Siyasiler sanata bulaşınca işler karışıyor. Ödenek yok, o yasak bu yasak... Onu kapat, buna ne gerek var... Bence herkes bildiği işi yapmalı! Uzun zaman önce her sezonda çıkardığı yeni oyunlarla adından söz ettiren, salonları dolup taşan BBT’nin oyuncularına öncelikle büyük alkış. Yılmadan, yıkılmadan, yorulmadan tiyatroları için dik durdular, her zaman sahip çıktılar.
Yeni sezona yeni oyunla başlayan BBT oyunun prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yaptı. Aristofanes’in yazdığı, Barış Arman’ın yönettiği “Flu Lysistrata” sezon sonuna kadar tiyatroseverlerle buluşacak.
Yenilikçi tiyatro, çağdaş tiyatro v.s. yenilikler her zaman ilgi çeker, alışılmışın dışında sahnelenince oyun, değişik bir şey yapmışlar mutlaka görülmeli gibi öneriler de gelebilir. Ama kafa karışıklığı başka bir şey.
KADININ GÜCÜ!
Tiyatro tarihinin ilk savaş karşıtı oyunlarından biri kabul edilen Lysistrata, kocalarının savaştan dönmesini beklemekten usanan kadınların barışı sağlamak için erkeklere karşı başlattıkları direnişle gelişen olayları konu alıyor.
Erkekler savaşa son vermeyi başaramayınca Lysistrata’nın aklına işi kadınların ele alıp barışı zorlamaları gerektiği düşüncesi gelir. Önce erkeklerle sevişmeyi reddedecekler, sonra Akropolis’i, Parthenon’da saklanan devlet yedek akçesini ele geçirecekler ve Atina’nın savaş gücünü çökertecekler. Lysistrata kadınları bir araya toplar, Spartalı Lampito ile diğer düşman devletlerden gelen kadınlar da vardır. Kadınlar önce gönülsüz davransalar da Lysistrata’nın planını benimser, onu gerçekleştirmeye ant içerler. Oyun, Lysistrata’nın kadınları çağırmasıyla başlar, sonra ikna süreci... Sahnedeki oyuncuların özgeçmişlerini dinliyoruz, yani oyuncu ara ara oyundaki karakterden çıkıyor ve başlıyor bugüne kadar neler yapmış anlatmaya... Bir seyirci buna ne gerek var sorusunu soruyorsa salondan ayrılırken o zaman istenilen sahneye aktarılamamış kabul ederim. Ben de o seyircilerden biriyim doğrusu ama benim soru işaretlerim sadece o bölüm için değil tabii. Bir oyuncunun sahnede kendini sorgulaması bulunduğu kurumdaki yerini sorgulaması, kendisiyle yüzleşmesi çok hoş evet ama neden? Oyuncuların birbirlerine güvenip güvenmedikleri, yakınlıkları... Seyirciyi neden ilgilendirsin. Bu kısımlar çok uzun. Seyirciyi rahatsız eden bir kendini beğenmiş tavır var sahnede.
Çağdaş yorumuyla yönetmen seyirciyi de oyunun merkezine almaya çalışıyor. Ama burada da biz seyirciler buz gibi oluyoruz. Seyirciye sorular gelecek belli, o soruyu sormadan önce, “Acaba seyirci çekinir mi?”, “Cevap verir mi ki?” gibi sorgulamalar olunca, konuşmak isteyen varsa da geri çekiyor kendini. Sonu belli olan bir oyunun ya böyle olsaydı, hikâye nasıl biterdi sorusu yerine oturmuyor. Oyunda, Bulut Akkale, Damla Karaelmas, Didem Germen, Elif Ürse, Emre Sırımsı, Faruk Üstün, Gözde Ayar, Kadir Hasman, Nurhayat Atasoy rol alıyor. Bu sahnede, defarlarca başka rollerde de seyrettiğim üç kadın oyuncunun ustalıkları bu oyunda da dikkat çekiyor.
Dekor ve kostüm tasarımı, canlı orkestra ise oldukça başarılı.