kareyi sizlerle paylaşacağız. Gezi ve Kobanî. Siyasetçiler tutuklandı, bu siyasetçiler HDP’li siyasetçilerdi. Aralarında o dönemin eş genel başkanları olan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın olduğu onlarca HDP’li siyasetçi gözaltına alındı, tutuklandı. Öncesinde dokunulmazlıkları kaldırıldı. 4 Kasım Darbesi. Bu fotoğraf 4 Kasım Darbesinin Sincan Adliyesindeki fotoğrafıdır. İşte darbe budur. Yine başka bir fotoğraf. Gezi’den dolayı yargılanan arkadaşlarımızın fotoğrafı. Gezi Direnişi bu ülkenin toplumsal hafızasında en onurlu sivil itaatsizlik eylemlerinden biriydi. Halkın gücünü bütün dünyaya gösteren bir direnişti. Sivil demokratik Gezi Direnişi bu şekilde müebbetle cezalandırıldı. Bu darbe değil de nedir? Bunu bütün Türkiye halklarının vicdanına bırakıyorum. 

KHK’lı akademisyenlerin cübbelerini yeniden giymesini sağlayacağız 

Bakın burada ise akademisyenlerin cübbeleri var ve o cübbeler polislerin postalları altında çiğneniyor. Aynı zamanda bilimin, bilimsel eğitime gönül vermiş insanların burada bilinçleri ve gelenekleri çiğnenmiştir o cübbelerin çiğnenmesiyle. Aramızda KHK’lı arkadaşlarımız var. En çok mağdur olan kesim KHK’lı arkadaşlarımızdır. Erdoğan, bir üniversitenin açılışında, “Eskiden Türkiye, dünyada üniversiteler arasında ilk 500’de yer alırken şimdi neden derecelere giremiyoruz?” diye sordu. Bu soruyu dönüp kendine sorsana, bu sizin sayenizde oldu. Üniversiteleri siz bitirdiniz. Muhalif akademisyenleri ihraç ederek, cübbelerini polise ezdirerek siz bitirdiniz. Ama ant olsun ki bütün KHK’lı yurttaşlarımızla birlikte onların bir kez daha bu cübbeleri giymelerini sağlayacağız. Dayatılan dinci müfredat programına, bilimden uzak müfredat programına, integral ile uğraşan müfredat programına karşı demokratik, bilimsel ve anadilde eğitim bu ülkeye gelene dek bizler mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Gençlerin ellerine kelepçe takarak onların özgürlüğe olan aşkını engelleyemezsiniz

Bir kare de üniversiteler gençlerden. İstanbul Üniversitesinin kapısına vurulan kelepçenin fotoğrafı. Aynı fotoğraf 12 Eylül darbesinde gerçekleşmiş. 1980’de faşistler, solcu yurtsever sosyalist gençlerin üzerine salındı ve gençleri katletmeye başladı. Muhalif gençleri katletmeye başladılar. Aynı görüntüleri 15 Temmuz darbesinden sonra, 20 Temmuz OHAL darbesinden hemen sonra biz üniversitelerde gördük. Eli satırlı öğrenciler, eli kalem ve kitap taşıyan öğrencilerin üzerine o satırları salladılar. O satırı sallayan kişi daha sonra hakim olarak atandı. İşte Türkiye’deki manzara budur. Yani burada özellikle şunun altını çizmek istiyorum. 1980 darbesi ne ise üniversitelerde öğrenciler için, YÖK’ün yarattığı sonuçlar ne ise üniversitelerde öğrenciler için, aynısını şimdi AKP eliyle gerçekleşen siyasi darbe üniversitelerde yaratmıştır. Ama gençler kabına sığmaz, gençleri böyle susturamazsınız. Gençlerin ellerine kelepçe takarak onların özgürlüğe olan aşkını engelleyemezsiniz. Sevgili gençler; Türkiye’nin geleceği sizlerin elinde, aydınlık ve demokratik gelecek sizlerin elinde. Siz aydınlanıp sokaklarda, meydanlarda oldukça Türkiye’nin demokratik inşasına büyük katkı sağlayacaksınız. Bundan hiç şüphemiz yok. 

