AMED ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- CANLI YAYIN – Hamza Özkan'ın sunumuyla “Seçime Doğru” programının bu akşam konuğu Van BB Eş Başkanı Mustafa Avcı, Ötekilerin Gündemi YouTube kanalında, canlı yayında soruları yanıtladı.
“31 Mart seçimlerinde, ne olursa olsun, baskı-zulüm ne kadar artarsa artsın, önümüz ne kadar kapatılırsa kapatılsın, toplumsal algı ne kadar daha üst düzeyde negatif örgütlenirse örgütlensin bu halk kararını verecektir. Kararı da şudur: 1 saatliğine de olsa biz bu irademizi yine o koltuğa oturtacağız.”
Hamza ÖZKAN: Sayın Avcı, sendikacılıktan geliyorsunuz, daha sonra siyasete atıldınız. Sendikacılık döneminize ve siyasete atıldığınız ilk döneme ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Mustafa AVCI: Van-Erciş doğumluyum. İlk ve orta tahsili Erciş’de yaptım. Sonra Van 100.Yıl Üniversitesinde 2 yıllık eğitim aldım. Sınıf öğretmeni olarak ilk atamam Malatya-Erguvan, sonrasında Mardin-Kızıltepe’de görev yaptım. Daha sonra İstanbul ve İstanbul’dan emekli oldum. 27 yılın 17 yılı sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi ile geçti. 2005 yılında emekli oldum ama mücadeleden emekli olunmaz; demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi lise son sınıftan itibaren gelişti ve devam etti. Emekli olduktan sonra demokratik siyaset alanında çalışmalarımı yürüttüm ve devam ediyorum. Toplumda demokrasi, barış, kardeşlik tesis edilinceye kadar da mücadeleye devam edeceğim.
Hamza ÖZKAN: 90’lı yıllarda SHP ile yapılan bir ittifak ile DEP’li milletvekilleri ilk defa meclise girdi ve yine o dönem bu vekiller tutuklandı, bazıları da sürgüne gitti. Sürgünde aktif bir diplomasi gelişti, Kürt Parlamentosu kuruldu. Sonraki seçimde partiniz seçime girdi ama barajı aşamadı. Daha sonra partinizin kararıyla 2 dönem bağımsız adaylarla seçime girdiniz. Siz de o dönem İstanbul İl Başkanı iken 4 vekil adayından biriydiniz ama Emek Partisi’nin adayı A.Levent Tüzel lehine adaylıktan çekildiniz. Sonraki dönemlerde de parti olarak seçime girdiniz. 7 Haziran başarısına kadar geçen bu süreçlere ilişkin neler söyleyebilirsiniz? Gözlemleriniz nelerdi?
Mustafa AVCI: Legal demokratik alanda siyaset yapmaya karar verildiği zamana kadar birçok arkadaş bu uğurda yaşamını yitirdi. Sizin aracılığınızla hepsine rahmet diliyoruz, anılarının önünde saygıyla eğiliyoruz ve anılarını yaşatacağımızın sözünü veriyoruz. Barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinde hem yaşamını yitiren hem de sürgün yaşamına mahkum edilmiş arkadaşların bu süreç içinde yoğunlaşmış, kümülatif emeği var. Emeklerine saygı duyuyoruz, kutsuyoruz. Hiçbir şey yoktan var edilmiyor. Mücadele böyle bir boyut kazanmışsa bu arkadaşların harcadığı emeği, ödedikleri bedeli anmadan geçmek doğru olmaz.
2007’de “Bin Umut Adayları” ile yani bağımsız adaylarla seçime girmemizin nedeni %10’luk barajdır.
Hani, “yeni anayasa yapalım.”, “12 Eylül anayasası ile bu ülke yönetilemez.”, “darbe anayasasıdır, silah gölgesinde onaylattırıldı.” deniliyor ya aslında toplumu kandırmanın gereği yok; %10luk baraj 12 Eylül Anayasası’nın temelidir. Barajın konulmasının amacı o gün ne ise daha sonra gelen bütün iktidarlar o barajdan nemalandılar. Biz hep söyleriz, bu %10’luk baraj Kürt iradesinin meclise yansımaması için orada tutuldu. Doğal olarak ittifak yapacaksınız, meclise gireceksiniz.
