TARİHİ UNUT(TUR)MAYAN HİKÂYELER[*]
“Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim.”[1]
Yıllardır Elazığ Zindanı’nda ikamete zorunlu yazar Ergin Doğru, son yapıtı ‘Bize Ölüm Yok’[2] başlıklı hikâyelerinde Alevî tarihinin onurlu, acı tarihinden kesitleri edebi bir üslupla belleklerimize nakşediyor.
Bu değerli çabayı, Isak Dinesen’in “Hikâye gibi anlatıldığında ya da yazıldığında, bütün dertler katlanılabilir olur,” saptamasının çok ötesinde ele almakta yarar var.
Çünkü egemen baskı bağlamında Alevîlik tarihinin katlanılabilir hiçbir yanı yoktur, olmamıştır da…
Kolay mı?
Alevîliğin tarih bilgisinde, baskılar/ zulüm karşısında muhalif bir toplumsal duruş kayıtlıyken; o, egemenler tarafından bir türlü yola getirilemeyen isyankâr değerler toplamının yoludur.
Gerçekten de eğrinin yanında yer almayan ve her dem doğanın, aklın, vicdanın dostu olan Alevîlik, “72 millete aynı nazarda bakan” toplumsallaşmış bir inanç hâli, ama aynı zamanda ortaklaşmacılığın (komünalizm) tecessümüdür.
Alevîliği klasik bir din gibi ele almak yanlış olur. Onun, semavi dinlerde, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Tanrısı, kutsal kitabı veya peygamberi yoktur. İnsan ve doğa merkezli Alevîlik için cennet ve cehennem de dünyadadır. Varlık bir bütündür.
İnsana sevgi, saygıyla mücehhez Alevîlik mazlumdan yana; haksıza karşıdır.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “Sınıflı topluma en az bulaşmış bir grup” olarak betimlediği Alevîliği ilkel sosyalizm diye tanımlarken;[3] üzerinde düşünülmesi gereken bir meselenin de altını çizer. Baskın yanıyla toplumsal düşünce ve davranışla betimlenmesi mümkün Alevîliği düşünürken Babailerin, Kalender Şahın, Börklüce’nin, Koçgiri’nin ve daha nice pratiklerin siyasi ve felsefe boyutunu görmek gerekir; tabii Hallac-ı Mansur’u, Hace Bektaş’ı, Kaygusuz Abdal’ı, Şeyh Bedreddin’i de anımsa(t)makta yarar var…
Soru(n) böyle olunca da Alevîlik, İslâmî gruplar açısından heterodoks ya da senkretik olarak görülürken; Osmanlı ulemasına göre Alevîlik (diğer adıyla Kızılbaşlık) Osmanlı siyasal-dini düzenine başkaldırının adıydı. O yüzden politik olarak isyancı, dini olarak sapkın/ rafizî idi.
Tarihinde kesiintisiz bir baskıya maruz bırakılan Alevî inancının büyük trajedileri Ergin Doğru’nun satırlarına yansıyor!
* * * * *
Mesela Maraş…
“Her şey bir anda oldu… Yörük Selim mahallesine de saldırılar başlamıştı… Muhtar silahını Döne ile Canan’ın üzerine doğrulttu; ‘Kelime-i şahadet getirin kâfirler! Bari geberirken Müslüman olun,’ dedi… Döne’yi yerden kaldıran bir kadın; ‘Bacım oğlun Ali’yi bodrumda öldürmüşler…” (“Kendi Kanında Kaynatılan Ali”, ss.9-15)
Hatırlayın: Maraş katliamı son derece planlı, programlı, günler öncesinden tertiplenen bir katliamdır. Günlerce etnik ve inançsal açıdan karşıtlık derinleştirilmiş, “düşman kitlenin” mekânları ile ilgili çalışmalar yapılmış, kapılar işaretlenmiş, Alevîyi öldürürken cennete gidecek kitle belirlenmiş, cami minarelerinde toplum kışkırtılmış; gavur, komünist, Alevî, Kürt kavramları üzerinde sürü kültürü oluşturulmuştur. Türklük ve Müslümanlık adına yapılan, yaşlı-genç, kadın-erkek, zengin-fakir ayrımı yapmadan hedef kitle katliama uğratılmıştı.