Cenazeyi koliyle gönderen bu rejimle hesaplaşmaktan vazgeçmeyeceğiz

Bu fotoğrafı bu salonda birçok arkadaşımız çok iyi hatırlayacaktır. Bu fotoğrafa bakarken içimizin kan ağladığını sizlerin gözlerine bakarak hissediyorum. 2015’ten bu yana AKP iktidarı, geçmiş dönem faşist otoriter rejimlerin denemediği yöntemleri deniyor. Ölülerimize saygısızlık, mezar taşlarını tahrip etmek. Bir hafızayı bu şekilde ortadan kaldıracaklarına inandılar. Mezarları tahrip ettiler, cenazelere işkence yaptılar, cenazelerin gömülmesini bile engellediler. Savaş hukukunda bile kabul görecek bir şey değildir bu. Kabul edilemez. Bu fotoğraf Ali Rıza Aslan’a ait ve elinde taşıdığı koli çocuğunun kargoyla gelen cenazesi. Sadece bu fotoğraf bile bize ne kadar çok şey anlatıyor. Ali Rıza Aslan şu sözlerle anlatıyor duygusunu: “Gözlerim karardı, nefesim kesildi, sanki o bütün Diyarbakır başıma yıkıldı”. İşte bütün Diyarbakır, bütün Türkiye bu acı çeken ailelerin başına yıkılıyor. Bunu da yapan sözde mütedeyyin olan ama İslam’ın değerlerini siyasal amaçları için kullanan AKP’dir. Hiçbir dinde, hiçbir imanda, hiçbir mezhepte, hiçbir itikatta, hiçbir anlayışta, hiçbir etikte cenazeyi babaya böyle teslim etmek yok. Buradan bu anlayışı huzurunuzda bir kez daha kınıyorum. Bu rejimle hesaplaşmaktan vazgeçmeyecek, sonuna kadar da mücadelemiz bu babalar ve analar için olmaya devam edecek. 
 
Garibe Gezer’in gördüğü işkence gülüşünü soldurmadı 

Garibe Gezer’in bu gülen fotoğrafının yanında aynı zamanda süngerli odada gördüğü işkencenin kamera kayıtlarındaki görüntüleri var. Hapishanelerden her ay çok sayıda cenaze çıkıyor ne yazık ki. Tedavisi yapılmayanlar, ince arama ve çıplak aramayı reddettiği için hastaneye götürülmeyenler, tahliyesi geciktirilenler ve işkence görenler. Bakın Kayseri Cezaevinden Kandıra’ya sürgün edilen ve burada 22 gün tek başına hücrede bekletilen Garibe Gezer tacize ve işkenceye uğradı ve işkenceyle katledildi. Bu genç kadının gördüğü işkence bu gülüşü soldurmamıştır. Bedeni toprak altında olabilir ama o bizim içimizde. Bu acıyı, bu işkenceyi unutmadık. Bu acının ve işkencenin benzerini 12 Eylül zindanlarında gördük. Tarih yazdı bunları. Onların bizzat tanıkları var bu salonda. 12 Eylül döneminde hapishanelerde olanlar var. Bu acıları en iyi onlar bilir. Garibe Gezer’i buradan saygıyla anıyorum. 