Belirttiğiniz dönemde ittifak yapıldı, meclise girildi ama mecliste bir yemin töreni üzerine başlarına neler geldi; kamuoyu hepsini izledi. Birlikte yaşamdan söz ediliyor ya zihniyet asla öyle değildir. Birlikte yaşam, kardeşçe yaşam, birinci sınıf vatandaş...Bunların hepsi asıl zihniyetlerini, düşüncelerini, Kürt halkına olan düşmanlıklarını, sadece Kürt halkına da değil farklılıkların tümüne olan düşmanlıklarını perdeleme amaçlıdır. Kürt halkının ve Türk halkının kardeşliği için bu yemini içiyorum diyen arkadaşın başına neler geldi o dönemde herkes izledi. Süreç öyle bir hal aldı ki, parti kurduk partiler kapatıldı yeni partiler açıldı o partilerle seçime girildi. Sadece iktidardaki partiler ve güçler değil, muhalefetteki partiler de -sözümona muhalifim, sosyal demokratım diyenler de dahil- Kürt halkının iradesi sözkonusu olunca topyekun bir saldırı gelişebiliyor. 2007’de bağımsız adaylarla seçime girme kararı önemli, stratejik bir karardı. O dönem yürürlükteki kanunlara göre çok rahatlıkla başarılabilir düşüncesi gelişti. Bağımsız adaylarla girilecek, grup oluşturacak kadar bir sayı ile meclise girildiğinde grup olarak partiye geçilecek ve partinin mecliste grubu olacak. Bu başarılınca %10’luk baraj hükümsüz kaldı, aşıldı. Yöntem değiştirilerek aşıldı. Sonraki süreçte tekrar bağımsız adaylarla girme dönemi gelişti. En son olarak artık Kürt halkının ve dostlarının, aslında kurulacak partinin programının hangi sonuçları çıkarabileceğinin tespiti yapıldı. Parti üzerinden seçime girilecek kararı alındığında -2015’den söz ediyorum- bu da önemli ve stratejik bir karardı. Aslında o dönemde bir çok güç tarafından bize “aman aman yapmayın, yine baraj altında kalacaksınız, iradeniz meclise yansımayacak” falan gibi telkinde bulunuldu. Tabii bunlar dostça telkinler değildi, bunu çok iyi biliyorduk. Çünkü baraj aşılırsa sadece 20-21 vekille değil, önemli sayıda vekil alma gücümüz vardı. Doğal olarak bizim vekil sayımız arttıkça herhangi bir parti tek başına iktidar olamayacaktı. Ne yapıp edip bizi yine bağımsız adaylarla seçime zorlamaya çalıştılar. Ama bizim de tespitlerimiz vardı. Artık geldiğimiz noktada oluşturduğumuz parti programının nelere kadir olabileceğini çok iyi bildik ve bu tespit üzerinden seçime girildi. Bilindiği üzere 2015, 7 Haziran seçimlerinde 80 vekil ile meclise girildi.
Bu başarı sadece herhangi bir gücün, herhangi bir kişinin çalışması ile değildi, birçok faktör vardı. Parti programı çok önemli burada. HDP’nin programı özü itibariyle Türkiye’deki 85 milyon insanı kardeşçe, barış atmosferi içinde, bütün farklılıkları bir arada yaşatma programıdır. Bu programın propagandası iyi yapıldı o dönemde. Biraz da 2011-2012’de başlayan iç savaş meselesi vardı, Kobane süreci vardı, çözüm süreci vardı; bütün bu süreçler de birer faktördü.
Hamza ÖZKAN: Partiniz 7 Haziran’da geçici hükümete de destek verdi.
Mustafa AVCI: O yasal bir zorunluluktu. Yani geçici hükümet mecliste grubu olan bütün partilerden bakan talebinde bulunuyordu, gereğini yaptık. Sorun şu; bu başarı stratejikti, önemli bir kazanım oldu çünkü AKP iktidardan düştü. O gün bu gündür AKP tek başına iktidar olamadı, 1 Kasım’ı dışta tutarsak. 1 Kasım’ı da biliyorsunuz, Türkiye toplumu 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giderken neleri yaşadı, IŞİD belası Türkiye’yi nasıl kana buladı. Ankara’da barış, demokrasi, kardeşlik için miting yapan o kitle içinde bombalar patladı, 103 insanımız yaşamını yitirdi. Bunlar demokrasi şehitleridir. Daha sonraki süreçte 1 Kasım’a gidildi ve artık muhalefetten hiç kimsenin seçim çalışması yapma hem olanağı kalmadı hem de içinden gelmedi. Sonuçta 103 insanımızı 10 Ekim’de “Gar Katliamı” denilen o katliamda kaybettik, 500’ü aşkın insan da yaralandı. Öyle bir ortamda özellikle kendimiz için söyleyelim, biz 1 Kasım’da seçim çalışması yapmadık ki. Kiralamış olduğumuz ses araçları kenarda bekledi. Şarkı çalamıyorsunuz, türkü çalamıyorsunuz; yürüyüş, miting yapamıyorsunuz. 1 Kasım’da yine AKP tek başına iktidar oldu. Ama sonraki süreçlere bakıyoruz, biz barajı aştığımız sürece hiçbir parti tek başına iktidar olamadı. Aslında koalisyon hükümeti var şu anda. Önceden seçimden sonra kuruluyordu koalisyon hükümetleri, şimdi seçimden sonra kuruluyor, fark etmiyor ki. Hiçbir parti tek başına iktidar olamayınca kanuni düzenlemeler yaptılar ve ittifaklar gelişti. Bu da bir koalisyon çeşididir. Ben de varım diye hükümetin ortağı olarak kendisini göstermiyor ama kamuoyu şunu çok iyi biliyor; MHP’siz AKP adım atamıyor.
