OKUYAN GENÇ EMİR

        Osmanlı tarihinde, İslamiyet’in resim ve heykel konusundaki ağır baskıları sonucunda, bu iki sanat dalı yüzyıllarca kendini hiç gösterememiştir. İnsanı görsel olarak çizmenin, (Ahşap, demir, mermer, bronz,…) heykelini yapmanın, bir kağıt üzerinde ya da bir tuvalde insan ya da bir hayvanın resmetmenin bile günah sayıldığını dönemin ulemaları sıklıkla gündeme getirmiştir. İslamcılar genel olarak resim ve heykel sanatına şöyle yaklaşırlar: Hıristiyanların, Hz. İsa’yı resmetmeleri ya da heykelini yapmalarının yanlış olduğunu savunmaları bir yana, aynı dürtünün İslamiyet’te de olacağı korkusu yüzünden bu sanatlara düşmandırlar. ’da şeyhülislam, kadı, mollalar ve hocalar öylesine etkinlerdi ki bunlara kolay kolay hiç kimse karşı çıkamazdı. Padişahlar ve vezirler (siyasi iktidardaki diğer bürokratlar) bile, onların bu türden fetvalarını kabullenmek zorundaydılar. Sanatın ancak resim ve heykel dışında kalması gerektiğini ısrarla savunuyorlardı. Bunlara Batı tarzında yapılan müzikler (Osmanlı’nın son döneminde saray erkânı bunu biraz olsun kırabilmiştir), giysiler, çeşitli sanat dalları dâhil edilebilir.

Öngörü olarak, Osmanlı da 19. yy’a kadar İslamiyet’in tutucu etkisiyle ve resmin günah sayılması nedeniyle, siyasal anlamda da mevcut yönetimlerin resim (hatta heykel) sanatının bir günah olarak kabul etmesinin önemi vardır. Osmanlı döneminde resim sanatı yerine, hat sanatı, minyatür, tezhip, ebru gibi daha çok el becerisine dayalı sanatlar yeşermiştir. Matbaanın bile yaklaşık 300 yıl sonra gelmesinde en çok (gâvur icadı kabul edilmesi haricinde) hat sanatını yayanlar yani hattatlar işsiz kalacak korkusuyla dönemin uleması tarafından verilen fetvalarla, bu iki güzide sanat dalı kasten öksüz bırakılmıştır. Osmanlı’da resim ve heykel sanatlarının geride bırakılmasına yönelik baskılar genellikle İslamiyet’in tutuculuğundan ve Arap kökenli baskıdan ileri gelmektedir. Bugün Arap dünyasında halen bu iki sanat dalı yeşermemiştir…

      Osmanlının son döneminde yaşanan sosyal ve siyasal yenilikler (Meşrutiyet sayesinde anayasanın ve bazı devlet kurumlarının yetkisi biraz daha geliştirilmiştir.) nedeniyle, bazı ressamların ve yazarların özgürlükçü atılımlar yaptığını söyleyebiliriz. Söz gelimi, roman, şiir, çeviri yayınlar, karikatür, resim, heykel gibi konularda az da olsa bir gelişme başlamıştır ama yetersizdir. Özellikle kadınların bu sanat dallarına ilgi duymaları, bunun ötesinde uğraşmaları bile kesinlikle günahtır.

Cumhuriyet kazanımlarıyla birlikte birçok kadın-erkek ressam ve heykeltıraş sanat yaşamına atılmıştır.

Türk resim tarihinde eserleriyle büyük tartışmalar yaratan ressamlardan biri de, Osman Hamdi Bey’dir. Yaptığı resimler genellikle döneme uygun olması bir yana, oryantalist bakış açısıyla konuları saptaması da başka bir özelliğidir. Şark coğrafyasındaki kadının yerinin sorgulanması, köhnemiş gelenekler, dinsel baskıların olduğu bir dönemde, bazı resimlerinin hayli cesur ve kışkırtıcı olması ilginçtir. Söz gelimi, sanatçının “Mihrap” isimli tablosunda yer alan ve (Üstelik bir caminin içinde) başı açık olan bir kadının konumu son derece sıra dışıdır. Osman Hamdi Bey’in kendine özgü üslubu, seçtiği konular ve yansıttığı figürler/nesneler nedeniyle halen bazı kesimlerce eleştirilmektedir. Ancak bu tür resimlerin yaklaşık yüz yıl önce yapıldığını düşünürsek, sanatçının ileri görüşlülüğü, yaratıcılığı, cesurluğu öne çıkmaktadır.

