“Doğruyu doğru yapan an’a ve bireye ve bunun kolektif bileşkeleri olan zamana ve topluma ne kadar cevap verdiğidir. Felsefik bir kavramdır. Zira bilgelik sevgisi anlamına gelen felsefe de doğru kavramı, anlam ve gerçek kavramları ile iç içe geçer. Anlam, zihindeki algıyı; gerçek, dış dünyayı ifade eder. Doğru ne tek başına öznede ne tek başına nesnede yer alır. Bütünlüklü bir yaklaşımla hem anlamsal hem gerçek boyutuyla özne ve nesne toplamında açığa çıkar.”
Doğru olan neydi? Doğru yaşam arayışı mıydı? “Yanlış hayat, doğru yaşanmaz” diyen Adorno’nun son derece doğru bir belirleme yaptığı halde yaşadığı, umutsuzluk muydu? J.P. Sartre’nin herkese kendini devrimci özne kılma imkânı veren, varoluşçu felsefesi miydi? Deleuze ve Felix Guattari’nin rizom kavramı ile anlatmaya çalıştıkları; çoklukla, oluşla, farklılıkla var olma biçimi miydi? Foucoult’un, Deleuze’nin “Anlamın Mantığı” kitabından sonra “Bu yüzyıl, Deleuze’nin yüzyılı olarak anılacak” belirlemesini yapmaya götüren neydi? Ya da atomun gücünü keşfeden Einstein’in, “20. yüzyıl sizinle anılacak” değerlendirmelerine, “Benimle değil, insanın gücünü fark eden Freud ile anılacak” demesi miydi? Evet, 20. yüzyılda her anlamda çoklu bir mücadele söz konusudur. İki büyük dünya savaşı, ekonomik krizler, ulusal kurtuluş mücadeleleri, kadın özgürlük arayışları, ekolojik yıkım, reel sosyalist deneyim başta olmak üzere çoklu ve kıran kırana bir mücadeledir bu.
Doğrunun tanımına da yaşanılan çağın güçlü bir analizini yaparak ulaşabiliriz. Doğruyu doğru yapan an’a ve bireye ve bunun kolektif bileşkeleri olan zamana ve topluma ne kadar cevap verdiğidir. Felsefik bir kavramdır. Zira bilgelik sevgisi anlamına gelen felsefe de doğru kavramı, anlam ve gerçek kavramları ile iç içe geçer. Anlam, zihindeki algıyı; gerçek, dış dünyayı ifade eder. Doğru ne tek başına öznede ne tek başına nesnede yer alır. Bütünlüklü bir yaklaşımla hem anlamsal hem gerçek boyutuyla özne ve nesne toplamında açığa çıkar. (Şeref Günday, Doğru ve Doğruluk Kuramları, Dergipark) Doğru kavramının karşılığı, bu tanımdan yola çıktığımızda hakikat olarak belirir ve “Felsefe, hakikat araştırmasıdır.” (Sevinç Türkmen Aksu, Hakikat Sevgisi ve Hakikat Arzusu Olarak Felsefe: Platon ve Spinoza, Dergipark) denilebilir. Hakikat tartışmalarının merkezinde ise doğru yaşam arayışı yer alır. Hakikati açıklamayı da bilim, felsefe ve estetik ile başarabiliriz. O zaman doğru, iyi ve güzel bir yaşamın yöntemlerine ulaşabiliriz. Bu anlamda doğru yaşamın yolu da hakikatin toplumsal boyutunu açığa çıkarmakla mümkündür. 1968 gençliğinin Adorno’ya olan tepkisi (Abdullah Öcalan), doğru yaşam arayışına inanmaması ve hakikati aramaktan vazgeçmesi ile bağlantılı mıydı? Örneklerimizi ve sorularımızı çoğaltabiliriz. Ama burada kısaca belirtmek istediğimiz doğru yaşam arayışının bilimsel, sanatsal ve ahlaksal birçok boyutunun olduğu. Zerdüştlüğün üç ilkesini, “Doğru düşün, güzel söyle ve sağlam yap” olarak formüle eden Abdullah Öcalan, “Doğru düşün bilime, güzel söyle sanata, sağlam yap ahlaka vurgu yapıyor. Bu üç ilke güncelleştirilerek güzel bir yaşama ulaşılabilir” diyerek bunun formülünü sunuyor. Bu da dönemin sosyal bilim anlayışını, paradigmasal gücünü, kültürel, bilimsel sorgulamalarını incelemeyi gerekli kılıyor.