Hamza ÖZKAN: Sayın Avcı, DEP ile başlayan ve 7 Haziran HDP ile gelen başarıdan söz ettiniz. Aynı zamanda partinizin kemik oyları var ve oyları sürekli artan bir parti. 7 Haziran’dan sonra 1 Kasım, 24 Haziran ve 14 Mayıs’da yapılan seçimlerde partinizin oylarında bir düşüş var mı? Tabanda bir eleştiri de vardı basına yansıyan, toplantı ve konferanslarınız da oldu. Eş genel başkanlar MYK’da bir özeleştiri verdiler ve tabana söz de verdiler. Bu sürece ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Mustafa AVCI: Süreçten bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değil. 2016’dan sonra Türkiye’nin yönetimi öyle sıradan demokratik bir yönetim değil. Tümüyle devlet zorunu olabildiğince en üst düzeyde kullanan bir zihniyet ile yönetiliyor. Toplumu zapturapt altına alma, baskılama, yönlendirme durumu ortada. 7 Haziran 2015’deki başarının faktörü sadece bizim çalışmamız ya da aday listeleri ile ilişkili değildi, birçok faktör vardı o süreçte. Önemli bir noktanın altını çizmekte yarar var: O dönemde Eş genel başkanlarımız Selahattin Başkan’a ve Figen Başkan’a devlet televizyonları dahil medya kuruluşlarının tümü az da olsa yer veriyordu. Arkadaşlarımız o TV programlarına çıktığında 85 milyona seslenme olanağı bulabiliyorlardı. Seslenirken ne yapıyorduk? HDP’nin programını aktarıyorduk. HDP’nin programı 85 milyonu kardeşçe, bütün farklılıklarıyla yaşatma programıdır. Siz bu programı anlattıkça Çorum’dan da, Yozgat’dan da, Karadeniz’den de destek bulursunuz, sadece İstanbul-İzmir gibi metropollerden veya Kürt illerinden değil. 2016’dan bu yana bu olanak var mı? Biz hep tartışılıyoruz, televizyonlarda birileri bizi tartışıyor ve toplumdan tecrit eden tartışmalardır, hep negatif tartışmalardır bunlar; biz tartışılıyoruz ama temsilcilerimiz oralarda yok! Toplumun bizden haberi yok, Çankırı’nın, Yozgat’ın bizden haberi yok. Son zamanlardaki oy düşüşü evet, bir çok öz eleştiri verildi; halkımızla toplantılar aldık, halkın değerlendirmelerini, eleştirilerini aldık ama sadece sebep o değildi. Yani 14 Mayıs’da yapılan genel seçimlerdeki oy düşüşümüzü buna bağlayamazsınız. Bir, toplumun baskılanma durumu var; iki, toplum açlıkla terbiye edilme durumundadır; üç, bütün medya kuruluşları bize kapalı durumda; dört, medya kuruluşlarının bütün tartışmalarında biz negatif olarak tartışılıyoruz, toplumsal algı bize negatif olarak gelişiyor. Bütün bunlar olunca ve doğal olarak bizim de yaptığımız bazı hatalar da eklenince geldiğimiz nokta budur. Ama bu sadece bizde de değil, AKP’de de, MHP’de de düşüş var, bütün partilerde oy kaybı vardır. Altılı masa şu anda ne haldedir görüyorsunuz. Belki de en şanslı olan biziz çünkü çok rahatlıkla ve özgürce demokratik bir ortamda tartışmalarımızı sürdürüyoruz. Böyle bir ortamda sürdürülen bir tartışma çok daha kısa sürede sonuç verir. Biz hepsinden çok daha rahat toparlanırız, buna inanıyorum. 15 Ekim’de yapılacak Yeşil Sol Parti’nin genel kurulundaki resim, sonucu ortaya çıkaracaktır.
Hamza ÖZKAN: Sayın Avcı, bir de yerel seçimlerde parti olarak ve gelenek olarak, 90’larda SHP listesinden birkaç belediye aldınız; Amed’de Mehdi Zana, Batman’da o dönem katledilen Edip Solmaz. Tatvan Belediyesi’ni almıştınız sonra sürgüne gitmek zorunda kaldı. 99’da parti olarak seçime girdiniz ve 19 belediye aldınız. Kadın kotası da o dönem uygulandı. Daha sonra 36, sonra 56 ve 2014 seçimlerinde 105 belediye kazandınız, ittifaksız. Aynı zamanda bir sloganınız da vardı; “Kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz.” Bu belediyecilik dönemine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Mustafa AVCI: Edip Solmaz yoldaşların döneminde -zaten 45 gün görev yaptı arkadaşımız- halkçı belediyecilikten söz edilmişti. O dönemde bir halkçı-toplumcu belediyecilikten söz ediliyordu ama şimdiki gibi olgunlaşmış bir belediyecilik anlayışı söz konusu değildi. Yani ekolojik, demokratik, şeffaf, cins özgürlükçü belediye anlayışımız artık bir sisteme kavuşmuş durumda. Ama o dönemde bile klasik belediyecilik anlayışına bir karşı duruş sergiliyordu arkadaşlar. Mesela dost güçlerden Fatsa Belediyesi Fikri Sönmez yoldaşın da bir belediyecilik deneyimi vardı o süreçlerde. Ağrı’da, Diyarbakır’da olmuştu. Bu örnekler o dönemde tümüyle klasik belediyecilik anlayışına karşı birer duruştu. Ama birer tohum da ekiliyordu yavaş yavaş, onlar yeşerecekti ki yeşerdi. Şimdi o geleneği bu güne kadar bir sisteme kavuşturan Kürt yurtsever hareketidir. Yine belirtiyorum, biz bunu halka anlatabildiğimiz kadar karşılık buluyordu. 103 belediye çıktı, sonraki süreç 1.kayyumlar süreci ve geldiğimiz noktada en son 2.kayyum döneminden önce bu sefer yeni bir yöntem geliştirildi. Artık Türkiye’de öyle bir durum gelişmiş ki merkezi yönetim yürürlükteki kanunları da tanımıyor, onları da ayakları altına alıyor. Yani Türkiye artık KHK ile yönetiliyor. “Anayasa bizim için yok hükmündedir” denilebiliyor, en üst düzeyde bir hükümet yetkilisi tarafından. Cumhurbaşkanı bunu defalarca söyledi. Bu yapılıyorsa artık çok da analiz etmeye gerek yok.