Ve Maraş Katliamı göstere göstere gelmişti. İlk sinyal 1978 Nisan’ında Malatya’da verilmiş, Eylül ayında Sivas’ta Alevîlerin oturduğu mahalleler yakılıp yıkılmış, ardından 19 Aralık günü Milli Piyango bileti satıcısı kılığındaki 26 MİT elemanı Maraş’tayken sinemaya atılan bombayla, faşist yobazlar harekete geçmişti. “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla sinemadakileri peşlerine takıp CHP il merkezini, TÖB-DER binasını tahrip etmişlerdi. 21 Aralık’ta iki solcu öğretmen öldürülmüş, ertesi gün yapılan cenaze törenine binlerce kişilik bir güruh “Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor”, “Alevîlere ölüm” diye saldırmış ve 23 Aralık günü vahşi bir katliama başlamışlar ve üç gün boyunca cellâtlıklarını sürdürmüşlerdi. Yüzlerce insan hunharca katledilmiş, yüzlerce ev ve işyeri yakılıp yıkılmıştı.
İşte faşizm tam da böyle bir şeydi. Kapıları omuzlayan, baltaları savuran, damlara pencerelere dinamitler fırlatan, katil sürülerinin karanlık gölgeleriydi. Cahil Ökkeş’e yirmi yıllık komşusunu kurşunlatan zalimlikti. Fazıl dedelerin, Güher ninelerin yanmış kömürleşmiş cesetleri üzerinde tepinmekti. Küfürdü. Ateş, kan ve ölüm, hep ölümdü. Gelin kadının karnındaki bebenin parçalanmasıydı. Yaşlı kadının, ailesi öldürüldükten sonra ırzına geçilmesi, defalarca ırzına geçilmesi ve sağ bırakılmasıydı. Fate’nin dört yaşındaki bebesinin dili dolanıp şahadet getiremedi diye beyninden kurşunlanmasıydı. Yetmiş beş yaşındaki Finey kadının din iman uğruna gözlerini tornavida ile oyması için Durdu’nun aklının çelinmesiydi. İsmi belirsiz bir yurttaşın karnına kazık çakılarak meçhul eşhas tarafından öldürülmesiydi. Bunlar ajitasyon değil! Bunlar gerçekler! Dönemin arşivlerinde rahatlıkla bulunabilir.
Evet, tarihin en kanlı katliamlarından biriydi Maraş. 19 Aralık 1978’de başlayıp, bir hafta süren katliamda resmi rakamlara göre 120 insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı, çok sayıda kişi göç etmek zorunda bırakıldı. Resmi olmayan verilere göre ise hayatını kaybedenlerin sayısı 500’ün üzerinde. Ülkücüler tarafından Alevî yurttaşların hedef alındığı katliamda 210 ev ile 70 işyeri tahrip edildi.
Katliamın sorumluları hakkında başlatılan ve 23 yıl süren yargılamalarda ise 22 kişiye idam, 7 kişiye müebbet hapis cezası, 321 kişiye 1 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası verildi. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye de ulaşılamadı. Sıkıyönetim mahkemesinin aldığı kararlar daha sonra Yargıtay tarafından bozularak, idam kararları uygulanmadı. Süreli ceza alan sanıkların cezaları da 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ertelendi ve ardından sanıklar serbest bırakıldı.
Başlangıcı ve sonuçları itibariyle Gazi Katliamı da, Maraş’tan farklı değil idi!
Ergin Doğru’nun hikâyelerinden birinde Trabzon’da görülen Gazi Katliamı davasına ilişkin şu diyalogdaki üzere: “Öztürk, mahkeme heyetine: ‘Hâkim Bey, ölen yirmi bir kişiye karşı on dört yıl adalet mi? Bir tek soru soracağım size, vicdanınız rahat mı?’
Hâkim, gazeteciye baktı, güldü: ‘Biz vicdanımızı rahatlatmak için değil, devletin bekası için karar veriyoruz,’ dedi.” (“Adalet mi Dediniz?”, ss.16-21)
* * * * *
Ya bizlere hep Behçet Aysan’ın, “gidiyorum/ bu şehri, bu yağmuru, bu düşleri,/ bu aşkı, bu kavgayı, bu kederi/ size bırakarak,” dizelerini anımsatan Sivas?
Yazarımızın hikâyelerindeki şu satırlar hemen her şeyi özetliyor gibi:
“Hallac-ı Mansur’u, Nesimi’yi, Pir Sultan’ı, Seyit Rıza’yı katleden zihniyet, Sivas’ta yeniden hortlamıştı.” (“Bize Ölüm Yok”, ss.32-34)
“Kitaplardan okumuş, anlatılanlardan dinlemişlerdi… Dersim’de, Koçgiri’de, Maraş’ta yapmadılar mı? Daha dün Sivas’da insanları diri diri yakmadılar mı? Niye şaşırıyoruz, devlet niye bunu yaptı demek saflık değil mi?” (“Al Gelinlik İçinde”, ss.22-28)
“Oğlum, insanları yakmaktan utanmayanlar, Madımak Kebapçısı’nda kebap yemekten mi utanır?” “Kebapçı”, ss.44-47)
Evet, türküler, şiirler, yazılar ateşe düşmüş ve insanlığın ak yüzüne kara bir duman çökmüştür artık Sivas Madımak Oteli’nde; Pir Sultan Abdal’ın, “Sivas ellerinde sazım çalınır/ Çamlıbeller bölük bölük bölünür/ Dosttan ayrılmışım bağrım delinir/ Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz/ Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa/ Gör ki neler gelir sağ olan başa/ Hasret koydun bizi kavim kardaşa/ Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz,” dizelerini anımsatırcasına…
Ve sonra Çorum!