Sosyal bilim anlayışında değişimler
Sosyal bilim, ikinci dünya savaşından sonra yeni bir döneme girmiştir ve bir kriz yaşamaktadır. Sovyet sisteminin çözülmeye başlaması, ulus devletin refah devleti projesinin iflas etmeye başlaması, klasik sömürgeciliğin tasfiyesi bunun temel sebebidir. 1968 Hareketi, bu değişim sancılarının farkındadır. Pozitivizmden ve Avrupa merkezli düşünce yapısından kurtulma arayışı artmıştır. Bu hakikat araştırmalarının yeni bir aşamaya gelmesi demektir. Toplumsal doğa tüm zaman ve mekanlarda araştırma konusu yapılır. Akıl, özne, zihin, bilgi, cinsellik, yabancılaşma, iktidar başta olmak üzere çok sayıda kavram sorgulanır. Feminizm, sosyal bilim başta olmak üzere bütün alanlarda kadın bakış açısına dayalı arayışlarını güçlendirir. Kadın hareketleri varoluşlarını kendi öz güçlerine dayalı gerçekleştirme arayışlarına girer. Hak ve hukuk mücadelesinde belli bir aşamaya gelinse de bunun yetmediği anlaşılır. 1950’lerden itibaren gündeme gelen ekolojik yıkım, insan-doğa ilişkisinde yeni arayışları beraberinde getirir. Ekolojik düşünce oluşmaya başladıkça modernizm daha fazla sorgulanır. Malthus’un nüfus teorisi, Darwin’in evrim teorisi başta olmak üzere Bacon ve Descartes gibi düşünürlerin doğaya dair görüşleri yeniden ele alınmaktadır. Birçok kavram yeniden düşünülmekte, sınıf çelişkisi ile beraber insanın doğa ile kadının ataerkil sistem ile yaşadığı çelişkiler öne çıkmaktadır.
Sosyal bilim anlayışında meydana gelen değişimin sancıları en çok da bu kavramların tanımında açığa çıkıyor. Toplum, zaman ve mekânın ihtiyaçları ön plandadır. Siyasetin anlamı da bununla bağlantılı değişir. Siyaset özerk bir alan olmanın ötesinde farklı alanların bileşkesi olarak ele alınır. Her alana etki eden bir siyaset anlayışının önemi tartışılır. Toplumun siyasallaşmasından ziyade siyasetin toplumsallaşması yönünde tartışmalar gelişir. Yine devrimin araç değil amacın kendisi olduğu en çok bu dönemde açığa çıkar. Devrimci hareketin bizzat devrimin kendisi olduğu dile getirilir.
Paradigmanın değişimi
Hakikat, bilmenin kendisi olduğu için bilgi ile doğrudan bağlantılıdır. Değerler bütünü veya benimsenen doğruların dayandığı bilgi yapılanmasını ifade eden paradigma kavramının hakikatin ele alınışında belirleyici bir yeri vardır. 1968’de hem ideolojik hem sosyolojik anlamda bir değişim söz konusudur. Abdullah Öcalan Özgürlük Sosyolojisi kitabında 1968’i paradigma değişiminin yaşandığı bir eşik olarak değerlendirmektedir. I. Wallerstein “Dünya Sistemleri Analizi” kitabında 1968 Gençlik Hareketinin öz ve yarattığı sonuçlar itibariyle 1848 devrimine benzediği tespitini yapmaktadır. 1848 devrimlerinde özne işçilerdi. Paris’te metal işçileri, Berlin’de dokumacılar devrimin öncülüğünü yapıyorlardı. 1848 devriminin beslendiği kaynak, Fransız Devrimi ve sanayi devrimiydi. 21 Şubat 1848’de Marx ve Engels tarafından kaleme alınan Komünist Manifesto, aynı zamanda Marksizmin doğuşunu haber veriyordu. 19. yüzyıl devrimciliğinde önemli bir eşik aşılıyor, işçi sınıfının önderliği ilan ediliyordu. Bu, Alman felsefesinde romantizmin ve idealizmin zirveye ulaştığı, aynı zamanda materyalizmin yeni bir derinlik kazandığı ve belirgin olduğu bir dönemdir. Almanya’da idealist felsefe, Fransa’da sosyalist düşünce, İngiltere’de iktisat teorisi gelişmektedir. Bir yandan siyasal ideolojiler, özelde liberalizm, öne çıkar ama aynı zamanda sosyalist düşüncenin kökleri belirginleşir. Diğer taraftan Auguste Comte ile pozitivizm öne çıkar. 1848’in form kazanmış hali, 20. yüzyılın başında gelişen 1917 Ekim Devrimi olur.