Bize düşen nedir? Buna karşı yeni yöntemler geliştirebilir miyiz? Örnek veriyorum; 1.kayyumların atanma nedeni aylarca propaganda edildi, halkta negatif bir algı geliştirildi bizim için, sonra kayyumlar atandı. Şimdi 2.kayyum atama döneminde buna da ihtiyaç duymadılar; biz daha sandıkları kurmadan önce 31 Mart’ta Cumhurbaşkanı söyledi; “Kazansanız da kayyum atayacağım!” Şimdi siz müneccim misiniz? Biz mazbatamızı alacağız, görev başına geleceğiz, sizin dediğiniz şekilde bazı suçlar işlenecek, ondan sonrası... hukuk böyle olur mu? 6 belediye adayımız KHK’lıdır diye adaylığı kabul edilmedi. Bu arkadaşlarımız il ve ilçe seçim kurullarına dosyalarını verirken kurullar bu dosyaları incelemedi mi? Veto edebilirlerdi ve sonra bizim yasal hakkımız doğuyordu, 2.bir dosya ile başka bir arkadaşımızı verecektik, kanuni hakkımızdı. Bu yapılmadı, sandık sonucu beklendi. Sandık sonucunda biz kazanınca -Van’da 3 belediyemiz bu durumda, bir Amed’de- mazbatamız verilmedi. Arkadaşlar suçlu varsayalım, yürürlükteki kanun ne diyor? Arkadaşlar yasal hakkını kullanıp mahkeme yoluna gidecek, “ben suçlu değilim” diyecek. Mahkeme karar verinceye kadar seçilmiş meclis (belediye meclisi) o arkadaşın yerine bir belediye başkan vekili seçecek. Eğer arkadaş aklanırsa geri gelecek; hüküm giyerse meclis kendi içinde asil belediye başkanı seçecek. Bu yürürlükteki kanunu da uygulamadılar. Keyfi olarak mazbatayı 2.partiye verdiler. Yani 2 kere kanun çiğnediler bu süreçte. Yani artık anayasa tanınmıyor, kanun tanınmıyor, KHK’lerle, ya da bir sabah kalkıyorsunuz “Ya ben bu HDP’li belediyelerden rahatsızım Süleyman, gerekeni yap” diyorsunuz; Süleyman’da istiyordu bir göz, Cumhubaşkanı verdi iki göz... Bu kadar basit. Gelinen nokta bu. Yani 103 belediyeden niçin 50-60 belediyeye düştük, niçin oy kaybına uğradık artık bunun nedeni bellidir. Medyanın tümü bize karşı, bize karşı negatif toplumsal algı gelişiyor. Seçmenimiz moralsizleştiriliyor, psikolojik olarak perperişan ediliyor o söylemlerle. Güven içinde bir tartışma yürütülmüyor, hangi demokrasiden söz edeceksiniz? “Zaten kayyum atanıyor o zaman niye sandık başına gidelim?” algısı toplumda yaratılmaya çalışılıyor. Doğal olarak biz de rahat çalışamıyoruz. Bir taraftan baskı altındayız, bir taraftan medyanın toplumda yarattığı negatif algı, bir taraftan “kazansanız da kayyum atayacağım” dediğinizde sandık başına gitmeyen seçmen bizim için de sandık başına gitmezse kimse kusura bakmasın ki gitmedi de.
Ama bu da faydasızdır net olarak belirtebilirim. Seçmen şunu söylüyor: Siz kayyum atasanız bile biz 1 saatliğine de olsa irademizi göstereceğiz. Sizin yaptıklarınızı, atadığınız kayyumları ve kayyum pratiğini kabul etmiyoruz. Önümüzdeki 31 Mart seçiminde de bu halk yine aynı iradeyi gösterecektir, bu mesajı net olarak verecektir. Biz buna inanıyoruz, halkın içindeyiz, halkın mesajı budur.
Hamza ÖZKAN: Sayın Avcı, belediyelerinizin yaptığı pek çok çalışma vardı; özellikle kadın kurumları, gençlik kurumları... Kayyum döneminde bu kurumların da çoğu kapatıldı. Siz 2019’da Van Belediye Eş Başkanı olarak seçildiniz ve bir süre sonra yerinize kayyum atandı. O dönem Van’da yaptığınız çalışmalar, projeleriniz ne durumdaydı? Önceki döneme ait projeler ne durumdaydı, kayyum projeleri yapmış mıydı? Sizin projeleriniz nelerdi?