  1. Hamdi’nin “Okuyan Genç Emir” isimli tablosunu yorumlamaya devam edelim. Söz konusu tablonun yine hayli cesur, kışkırtıcı olduğunu söylemeliyiz.

Sanatın kendine özgü kuralları vardır. Resim sanatında, sanatçının egosu, yaratıcılığı, teknik bilgisi, cüretkârlığı, hayal gücü onu düşünsel anlamda özgür bırakır. Tuvalin başına geçtiğinde, duyguları/düşünceleri/bilgileri yoğun bir çatışma içine girer. Sanatçı, kafasında kurguladığı konuyu tuvale aktarırken, kendini özgür ve güvende olduğunu hissetmek ister. Yapacağı resmin yaratacağı infial, getireceği baskılar, bunun sonuçları onun iradesi dışında kalmıştır. Onun bütün amacı, kurguladığı görüntünün tuvale yansımasıyla sınırlıdır artık. Bu düşünceler tüm sanatçılar için geçerlidir kuşkusuz… İşte Osman Hamdi Bey’de yüksek eğitimi, Avrupa görgüsü, teknik bilgisi, cesareti ve öngörüsü ile resimlerini çağın ötesine taşımıştır.

“Okuyan Genç Emir” isimli tablosunda şunları görürüz: Nerede olduğunu bilmediğimiz, ancak bir mescit ya da kendi evi olacağı öngörüsünde bulunduğumuz kapalı bir mekân vardır. Burada döneme uygun bir şekilde yapılmış bir divan üzerinde uzanmış, elinde Kuran olduğunu düşündüğümüz genç sayılabilecek bir erkek bulunmaktadır. Onun ten renginden, kendisinin Arap kökenli olduğunu düşünebiliriz. Başındaki sarık, yeşil renkli giysisi, belindeki kuşak ile sanki orta sınıftan birini andırmaktadır. Sağ elini çenesine dayamış, sol eliyle Kuran’ın sayfalarını çevirmektedir. Başının pozisyonu, gözlerinin açısı ile Kuran’ı büyük bir dikkatle okuduğunu düşünebiliriz. Ayaklarının çıplak oluşu, Kuran’a gösterdiği saygıdan mıdır yoksa kendini rahat hissettiği için midir? Bunu bilemiyoruz. Bu okuma pozisyonuna yeniden değineceğiz. Ancak okuyan adamın elindeki kitabın Kuran olup olmadığı konusunda halen tartışmalar sürmektedir.

Odada yine (sanatçının birçok resminde olduğu gibi) yanmayan bir büyük mum vardır. Bu mumluk biraz süslü, renkli ve dikkat çekicidir. Ancak nedense sanatçının resimlerinde görkemli mumlar olmasına rağmen, hiçbiri yanmaz. Bunları genellikle dekoratif olarak kullanmaktadır. Adamın bulunduğu mekânın aydınlık olduğunu görüyoruz. Kendine göre sağ tarafında, küçük bir girintide iki kitap görülmektedir. Demek ki resimdeki figür okumayı seven, bilgili biridir. Şimdi okuma pozisyonuna geri dönelim.

  1. duruşu, üstelik yüzükoyun yatışı ile, Kuran okuması dindar kesimi kızdırmaktadır. Böyle Kuran okunmaz diyenler çok sert eleştiriler yapmaktadır. Kuran elde tutulduğunda, daima insanın göbek bağının biraz üzerinde olması gerektiğini savunmaktadırlar. Yazılı bir kural olmamasına rağmen, bunun geleneksel olarak kabul edildiği bilinmektedir. Resimde doğrudan Osmanlı’yı andıran mimari bir özellik göremiyoruz. Ayrıca adamın bulunduğu yerde, onun hangi coğrafyada olduğu da belirsizdir. Ancak olasılıkla Osmanlı döneminde, İstanbul olarak genel bir kabul söz konusudur. Peki, böyle bir konumda (yatarken) Kuran okunur mu? Şunu da imleyelim. Okunan kitap büyük boy, biraz kalın, kitabın sol tarafındaki koyu renkli kılıfın, benzer türden tüm Kuran kitaplarında bulunduğunu biliyoruz. Bu resme yapılan itirazların temelinde ise, okuyan adamın kitabı Kuran’a benzetildiği içindir. Biz de bu itirazlardan yola çıkarak, söz konusu kitabı Kuran algısıyla yorumluyoruz. Gerçekte bunun Kuran olup olmadığı net olarak belli değildir.