Darbe demek insan haklarının postallar altına alınması demektir

AKP’nin öncülüğünde zamana yayılmış olan bu siyasi darbenin yarattığı sonuçların görüntülerini sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Hasta tutsaklar. Makbule Özer, 83 yaşında ve yüzde 61 engelli. ATK’dan çıkan rapora göre cezaevinde kalabileceği söyleniyor. Ağır hasta ve yaşlı mahpusların neler çektiğini bizler Makbule Özer’e baktığımızda kolaylıkla görebiliriz. Darbe demek insan haklarının postallar altına alınması demektir. Cezaevindeki mahpusların hakları Anayasada tanımlanmıştır. Ona dahi riayet etmeyip postallarıyla bu yasaları ezdiler “biz darbeci değiliz” diyen sahtekarlar. Daha iki gün önce Batman’da analar tutuklandı. Bu iktidarın, Kürt kadınlarına ve analarına karşı sadece ve sadece barış istedikleri için yürüttüğü operasyonun işte bir sembolü. Sanmayın ki bu anlattıklarımız sadece bir Kürt kadının hikayesidir. Bir elinde çiçek, bir elinde bastonu dimdik ayakta durmaya çalışan beyaz tülbentli bir Kürt ananın fotoğrafı, hikayesi. Aynı zihniyet emeklilere nasıl davranıyor görüyoruz. Demek ki bu zihniyet aynıdır. İşte hasta ve yaşlı olan o Kürt anaya hapishaneyi reva görenler aynı zamanda işçiye, emekçiye, emeklilere işkenceyi reva görenlerdir.

Emeklilere verilen ne bir kıyaktır ne de bir bahşiş

Bugün en düşük emekli maaşının 12 bin 500 olduğunu açıkladılar. Emeklilere kıyak zam yaptıklarını zannediyorlar. Bunun böyle olmadığını bütün emekliler çok iyi biliyor. Bu ülkede 16 milyon emekli var. Bunların verdiği bu zam ne bir kıyaktır ne bir bahşiştir. Saray 15 saniyede bir emekli maaşını harcarken emekliye verdiklerinin 12 bin 500 TL olduğunu biraz önce öğrendik. DEM Parti olarak, emekli maaşının yoksulluk sınırının yarısı kadar olması gerektiğini altını defalarca çizdik. Ekmek ve Adalet Kampanyamızda da emeklilerin yanında durmaya devam edeceğiz. Buradan bütün emeklilerimize sevgilerimizi gönderiyoruz. 

İktidar 12 Eylül anayasasının gerisine düşmüş bir anlayışla yönetiyor  

Yine darbenin en önemli eserlerinden biri, yeni tip darbenin yeni tip modeli olarak tarif edeceğimiz kayyım rejimidir. Geçmiş dönemde yaşamış olduğumuz askeri darbe dönemlerinde dahi kayyımlar atanmadı. Geçmiş dönemde öğretmenler, kamu emekçileri ihraç edildi, meslekten men edildi ama birkaç yılda bütün hakları teslim edilerek görevlerine iade edildi. Ama bu darbe 12 Eylül’den daha beter bir darbedir. Askeri cunta anayasasında tanımlanmış olan yerel yönetimler yasasını bile çiğneyen, yani 12 Eylül anayasasının gerisine düşmüş bir anlayıştır şu an bu ülkeyi yöneten. Siyaseten bileğini bükemediğine yargı yoluyla OHAL’le, 15 Temmuz’u Allah’ın lütfu olarak görerek kayyım atıyorlar. Neydi bu kanun bunu hatırlamalıyız. Bu kanun tarihe kara harflerle yazılacaktır. 674 Sayılı Kanunla belediyelerin gasp edilmesinin önünü açan kayyım uygulaması 15 Temmuz’dan sonra sahneye konuldu. Milyonlarca insanımızın seçme ve seçilme iradesi KHK’yla, tek adamın tek imzasıyla ortadan kaldırıldı. Bu görüntüyü daha önce de göstermiştik, polislerin hemen arkasında biz vardık. Hakkari Valiliğinin önü. Bu görüntü sosyal medyada birkaç saat içinde çok döndüğü için, AKP iktidarı asker görüntüsünü vermenin yaratacağı tehlikenin farkına vararak askeri daha sonra geri çekmiştir. Alın size 100 yıl boyunca hatırlayacağımız bir darbe fotoğrafı. Hakkari Valisinin Hakkari Belediyesine kayyım olarak atanmasının belgesi. Askeri güçle bunu sağladıklarının belgesi bu fotoğraftadır. Bu fotoğrafı asla unutmayacağız. Yürüyüşlerimizle, nöbetlerimizle, direnişimizle kayyıma el çektirilene ve Hakkari Belediye Meclisi tarafından seçilen ve halkın iradesini temsil eden Viyan Tekçe başkan vekili olarak atanana dek kayyıma karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu aynı zamanda darbeye karşı da bir mücadeledir. 