Mustafa AVCI: Biz görevde 3.5 ay kaldık. Göreve geldiğimizde 2 işi önümüze koyduk. Bir, Bekir Başkan’ın -yerine kayyum atanmıştı- çalışmalarının bırakıldığı yerden devamı. O çalışmalar keşke o halde kalmış olsaydı; üzerine bir iki taş konur yürür, oradan başlarsın. Ama o çalışmalar tümüyle tahrip edilmişti. 1. kayyum döneminde Bekir Başkan’ın projelerinin bir kısmı bitmiş bir kısmı bitmemişti. Bitmemiş olanlar o halde kalmış, bitmiş olanlar da tahrip olmuştu. Örneğin; bir kültür kurumu vardı “Nuda Kültür Merkezi”. Oraya ciddi bir yatırım yapılmıştı, büyük kaynaklar harcanmıştı. Adeta harap olmuş, yıkılmış. Biz oraya el attık, 1 Eylül’de açılışını yapacaktık. Yeniden dizayn ettik, tamir ettik, amacına uygun işletilebilecek duruma geldi. Açılıştan 2 hafta önce 19 Ağustos’da 2.kayyum atandı. Fidanlık Parkı vardı, Bekir Başkan döneminde başlatılan büyük bir projedir, orada önemli bir kompleks var. Büyük paralar harcanmıştı oraya. O da yarım kalmıştı ve 1.kayyum döneminde hiçbir şey yapılmamış. Yüklenici firma ile mahkemelikti. Firma “benim ödeneklerimi yapın ben işimi bitireyim, çekileyim” diyordu. Ödeme yapılmıyor, iş bitmiyor, yapılan bütün binalar da iklim koşullarından aşınıyor. Fidanlık parkı harap haldeydi, yıkılacak. Yüklenici firma ile toplantı yaptık, belli bir noktaya geldik. 15-20 gün içinde işini bitirip teslim edecekti. 1 Eylül’de onu da halkın hizmetine sunma planımız vardı. 2.Kayyum gelince o da şu anda orayı belli kurumlara peşkeş çekmiş durumda.
Bunun dışında Van halkı içme suyu sıkıntısı çekiyor. Bekir Başkan döneminde bir dizi depo yapılmış, bir de ana depo yapılmış. Yüklenici firma bu depoları test edip Devlet Su İşleri’ne teslim edecek. DSİ’den de VASKİ devralacak. 1. Kayyum döneminde bu işleri yapmamışlar. Biz yüklenici firma ile sorunu çözmek üzere iken 2.kayyum geldi. Hala o depolar devreye sokulmadı ve Van’ın büyük bir kısmı arsenikli su içmek zorunda kalıyor. Yani kuyulardan su içiyor. O depolar devreye girse kuyular devre dışı kalacak.
İkinci işimiz de Bekir Başkan döneminde bitmiş projelere el attık. Bekir Başkan döneminde büyük park bahçeleri vardı. Büyük paralar harcanmış park bahçeleri viran olmuş, susuzluktan kurumuştu. Biz yeniden canlandırdık, onardık. Yani kayyum döneminde bitirilmiş projeler de tahrip edilmişti.
Daha sonra da Van’ın gerçek ihtiyaçları nedir onu tespit etmeye çalıştık bu 3.5 aylık süreçte. Van halkı ne istiyor? Kaynakları halkın isteği doğrultusunda planlayalım. 3.5 ay içinde dizi dizi toplantılar yaptık, muhtarlarla toplandık, mahallelerde-köylerde halk toplantıları yapıldı. Orta vadede, kısa vadede, uzun vadede neler yapacağımızı halkla tartışarak belli bir düzeye getirdik. Bazılarını belediyenin öz kaynaklarıyla karşılayacaktık, bazılarını da ihaleye verecektik. Bazı kalemlerde ihaleler askıya çıkma aşamasına gelmişti ki pratiğe geçirecektik, 2.kayyum geldi olduğu gibi kaldı.
Toplumun dinamik güçleri, kadın ve gençlik özgün bir güçtür. Bunlar için siz altyapı hazırlayacaksınız, yerel yönetimin kaynaklarını bu dezavantajlı kesimler için kullanacaksınız. Onlar için yapılan kurumlar vardı, 1.kayyum döneminde işlevi değiştirilmiş, başka amaçlar için kullanılan kurumlar haline gelmiş. Biz onları yeniden kuruluş amaçları için hizmet üretsin diye el attık. Bir işimiz de bu idi.
Bir de 1.kayyum dönemindeki hırsızlıkların, yolsuzlukların peşine düştük. Belli kişileri suçüstü yaptık, dosyalar hazırladık. O dosyalar tam mahkeme yolunda iken 2.kayyum geldi onlar da sümenaltı edildi.