1848 işçi hareketleri nasıl bir paradigma değişimini ifade ediyorsa 1968 gençlik hareketleri de bir paradigma değişiminin ifadesidir. Nasıl ki 1848’den sonra sosyalist, sosyal demokrat hareketler ile ulusal kurtuluş hareketleri gelişmişse, 1968’den sonra da ekolojist, kültürel ve feminist hareketlerin geliştiğine tanık oluyoruz. Her iki dönem açısından belirleyici olan, paradigma değişimini ifade ediyor olmalarıdır. Sınıf eksenli yaklaşımdan toplum eksenli yaklaşıma bir geçiş söz konusudur. Öznenin işçi sınıfı değil gençlik olması, en belirgin yöndür. Manevi kültür alanında bir ideolojik devrim olarak ortaya çıkan 1968 ile modern kültürün ideolojik hegemonyası ilk defa kırılmaya uğramaktadır. Birçok kültürel, cinsel, etnik, dinsel ve yerel toplumlar kimlikleri için başkaldırının içinde yer almaktadır.
Kültürel, felsefik, bilimsel sorgulamalar
Bu dönemde toplumsal hareketlenmenin yanı sıra kültürel, felsefik ve bilimsel sorgulamalar da gelişir. Reel sosyalizm, ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyal demokrasinin toplumsal sorunlara cevap olmadığı görülür. Bu akımlar, kapitalizmin yaşam tarzını aşamamışlardır. Kapitalizme bir nefret gelişirken bu akımlara karşı da güvensizlik gelişmiştir. Akıl ve özne gibi kavramlar, zihin problemleri, cinsellik sorgulamaları, bilgi, yabancılaşma, iktidar, gibi kavramlar sorgulanır. Eleştirel teorinin alternatif üretmemesi, gençlerin tepkilerine neden olur. Entelektüel alanda aydın sorumluluğu tartışmaları yaygınlaşır. Özellikle proleterya dışındaki kesimlerin devrimin taşıyıcısı olacağını söyleyen Marcuse’nin görüşleri, dışlanan kesimlere ilham kaynağı olur. Sovyet deneyiminin bürokratik, dogmatik kalıpları ve soğuk asık suratlı gerçeği karşısında “Gülmek, devrimci bir eylemdir” sloganı üretilir. Sosyalizmin sadece bir sınıfın değil bütün sınıfların özgürleşmesi için mücadele olduğu belirtilir. İdeolojik rıza mekanizmaları alt üst edilir. Anti-kapitalist muhalefet büyür. Topluma zorla kabul ettirilen değerlere karşı bir itiraz hareketi gelişir.
Diğer yandan iki kutuplu dünyanın yarattığı umutsuzluk ve çaresizlik duygusu, çarkın bir dişlisi olma riski insanları yeni arayışlara iter. Vietnam Savaşı ve dünyanın iki kutba bölünmesi, ABD’li gençlerin kendilerine dayatılan kültürü reddedip bir alt kültür oluşturmasıyla sonuçlanır. Sol görüşlü olmanın yanı sıra savaş karşıtı olan bu gençlerin oluşturduğu Hippy kültürü, çiçek çocuklar kültürü ya da Woodsotck kültürü olarak anılan bir kültür gelişmeye başlar.
* Yazının devamı “Kadın Özgürlüğü” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
* Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Gençlik Tartışmaları” dosya konulu 23. sayısından kısaltılarak alınmıştır.