Doğal afetlerin ölümle sonuçlanmasına neden olan anlayışı da unutmayacağız

Bu darbeci anlayış aynı zamanda sermayenin daha da gelişmesi ve palazlanması için Türkiye’nin bütün doğasını peşkeş çekmekten geri adım atmadı. Erzincan İliç’teki toprak kaymasında göçük altında kalan maden işçileri yaşamını kaybetti. O dönem çok konuşulan konulardan biriydi. Maden şirketlerine leblebi dağıtır gibi ruhsat dağıttı bu iktidar. İktidar 15 Temmuz sonrasında elde ettiği gücü arkasında alarak Türkiye doğasını mahvetmeye, sermaye peşkeş çekmeye devam ediyor. Cudi-Akbelen’in fotoğrafı. Fotoğraflar yanımda değil ama hafızalarımızda o kadar taze ki şöyle bir an gözümüzü kapattığımızda 6 Şubat depremini zaten hatırlayacağız. 11 ilimizi etkisi altına alan depremi hatırlayacağız. Maraş’ı, Adıyaman’ı, Antakya’yı, Defne’yi, Samandağ’ı... Türkiye’nin dört bir yanını yaktılar yıktılar, doğal afetleri ölüme ve felakete dönüştürdüler. Kanun hükmünde kararnameleri yönetim biçimine dönüştürdükleri için yasaları kendi kafalarına göre değiştirip şimdi rezerv alan ilan ediyorlar. Bunu adı yaşama darbedir. Yangınların, sellerin, depremlerin insan eliyle ölümle sonuçlanmasına neden olan bu darbeci anlayışa karşı mücadelemiz devam edecek. Ne depremi ne yangında kaybettiklerimizi asla unutmadık, unutmayacağız.  

Darbeci değilseniz bu fotoğraf nedir? 

Halk, ekmeği birkaç kuruş daha ucuza almak için gece gündüz,yaz kış demeden işte böyle kuyruklarda. Bu fotoğraf bu iktidarın bizlere yaşattığı yoksulluğun resmidir. Bir fotoğraf daha paylaşacağım sizlerle. Yoksulluğa karşı inatla mücadele edenler, “yoksulluk bizim kaderimiz değildir” diyenler 1 Mayıs’ta alanlara çıkmıştı. Bu, 1 Mayıs’ta İstanbul’da polisin nasıl barikat oluşturduğunun fotoğrafıdır. Bugün Türkiye’de miting yapmak yasak mı? Hayır! Var mı bunu yasaklayan bir yasa? Hayır. Taksim’e gitmek yasak mı, hayır. Bunu yasaklayan bir yasa yok ama İçişleri Bakanlığının emriyle, daha doğrusu Saray’dan alınan esas emirle kafalarına göre yasa uyduruyorlar ve bizi bu fotoğrafa mahkum ediyorlar. Bu dünyanın en antidemokratik görüntülerinden biridir. İşte bu 15 Temmuz askeri darbe girişiminin ve 20 Temmuz OHAL darbesinin ürünü olan bir fotoğraftır. Bunlar darbeci değilmiş. Bu fotoğraf ne o zaman? Siz darbeci değilseniz bu fotoğraf nedir? Bunu çıkıp açıklayın bakalım. 