Bir de dezavantajlı bir durumumuz vardı, mazbatayı alıp görev başına giderken. Daha önce Van BB’de KHK’lerle ihraç edilen kalifiye gücümüz vardı. Belediyeyi bilen, tanıyan, bütün sorunlara hakim olan, projesi olan bütün arkadaşlar, 453 arkadaş ihraç edilmişti. Dolayısıyla kiminle çalışacaktım? Orada mecburen 1.kayyum döneminde görev yapmışlarla iş yapmaya çalıştık. 1.5 ayımız öyle geçti. Onlar da seni sevmezse seni boşa çıkarır. Sen halkın ihtiyaç duyduğu bir hizmeti üretip sunma talimatı verirsin, onu aksatır, geciktirir. Ne zaman ki bizimle çalışacak uyumlu arkadaşlara kavuştuk 2.kayyum geldi.
Yani 3.5 ay içerisinde çok şey yaptık, bütün bunları bir araya getirdiğimizde. O dört duvar arasında kalmadık hiç, hep dışarıdaydık, sokaktaydık, halk arasındaydık. Şimdi ürettiğimiz projeler, yaptığımız planlar uygulamaya getirip halkın görebileceği bir duruma erişmedi. Halk bizi mahallesinde, sorunların başında gördü; çözüm irademizin olduğuna da inandı ama pratikte görmesi gerekirdi; bu olanağı tanımadılar.
Niye belediye sayınız düştü? Soru böyle idi. Şimdi bütün bunları görmeden sadece bizim çalışmamıza, parti çalışmasına ya da bizim belediyecilik anlayışımıza bağlanırsa bu sonuç, bence yanlış olur. Tam tersi, küçücük de olsa kendimizi medyada 85 milyona aktarabilsek belediyecilik anlayışımız çok iddialı bir projedir. Neden? Biz “Yerel Yönetim” diyoruz. “Genel Yönetim” ile “Yerel Yönetim” birbirinin alternatifi veya karşıtı değil. Aslında demokratik ülkelerde merkezi yönetim birçok yükünü yerel yönetimlere devrediyor. Örneğin yerellerdeki sağlık, eğitim, kültür hizmetlerini denetimine almıyor, bunları yerele devrediyor. Benim yüküm hafiflesin diyor. Türkiye’de bunun tam tersi. Her şey benden sorulsun diye. Ankara’daki tekçi yönetim anlayışı budur. 85 milyonun yükünü siz Ankara’dan kaldıramazsınız. Hakkari’nin bir köyüne içme suyu gelecekse bunun kararı taa Ankara’dan verilmemeli.
Yerel kaynakları yerel için planlayarak üreteceğimiz hizmeti hem kaliteli hem zamanında hem de halka en yakın yerden sunmaya çalışıyoruz. Belediyecilikte bunu yaparken toplumu sürece katma meselesi de var: Bir sorun var diyelim, siz sorunun sahibini sürece katmadan o sorunu çözmek üzere dört duvar arasında 4 tane teknokrat ya da bürokrat ile karar alıyorsunuz. İşte biz bu anlayışa müdahale ediyoruz. Biz diyoruz ki, sorunun sahibi halk ise bu halkı bu sürece katmamız lazım. Bir mahalleye bir hizmet üretip götürecekseniz o mahallenin halkına öncelikle şunu sormak lazım; sizin bu mahallede birinci öncelikli ihtiyacınız nedir? Biz size bir kaynak ayırdık, bu kaynağı sizin için kullanacağız ama size kaldırım mı lazım, size yol mu lazım, park mı lazım? Halk bunu belirler. İşte klasik belediyecilik ile bizim alternatif belediyecilik arasında, katılımcı, demokratik, cinsiyet özgürlükçü belediyecilik diyoruz ya, bu fark var. Ama özünde merkezi yönetimin yükünü müthiş derecede hafifletecek bir belediyecilik anlayışı.
Merkezi yönetim “her şey bizden sorulsun” anlayışında olunca, bizi etkisizleştirme, önümüzü kesme, her türlü yol-yöntemi deneme durumu var. Kayyumların atanma nedeni de biraz budur. Belediyenin kaynaklarını elimizden alıyor, kayyumunu atıyor. Neden? Merkezi yönetim yerel yönetimi bir alt şubesi gibi görüyor. Böyle özerk olacaksınız, özgün olacaksınız, kaynakları toplum için planlayacaksınız, ben buna müsaade etmem diyor. Yerel yönetimler benim için çalışmalı, zihniyet bu. Kayyum, baskı, gözaltı bunun bir yönetimidir. Partimizin programı medyada nasıl barajlanıyorsa belediyecilik anlayışımız da bu çerçevede barajlanmaya ve etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Hamza ÖZKAN: Sayın Avcı, seçim öncesi ve sonrasında da muhalefet partileri de kayyuma karşıyız dediler. Mecliste kayyum konusu neden tartışmaya açılmıyor? Üniversitelere de kayyum atandı, öğrenciler de kayyum politikasına karşı meydanlarda oldular. Hem partiniz hem de diğer muhalefet partileri kayyum politikasını son bulması için bunu mecliste nasıl gündemleştirebilir? Son olarak da, Patnos belediye eş başkanları da gözaltına alındı ama kayyum atanmadı. Belediye meclisinden eş başkanlar seçildi. Sizce AKP hatasını mı gördü, kayyum politikasından geri mi döndü?