Adamın ayaklarının çıplak olması, sanki bir roman ya da şiir kitabını okur gibi sayfaları çevirmesi ne anlama gelmektedir? Yani insanın kendini evinde rahat hissettiği bir yerde okunmalıdır yargısı mı akla gelmektedir? Yeniden resme dönelim.

Resme dikkatlice baktığımızda, adamın huşu içinde olmadığını görürüz. Üstelik Kuran’ın alçak yerde okunması için, bir rahle üzerine konulmaması da ayrı bir soru işaretidir. Şimdi adamın kendinden geçercesine, büyük bir huşu içinde olmadığını söylemiştik. Bu, tamam. O halde, inanç ve huşu dışında, belki de merak duygusuyla okunduğunu söyleyebilir miyiz? Buna evet yanıtını verebiliriz. Osman Hamdi Bey’in eleştiri aldığı nokta burasıdır aslında. Adamın ayaklarının çıplak olması, rahatça uzanması, Kuran’ı rahle üzerine koymaması dışında, figürün yüzündeki ifadede huşunun eksikliğidir. Dindarlar, Kuran okurken kendilerini bu dünyadan arındırırlar, başka bir âleme geçtiklerini iddia ederler. Böyle bir okuma ile satırların anlamına peşin bir önyargıyla yaklaşıldığını kabul edebiliriz. Bir eseri inceleyerek okumak yerine, tamamen duygu yoğunluğuyla okumak, onun ne kadar anlaşıldığı konusunda ciddi kuşkular yaratır. Burada Osmanlı’nın ilkel laiklik döneminde bir Kuran okumanın resmini görüyoruz. Sanatçın başarısı bununla sınırlı değildir kuşkusuz.

Resimdeki uyumlu renkler, yalınlık, doğrudan adama olan yöneliş isteği, onun ne okuduğunu merak etme duygusu öne çıkmaktadır. Adamın belki de boş zamanlarında, rahatça uzandığı, ailesiyle hoşça vakit geçirdiği bir oda olmalıdır burası. Üstelik başına dayadığı, belki de başkalarının üzerinde oturduğu, çıplak ayakla da olsa sağına soluna bastığı bir yastık vardır. Bu yastık üzerine, rahle olmadan okunan Kuran ne anlama gelmektedir? Onun inançsız olduğunu düşünebilir miyiz? Bizce böyle bir şey olası değildir. Yazımızı noktalarken bir kez daha yineleyelim. Resimdeki adamın okuduğu kitabın Kuran olup olmadığı pek belli değildir. Dincilerin yoğun itirazları neticesinde böyle bir yargıya varılmıştır. Her ne olursa olsun, Kuran, insanlar için indirilmiştir. Osman Hamdi’nin bu resminde Kuran’a bir saygısızlık yapıldığını görmüyoruz. Adamın oturma biçiminin yarattığı görüntüyü dinciler nefrete kınamaktadırlar. Biz de onların yorumu üzerine böyle bir yazı hazırladık. İnsanın okuması ve öğrenmesi için, Kuran’ın ilk emri de “oku” değimlidir? Sonuçta eldeki kitabın kuran olmasa bile, okumanın, öğrenmenin, eğitimin, kendini yetiştirmenin önemi ortaya çıkmaktadır.

Osman Hamdi Bey’in yansıtmaya çalıştığı şey, her şeyin insan için olduğu görüşüne dayanmaktadır. İnsan doğada en önemli varlıktır. İnsanın öne çıktığı, her şeyin merkezinde yine insanın yer aldığı düşüncesinin sanatla buluştuğu bir resimdir, “Okuyan Genç Emir.”