İçinde olduğumuz darbe süreci ve mekaniği sermayeyi güçlendirmiştir

Emekçilerin önünde kurulan bu barikat 1980 askeri darbesinin gerçekleşmesinin nedeni olan fotoğraftır. 1980 askeri darbesi neden gerçekleşti? Çünkü Türkiye’nin sol sosyalist hareketleri oldukça güçlüydü, halk ayaktaydı, alanlarda ve meydanlardaydı. Ekmek kavgası, eşitlik ve adalet kavgası oldukça kitleselmiş ve halklaşmıştı. Bunun önüne geçmek için o darbe gerçekleşti. O dönemin sermayedarlarından birisi basına şöyle bir açıklama yapıyor: “Bu darbeden önce siz güldünüz, 20 yıl siz mutlu oldunuz. Şimdi gülme sırası bizde”. Biz de onlara diyoruz ki gülün bakalım, çatlayana kadar gülün, aksırana tıksırana kadar yiyin. Darbecileri arkanıza alarak yiyin bakalım. Biliyoruz ki bu içinde olduğumuz darbe süreci ve mekaniği tamamen sermayeyi güçlendirmiştir. Erdoğan 15 Temmuz’dan sonraki konuşmalarından birinde sermayeye seslenerek, “Siz ne istiyorsunuz. Bıraksaydık da işçi size karşı grev mi yapsaydı? Size dünyanın en büyük iyiliğini yaptık” dedi. Çünkü bir basın açıklaması için sokağa çıkıldığı zaman hemen gözaltılar, operasyonlar gerçekleştiriliyor. Biz de diyoruz ki bu düzen asla böyle gitmez. Bu darbenin sermaye düzenini korumak için yapıldığını çok iyi biliyoruz. 

Ant olsun ki saraylarının saltanatını, sermayelerinin saltanatını hep beraber yıkacağız

Çünkü 50 milyon insanın işsizlik ve yoksulluk sınırında yaşadığı bir ülkede elbette sendikalar da ayağa kalkar, yoksullar da alanlara dökülür. Bu dünyanın doğasıdır, olağan bir şeydir ve olması gerekendir. Bu darbe girişiminin, rejimin otoriterleşmeyi ve faşistleşmeyi seçmesinin en önemli sebebi zenginlerin sermayesini korumak, yoksulları susturmak, açlıkla yoksulları biat ettirmektir. Bir kez daha diyoruz ki bu düzen böyle gitmez. Türkiye’nin yoksulları, emekçileri, işçileri elbette bir olacak ve ant olsun ki saraylarının saltanatını, sermayelerinin saltanatını hep beraber yıkacağız.

Susmuyoruz, korkmuyoruz, sonuna kadar direniyoruz; bu da darbecilere dert olsun 

Bu fotoğrafta o kadar çok polis var ki; sanırım kadınlar az seçilebiliyor ama inanın çok sayıda kadın da vardı. Bu bir kadın eyleminden görüntü. Kadın mücadelesine de savaş açtılar. 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle birlikte kadınların binbir mücadeleyle elde ettiği kazanımları ellerinden tek tek alınmaya çalışılıyor. Şimdi de soyadımızı kullanmayı engellemek üzere 9. Yargı Paketi Meclis’te görüşülecek. Bu fotoğrafta sadece haklarımızı elimizden alan otoriter gücün sembolü yok, sadece İstanbul Sözleşmesinden çekilmiş olan ve kadına yönelik şiddetin önünü açan sistemin sembolü yok; aynı zamanda burada çok sayıda kadının, asla susmayacağız diyen kadınların dayanışmasını görüyoruz. Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz, sonuna kadar direniyoruz. Bu da darbecilere dert olsun. 

