İSTANBUL - Gözaltında kaybettirilenleri aramaktan vazgeçmeyeceklerini belirten Cumartesi Anneleri’nden Hanım Tosun, “Türkiye’ye demokrasinin gelebilmesi için zorla kaybedilen ve ‘faili meçhul’e gidenler için adaletin sağlanması gerekiyor” dedi. 

Gözaltında kaybetmelere karşı “Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri”nin ilanından 24 yıl sonra “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme” 20 Aralık 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Sonrasında 30 Ağustos Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 2011 yılında “Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü” ilan edildi. Her 30 Ağustos’ta kayıp yakınları ve insan hakkı savunucuları, eylemleriyle kayıpların akıbetini öğrenmek ve faillerin cezalandırılması amacıyla taleplerini yineliyor.

Dünyanın birçok ülkesinde Türkiye’de olduğu gibi iktidarlar, anti-demokratik uygulamalarına karşı muhalefeti sindirmek için “zorla kaybettirme” politikasına başvurdu. 

'GECE VE SİS’ İLE BAŞLADI

Zorla kaybetmenin ilk örnekleri, Adolf Hitler yönetimindeki Nazi Almanya’sı döneminde görüldü. Nazi Almanya’sının 1941’de kabul ettiği Nact und Nebel Decree (Gece ve Sis Kararnamesi) ile işgal edilen bölgelerdeki direnişçilere yönelik kaçırma eylemleri gerçekleştirildi ve kaçırılan insanların birçoğu herhangi bir yargılama yapılmadan katledildi.

Zorla kaybetme, 60 ve 70’li yıllarda ise özellikle Latin Amerika’daki diktatörlüklerin sistematik bir biçimde uyguladığı bir yöntem haline geldi. Brezilya, Arjantin, Bolivya, Şili ve Uruguay gibi ülkelerde sayısı 10 binlerle ifade edilen insan kaybedildi. Sri Lanka’da, BM İnsan Hakları Komisyonu’na bildirilen kayıp sayısı ise 122 bin 302’dir.

BEYAZ TOROSLAR, ASİT KUYULARI

'Kürt sorununu Ankara’da çözmeyip sınır dışına taşımak kendi çözümünü de kaçırmak olur' 'Kürt sorununu Ankara’da çözmeyip sınır dışına taşımak kendi çözümünü de kaçırmak olur'

Zorla kaybetmenin en çok yaşandığı ülkelerden biri de Türkiye. 1980 darbesi sonrası ve 90’lı yıllarda zorla kaybetme neredeyse rutin bir uygulama haline getirildi. Beyaz Toros’ların kayıplarla özdeşleştiği bu dönemde, polis ve askerlerin yanı sıra “derin devlet” diye tanımlanan yapılar tarafından da çok sayıda “faili meçhul” cinayet işlendi. 

Zorla kaybetme ve “faili meçhul” cinayetler özellikle 90’lı yıllarda Kurdistan’da yoğun olarak devreye konuldu. Dava açılabilen olaylarda ise, cezasızlık politikası uygulandı ve ceza alan olmadı. Birçok dosya zamanaşımına uğrayarak yargı süreci bitirildi.

DÜNYANIN HER YERİNDE MÜCADELE

Zorla kaybettirme politikasına karşı hem Türkiye hem de dünyada mücadele gelişti. Arjantin’de Plaza de Mayo Anneleri, 1977’de birkaç kişiyle başlattıkları eylemlerini cunta yönetiminin baskı ve saldırılarına rağmen yıllar içerisinden binlere ulaştırarak, kaybedilen 30 bin kişinin akıbetini sordu. Plaza de Mayo Anneleri, başlarına evlatlarını temsil eden beyaz tülbentler taktı. Şili’de de Agrupacion Hareketi, Pinochet askeri yönetiminin kaybettiği yüzlerce kişi için yıllarca mücadele verdi. Kaybedilenlerin fotoğraflarıyla yürüyüşler gerçekleştirildi, açlık grevleri yapıldı. Mücadele ise, askeri yönetim gittikten sonra da devam etti.

CUMARTESİ ANNELERİ 

Plaze de Mayo Anneleri’nin adalet talebinin Kurdistan ve Türkiye coğrafyasında yansıması Cumartesi Anneleri oldu. Anneler ve insan hakları savunucuları, 1995’ten bu yana “mezar yerimiz” dedikleri Galatasaray Meydanı’nda yakınlarının fotoğrafları ve karanfillerle zorla kaybedilenlerin akıbetini ve faillerini sormayı sürdürüyor. Eylemleri yasaklanıp defalarca gözaltına alınıp, işkence gören Cumartesi Anneleri’nin, haklarında açılan sayısız dava ve yargılamamalara rağmen çocuklarına ve torunlarına miras bıraktığı eylemi, 1013 haftadır devam ediyor. 

1995’te Avcılar’daki evinin önünden ellerinde telsiz ve silah olan kişilerce kaçırılan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, yıllardır Galatasaray Meydanı’nda mücadele ediyor.

Ülke genelinde gözaltında kaybettirilen binlerce insanın olduğunu ve faillerinin belli olduğunu ifade eden Tosun, “Faili meçhule kurban giden insanlar, sokak ortasında vuruluyor veya gözaltına alınıp işkenceyle öldürdükten sonra yol kenarlarına atıyorlar. Onlara ulaşıp defnettiğimiz zaman hiç olmazsa artık bir mezar taşının olduğunu biliyoruz. Ama kayıp olduğu zaman bir daha kendisinden bir ses duymak, bir haber almak mümkün olmuyor; o çok zor bir şey” diye belirtti. 

‘YILLARCA BEDEL ÖDENDİ’

Kaybettirilen yakınlarından bir haber beklemenin zorluğuna işaret eden Tosun, “Yani sevdiğin bir insanın canı ortada yok. Başına ne geldiğini bilmiyorsun. Gözaltına alındığını biliyorsun ve bir daha kendisinden haber alamıyorsun. Belli bir zamana kadar beklediğiniz bir şey var. Bekliyorsun ama belli bir süreden sonra umudun kesiliyor. Mücadele vermek gerekiyor. 30 Ağustos’ta o günlerden biri. Cumartesi Anneleri olarak Galatasaray Meydanı’nda kayıplarımızdan bir haber alabilmek için büyük bedeller ödedik. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi tüm dünyada uluslararası bir mücadeledir” ifadelerini kullandı. 

‘ARAMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ’

Türkiye’ye demokrasinin gelebilmesi için zorla kaybedilenler ve “faili meçhul”e gidenleri için adaletin sağlanması gerektiğini söyleyen Tosun, şöyle devam etti: “Kimsesizler mezarlığında yatan o insanların hiçbiri sahipsiz değil. Hepsi bir anne, babanın evlatlarıdır, onların aileleri var. Onları unutmadık, unutmayacağız. Devlet bir an önce o arşivlerdeki numaraları bize açıklasın, kayıplarımızın kemikleri nerdeyse bize göstersinler. 30 Ağustos’ta da bütün kayıplarımızı saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyoruz. Nerede yatıyorsanız biz sizi aramaktan vazgeçmeyeceğiz.”

MA / Yeşim Tükel

Kaynak: https://mezopotamyaajansi40.com/tum-haberler/content/view/251563