Mustafa AVCI: Hayır, asla öyle bir şey değil. Kayyum politikası aslında hiçbir demokratik kültürde karşılık bulmaz. Yani halk iradesini devlet zoruyla gaspetmek darbedir aslında. 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı mahkum ediyoruz ya, irade gasbıdır diyoruz. Sonuçta irade gasbı değil midir darbe? Şimdi merkezi hükümet ne yapıyor? Kayyum atanmış belediyelerde eş başkanları suç işledi diye kayyum atanmadı ki. 2. kayyum döneminde AKP kendi seçmenine bile anlatamıyor, niye kayyum atadığını. 1. kayyum döneminde 3-4 ay propaganda yaptınız bütün medyada sonra kayyum atadınız. Bir toplumsal algı gelişmişti, kafalarda soru işareti vardı. Ama 2. kayyum döneminde buna da ihtiyaç duymadılar. AKP’li seçmenle sokakta karşılaşıyoruz, esnafın elini sıkıyoruz; esnaf, “AKP’ye oy verdim ama ben kabul etmiyorum” diyor; “size yapılan zulümdür, 3.5 ayda ne yaptınız da kayyum atandı, 1.kayyum döneminde ‘acaba?’ dedik ama sizin için bunu da diyemiyoruz” diyor. Böyle olunca dünyada ne olup bittiğini de herkes görüyor artık, teknoloji gelişti. İşte böylesi bir ayıptan kurtulmak için birkaç belediyemizi bu halde bıraktı. 4 ilçe, 2 belde belediyemiz kaldı. Bu belediyelerimiz doğru şeyler yaptı da kayyum atanmadı diye düşünmeyelim. Bu, merkezi zihniyet kayyum atama politikasından vazgeçtiği için Patnos’a böyle yaklaştı gibi bir şey değildir. Madem kayyum atanıyor sandık başına gitmeyelim de değil. Sandık başına gideceğiz ve gene bu mesaj verilecek: siz kayyum atasanız bile biz bunu kabul etmiyoruz. Hatta geçmiş seçimde aldığımız oydan 10 puan daha fazlasını da alacağız.
Hamza ÖZKAN: 3.5 ay sonra sizin yerinize de kayyum atandı ama buna rağmen, zaman zaman basına verdiğiniz demeçlerden biliyoruz, kooperatif çalışmalarınız vardı, halkla birlikte çalışmalar yürüttünüz. Bu çalışmaları da değerlendirir misiniz?
Mustafa AVCI: Kooperatif çok önemli bir çalışmadır, altını çizerek söylüyorum. Kooperatif öncesinde sizin de gelip çekim yaptığınız “Laboratuvar Bahçesi” var. 3.5 aylık süreç içerisinde önemli tespitlerden birini daha yaptık biz: Sadece Van’da 40.000 civarında ailenin sürekli bir girdisi yok. Yani sigortalı çalışanı yok. Piyasada iş bulduysa geçinir bulmadıysa açlık. Bu ailelerden ikişer kişi iş arıyor olsa bu 80.000 işsiz demek. Peki neden böyle olmuş, oturduk tartıştık. Bir zorunlu göç etme dönemi var güvenlik tedbirlerinden kaynaklı ama sonraki süreçte tarım ve hayvancılık alanında maliyetlerin artmasıyla birlikte bu sefer, atası babası gibi geleneksel tarım yapıyor ama kendisini kurtarmıyor, o da tarlasını bırakıp gelmiş, köyünü bırakmış gelmiş. Van’da 100.000 kişiyi kaldırabilecek bir altyapı var. Ulaşım, içme suyu gibi sorunlar ancak 100.000 kişiyi kaldırabilir. Ama şu anda 650.000 insan bu 100.000 kişilik altyapının üzerinde oturuyor, hizmet bekliyor, iş arıyor. Neden tarlanda, köyünde değilsin diye sorduğumuzda “kurtarmıyor” diyor. Madem belediyenin olanakları elimizden alındı o zaman biz bu toplum için bir şey yapmak zorundayız dedik arkadaşlarımla. O “Laboratuvar Bahçesi” öyle çıktı. İçinde Ziraat Mühendisi arkadaşların da olduğu bir grup arkadaşla -2.kayyum döneminden sonra- yeni ürünler yetiştirelim, çiftçiyi eğitelim, dolayısıyla çiftçi kendi tarlasını ektiğinde kendisini kurtarabilecek, geçinebilecek duruma gelir. Geleneksel tarımdan vazgeçer, çağdaş tarıma yönelir dedik. Bu durumda kentten kıra doğru tersine bir göç olur, çiftçi tarlasıyla buluşur, üretim sürecine girer. Biz o bahçede bazı ürünler geliştiriyoruz. Lavanta çiçeği denedik, çok güzel oldu. Badem denedik ki şimdiye kadar kültürel badem yok, iyi oldu. Bir üzüm deniyoruz, meyve vermeye başladı. Bir buğday çeşidi denedik ama onu yapamadık. Yerli tohum deniyoruz sebze meyve alanında. Şimdi bu noktada çiftçilere artık belli şeyler öneriyoruz: Ekildiği zaman, aile kolektif olarak, gerçekten çoluğunuzu çocuğunuzu kurtarabileceksiniz, iş peşinde koşmayacaksınız, ayakta kendi kendinize kalabilecek bir duruma gelirsiniz diye anlatıyoruz. Bu fikir ve pratik iyi gelişiyor. Geçen sene birkaç çiftçi yeni ürünlerden ekti. Kooperatifleşme fikri bundan sonra çıktı. Bir kriz dalgası var. Genelde dünyada gelişmiş toplumlarda kriz dalgaları geliştiğinde kooperatifleşme teşvik ediliyor ki küçük küçük güçler birleşsin o kriz dalgasına karşı ayakta kalmayı öğrensin, devletin yükü hafiflesin diye. Devlet de buna destek veriyor. Ama Türkiye’de bunun tersi oluyor. Türkiye’de Fisko Birlik var, Trakya Birlik var, birliklerin seçilmiş bir yönetimi var ama başkanı bakanlık ve genel müdürlük atıyor. Böyle bir şey olmaz. Kanuni düzenlemeyi böyle yapmışlar.