Kendi medyalarını sermaye gruplarıyla güçlendirdiler 

Bu elimde gördüğünüz fotoğraf mültecilere dönük gerçekleşen pogrom denemelerinin. Sadece Kayseri değil, onun öncesi ve Kayseri’den sonra parça parça Türkiye'nin birçok yerine yayılan pogrom denemeleri. Toplumu kutuplaştıran bu iktidar, sanki mültecilerin yanındaymış gibi mesaj verip aslında bu tablonun açığa çıkmasını sağlıyor. Ahmet el Naif, daha çocuk yaşta bir nefret cinayetine kurban gitti. İşte bu fotoğraf aynı zamanda darbecilerin Türkiye’yi savaşla birlikte mahkum ettikleri fotoğrafın ve mültecilerin görüntüsüdür. Bir kare daha var ki bütün darbelerin ortak özelliğidir. Darbe süreçlerinde biliyorsunuz ilk basına saldırılır, özgür basına saldırılır. Yaptıkları kirlilikler ve insan hakları ihlalleri kamuoyuna gösterilmesin diye en büyük darbeyi basına yaparlar. Nitekim şimdi Türkiye, cezaevinde gazetecileri olan ve en ön sıralarda yer alan ülkelerden biridir. Sermaye gruplarıyla oldukça güçlendirdiler kendi medyalarını. Medya daima burjuvazinin tekelindeydi ama AKP döneminde medyayı daha fazla tekellerine aldılar. Bakın bu süreçte KHK’larla toplam 204 medya kuruluşu; 6 haber ajansı, 70 gazete, 20 dergi, 41 radyo, 38 TV, 29 yayınevi ve dağıtım şirketi kapatıldı. Yüzlerce basın kartı iptal edildi, gazeteciler tutuklandı. Özgür basına olan baskıların benzerini 12 Eylül darbesinde yaşadık. 12 Eylül’de “Paşam dernekleri, partileri ne yapacağız?” diye sorarlar. “Ne yapacaksınız, kilit vurun” der. Kilit vuruldu 12 Eylül’de. “Gazeteleri ne yapacağız?” diyorlar. “Gazeteler makas makas” diyor. “Efendim, Erdal Eren 17 yaşında…” Verdikleri cevap da “Asmayalım da besleyelim mi?” 12 Eylül’ün aynısını, basın kurumlarının kapısına vurulan mühürlerle bir kez daha gördük. Şu an cezaevinde olan, yeni ceza alan bütün basın emekçisi arkadaşlarımıza buradan dayanışma duygularımızı, selamlarımızı ve sevgilerimizi gönderiyorum. 

Saray ve AKP darbe girişimini fırsat bilerek kendi darbesini yapıyor

Elimdeki son kare: “El Değiştiren Darbe”. Kapatılan Özgür Gündem Gazetesinin 19 Temmuz 2016 tarihli manşeti. Altta devam ediyor ve “Saray ve AKP darbe girişimini fırsat bilerek kendi darbesini yapıyor. Sokağa salınan çeteler demokratik güçleri hedef alıyor” diyor. Tam da böyle oluyor. Özgür Gündem yaşanan her şeyi bu cümle ile o kadar net özetlemiş ki. Evet, iktidarın şiddet ve unutturma yaklaşımına karşı bizler bu kareleri hafızalarımızda, her alanda dipdiri tutuyoruz. Onlar zannetmesin ki attıkları yalanlarla bu kareleri gölgeleyebilecekler. Bu kareler toplumun vicdanında zaten bir hafıza oluşturmuş ve aynı zamanda arşivlerde en iyi şekilde yerlerini almıştır. 

AKP’nin darbesinde tank yok ama rant var, sömürü var!

Bizler bu iktidarın yalan dolanına rağmen darbelere karşı mücadele etmeye dün olduğu gibi bugün de devam ediyoruz. Demek ki neymiş? Demek ki bu darbe girişimini yapan, 15 Temmuz senaryosunu yazan akıl ile 20 Temmuz OHAL ilanıyla siyasi darbeyi gerçekleştiren akıl aynı akılmış, yani bu iktidarmış. Biz o dönemde de çok söyledik, şimdi de hafızalarımız yenilemek için bir kez daha altını çiziyoruz: AKP’nin öncülüğünde, küçük ortakları ve bu ortaklığa eklenen yeni kuvvetler ülkede faşist ve otoriter bir rejimi inşa etmek için bu darbe senaryosunu kendileri yazdı, kendileri oynadı. Yani 12 Eylül darbesi neyse bizim yaşadığımız zamana yayılmış bu darbe de odur. Bu darbede tank yok, top yok, asker postalı yok ama ne var? Rant var, sömürü sistemi var, kadına yönelik şiddet var, KHK’larla kafalarına göre Anayasa’yı dahi çiğneyerek yeni kanun ihdas etmek var, onları koruyan yargı ve kolluk kuvvetleri var. 