“Gece hiç bitmeyecek gibiydi. Karanlık sürdükçe Çorum yangın yerine dönmüştü… Çorum ikiye bölünmüştü. Alevîler ve Sünnîler birbirinden tamamen ayrışmıştı.” (“Katil Benim Katilim”, ss.61-65)
* * * * *
Ve nihayet 1937’den 1938’de “Yavuz Selim İmgesi”nin izlerini taşıyan[4] Dersim…
Bilinir; “1. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey 1931 yılında hazırladığı Dersim raporunda aşiretlerin cezalandırılmasının yetersizliğinden yakınmaktadır. Dersim meselesine Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın yaklaşımı ve çözüm önerisi ise şöyledir: “Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır.”[5]
Bir şey daha: “Dersimlilere göre şehirde en az 300 toplu mezar bulunuyor. İnsanlar sık sık bu toplu mezarları ziyaret ediyor, mum yakarak dua ediyorlar,”[6] der Jaclynn Ashly…
Ergin Doğru da, hikâyelerinde denilenlere ekler:
“Mevsimin son güneşiydi artık. Ortalığı kavuran yaz sıcakları yerini hüzün mevsimine bırakırken Dersim’in çektiği acılar değişmemişti. Ölümün kol gezdiği diyarlarda yaşam tesadüflere bağlıydı. Otuz yedi bitmişti.” (“Kucakta Ölür Bebeler”, s.66-74)
“Dersim’in üstüne çöken kara bulutlardan sonra evinden, barkından, hayvanlarından, canından olan insanları düşündükçe gözleri buğulanıyor, gözyaşı içtiği çaya karışıyordu.” (“Kuşun Kanadında”, ss.75-83)
“Yıllar yılları kovaladı. Ne Dersim’in acısı dindi ne de yezidin zürriyeti kurudu.” (“Mirzali”, ss.84-103)
* * * * *
Tüm bunların anlattığı ise derin bir ötekileştirme ve ayrımcılık idi, yazarın altını çizdiği gibi…
“Evlenirken kurduğu hayaller bir bir yıkılıyordu… Zehra, Osman’a: ‘Yapma Osman, annen bana her gün hakaret ediyor, ses çıkarıyor muyum? Kabul et Alevî olduğum için annen beni hiç istemedi.” (“Yol Bir Olmayınca”, ss.48-56)
“Alevî ve Kürt olmak, İstanbul’un göbeğinde ölmek için yeterli bir gerekçeydi.” (“Halil Dede”, s.57-59)
Özetin özeti: Zindandaki saygıya değer direngen üretkenliğiyle Ergin Doğru, unutmanın zulme ortaklığa denk olduğu bir coğrafyada, acılı tarihten derlediği hikâyeleriyle, derin travmalara, yıllar boyu tekrarlanıp, bitip tükenmeyen ötekileştirme trajedisine- Angela Davis’in, “Irkçı bir toplumda ırkçı olmamak yetmez, ırkçılık karşıtı olmak gerekir,” vurgusuyla- tanıklık ediyor.
21 Ekim 2023 13:08:26, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Kasım 2023…
[1] Pir Sultan Abdal.
[2] Ergin Doğru, Bize Ölüm Yok, Aram Yay., 2023, 116 sahife.
[3] Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Devrim Sosyalizm, İstanbul, Tarihsel Maddecilik, 1965.
[4] Şükrü Aslan, “Dersim 37/38’de Yavuz İmgesinin İzleri”, Güney Dergisi, No:97, Temmuz-Ağustos-Eylül 2021, s.40-41.
[5] Ümit Kardaş, “Kürtler (7)-Dersim’den ‘Tunç Eli’ne”, 25 Temmuz 2021… https://artigercek.com/yazarlar/umitkardas/kurtler-7-dersim-den-tunc-eli-ne
[6] Jaclynn Ashly, “Dersim Katliamı Hâlâ Kürtlerin Hafızasında”, Yeni Yaşam, 11 Şubat 2021, s.8.