Darbenin siyasi ayağı şu anda siyasetin başı haline gelmiştir

Darbenin siyasi ayağını AKP hiç konuşmaz ama Türkiye toplumu bunu çok ciddi bir biçimde konuşmalıdır. Darbenin hakimi, savcısı, eniştesi, çaycısı var ama siyasi ayağı yok. Darbenin asıl failinin bulunması için o zaman HDP, şimdi DEM Parti olarak defalarca araştırma komisyonu teklifi verdik. En son bir darbe araştırma komisyonu kuruldu. Şu an söyleyeceğimiz şey o kadar mühim ki bu iktidarın derhal istifa etmesini gerektiriyor. Çünkü belgeyi çaldılar, belgeyi! TBMM’nin elindeki raporu ve belgeyi çaldılar. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi Komisyon Raporu çıkıyor bir bakıyorsunuz ki bu rapor yok. Meclis’in raporunu çaldılar. Bunlar sadece yalan söylemiyor, sadece işçinin ve emekçinin cebindeki parayı çalmıyorlar; Meclis’ten bile rapor çalmışlar. Tarihe bu iktidar bu şekilde geçecektir. Onlar siyasi ayağının üstünü kapatmaya çalışsalar da Türkiye kamuoyuyla, yurttaşlarımızla bu darbenin siyasi ayağını açıklamaya devam edeceğiz. Olağan şüpheliler kim bu darbede? Cemaatle kol kola yürüyenler, “Ne istediniz de vermedik?” diyenler, bu yapıları devlet içine yerleştiren ve onlara kol kanat gerenler, Türkçe olimpiyatlarında gözyaşı dökenler, Meclis kürsüsünde Fethullah Gülen’e övgüler yağdıranlar… Kim olduğu gayet net ve anlaşılıyor. Darbenin siyasi ayağı şu anda siyasetin başı olmuş durumdadır. Şundan bütün Türkiye halkları emin olsun ki bizler darbenin siyasi ayağıyla da yargı ve toplumsal her ayağıyla da DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de mücadele etmeye devam edeceğiz. Gücümüzü halkımızdan alıyoruz, asla bize karşı duramayacaklar. Zafer bizim olacaktır, halkların olacaktır. Bizler direnmeye alışkın bir geleneğin çocuklarıyız ve kazanacağız. Bu umutla mücadele ediyoruz. 

Ne bu iktidar ne bu rejim ne de bu restorasyoncu anlayış 

AKP-MHP, Cumhuriyet tarihindeki en büyük askeri ve sivil darbenin kirli mirasını omuzlayan bir iktidar oldu. AKP, darbe mekaniğinin bizatihi uygulayıcısı oldu. 20 Temmuz OHAL darbesinden sonra rejimin değişmesini de muhalefet ne yazık ki oturup izledi. Bizler ne darbenin ne darbecilerin bir parçası olduk ne de darbeden faydalananlardan olduk. Bizler darbe rejiminin sahte oyununun perdesini açarak bütün açıklığıyla halklara gösterenler olduk. “Yenikapı Ruhu”nun figüranı olmayı reddettik, halkın yanında olduk. Böyle de olmaya devam edeceğiz. Bunları neden hatırlatma gereği duyuyoruz. Çünkü yeni dönemin siyaseti muhalefet tarafından şekillendirilmeye çalışılıyor ve Yenikapı Ruhunu oluşturarak bu iktidarın kendini kurumsallaştırmasının önünü açan anlayışla da muhalefetin hesaplaşması gerekiyor. Bu hesaplaşma gerçekleşmezse demokratik bir cumhuriyetten ve demokratik bir Türkiye’den bahsetmek mümkün olmayacak. Ne bu halk düşmanı rejimin ne de bu rejimi restore etme ihtimaline karşın görev üstlenebilme olasılığı olan muhalefetin -olasılık diyorum çünkü bunu hala değerlendirmek kendi ellerinde- Türkiye halklarına bir faydası olmaz. İşte biz bu nedenle diyoruz ki ne bu iktidar ne bu rejim ne de bu restorasyoncu anlayış. Bütün bunlara karşı demokratik cumhuriyeti örecek olan 3’üncü Yoldur. Üçüncü yolun yolcuları da DEM Parti’de mücadele vermektedir. Biz 3’üncü Yolun yolcuları olarak demokratik cumhuriyeti inşa etmek için mücadelemize devam ediyoruz. 

Gerçekleri haykırmaya devam etmeliyiz

Bu darbe girişiminin ve sonrasındaki bütün saydığımız bu baskı zincirinin en önemli nedenlerinden biri halkın üzerinde bir korku imparatorluğu yaratmak. Bizlerse elbette bu korkunun ilk şok dönemini anlattık Türkiye halkları olarak. Bir şok doktrini uyguladılar bu topluma ama biz onu atlatalı çok oldu. Bu korkunun ecele faydası yok. Korkuyla sindirilmeyeceğini bu rejime biat etmeyerek Türkiye halkları önemli ölçüde göstermiştir. Gerçekleri haykırmaya devam etmeliyiz. Bizler insanız. Etten, kandan, ruhtan, duygulardan oluşan bir varlığız. Tok yaşamak, insanca ve güvenceli bir işte çalışmak herkesin hakkıdır. Bu sadece zengin zümreye atfedilmiş bir hak değildir. Bu ülkede yaşayan 85 milyon yurttaşın hakkıdır. Ülkemizin dört bir yanında dolaşmak; Hakkari'ye gitmek, Didim’e gitmek, Ege sahillerinde dolaşmak, Kürdistan'ın dağlarında dolaşmak her yurttaşımızın en önemli hakkıdır. Anadilimizle konuşmak, yaşamak, anadilimizle rüya görmek, sevmek, hissetmek hepimizin hakkıdır. Kadınlar olarak istediğimiz gibi giyinmek, mahalle baskısı görmeden özgürce dolaşabilmek, erkekler tarafından katledilmemek, yaşam hakkımızı sonuna kadar savunmak biz kadınların hakkıdır. Her bölgesi birbirinden güzel memleketimizde, coğrafyamızda mutlu ve özgür bireyler ve yurttaşlar olarak yaşamak hakkımızdır. Bunu bize çok görenler büyük sermaye grupları ve onların koruyucusu olan bu darbeci anlayıştır. 

Ekmek için, adalet için mücadele etmeye devam edeceğiz

Onlar Türkiye’nin rahatını yıllardır bozuyorlar. Yıllardır insanlar sokaklara çıkamıyor, yıllardır insanlar, kadınlar sokaklarda kendisini özgür hissetmiyor. Bir basın açıklaması dahi yapamıyorlar. Asıl biz onların rahatlarını bozabiliriz, çünkü biz çoğuz. Bize dayatılan bu korku rejiminden kurtulmaya başladığımız şu evrede kurtuluşumuzu daha da büyütmenin tam zamanı. Biz korkuyu Kerbela’da, 1977 1 Mayıs'ında bıraktık. Korkuyu 15-16 Haziran İşçi Direnişinde, Amed zindanlarında bıraktık. Biz korkuyu 14 Temmuz ve Gezi direnişlerinde bıraktık. Cesaretimizi kuşanmış yoldayız ve yürüyoruz. Bütün ferasetimizle ekmek için de adalet için de mücadele ediyoruz, etmeye devam edeceğiz. Mücadelemiz herkes içindir, mücadelemiz 85 milyon yurttaşımızın bu ülkede eşit ve adil bir sistemde yaşaması içindir. Bizler buradan hareketle mücadele geleneğimizi daha da büyütmek için DEM Parti olarak Ekmek ve Adalet Kampanyamızı başlattık. Yaz boyunca Türkiye’de bütün ezilen ve sömürülen kesimlerle; işçilerle, emekçilerle, çiftçilerle, esnafla, kadınlarla bir arada olacağız, buluşmalarımızı gerçekleştireceğiz. Ekmek için, adalet için mücadele etmeye devam edeceğiz. Kampanyamıza güçlü bir desteği hem yerellerimizden hem de siz değerli haklarımızdan, siz değerli işçi kardeşlerimizden, emekçilerden ve yoksullardan bekliyoruz. Yapabiliriz, başarabiliriz. Yolumuz açık olsun. Hızır yardımcımız olsun" dedi.