Biz Van özgünlüğünde bir kooperatifleşmeyi başlatalım ve topluma örnek olsun dedik. Zamlar vs. eleştirilsin ama bu bağırma çağırmalar sorunu çözmüyor ki. Resmi enflasyon rakamları bile %60’ın üstünde. Piyasada %500 enflasyonu olan bir patates durumu var, soğan var. Hükümeti eleştirelim ama bu sorunumuzu çözmüyor. Sorunu çözmek için o küçük küçük güçlerimizi birleştirelim. Toplumda bir de negatif bir algı var kooperatiflere ilişkin. İşimiz bu açıdan da zor. Kötü deneyimler var. Bir kooperatifleşme hareketi kendi öz gücü üzerinde durmazsa, destekle ayakta durursa o desteği kaybettiğinde çöker. Bizim şu anda başlattığımız kooperatifleşme hareketi dış destekten bağımsız kendi öz gücü üzerinde ayakta kalabilecek şekilde, Laboratuvar Bahçesi’nde geliştirdiğimiz ürünleri kooperatifimiz aracılığı ile ekip sonucunu halka göstermeye çalışacağız. Bu arada zihni açık, geleceği görebilen çiftçilere de ektirmeyi düşünüyoruz. Yani bu kış bazı pratikler yaptık. Doğal olarak dış destekten kesinlikle yararlanmadığımız için bir anda parlayıp sönen değildir bizimkisi. Hem fiziki hem ekonomik güçlerimizi birleştirip yürümeyi öğreneceğiz. Bu kışı kooperatifimizi büyütme, eğitme ve önümüzdeki baharla birlikte daha güçlü adımlarla üretme sürecine girme planlamaları çıkacak. Yetmiyor; kurulmuş ,işler durumda ulusal ve uluslararası kooperatifler var, bunlarla da ilişki geliştireceğiz. Bir yandan köylerde kooperatiflerin kurulmasını teşvik edeceğiz, bir yandan da tüketici kooperatiflerinin kurulmasını teşvik etmeyi düşünüyoruz. Halka şunu vermemiz lazım; sosyal yardım paketleriyle ömür billah hayatta kalamazsınız. Sosyal yardım paketini uzatan karşılığında itaat etmeni istiyor, iradenizi teslim almak istiyor. O yüzden de gelin tümüyle özgürleşin, ayaklarınızın üzerinde durun, kendi kendinize yetin. Ama böyle bir üretin sürecine önce zihnen sonra fiziken dönmeniz lazım. Yetmiyor, bu genel ekonomik kriz dalgasına karşı siz kendi başınıza ayakta duramazsınız; güçlerinizi birleştirin, kooperatifleşme çerçevesinde örgütlenin diye bir fikirle hareket ettik.
Hamza ÖZKAN: Son olarak, önümüzdeki hafta kongreniz var. Kongreye ilişkin bir çağrınız var mı? Güncele ilişkin ve önümüzdeki 31 Mart seçimine ilişkin önerilerinizi ve bir hafıza olarak deneyimlerinizi alabilir miyiz?
Mustafa AVCI: Şu anda artık 85 milyona sesleniyorum, beni seven ya da sevmeyen, bu ülkenin geleceği kesinlikle HDP programındadır. HDP programı büyük oranda önümüzdeki kongrede Yeşil Sol Parti’nin programına da yansıyacaktır. Bu program 85 milyonu bütün farklılıklarıyla ama özgünlükleriyle eşit-özgür yaşatabilecek bir programdır. Biz bu mesajı 15 Ekim’de Yeşil Sol Parti genel kurulunda vereceğiz.
Yerel yönetimler açısından da tek umut yine bizim belediyecilik anlayışımızdadır. Klasik ve geleneksel belediyecilik anlayışından topluma bir şey çıkmaz. Çünkü her gelen yönetim belediyeleri kendi şubesi gibi çalıştırmak ister. Genel yönetim kendi sorumluluğunu bilsin, kendi işini yapsın, yerel yönetimler de kendi sorumluluğunu bilsin, işini yapsın. Böyle bir görev bölüşümünden söz ediyoruz. Şeffaf, katılımcı, hırsızlığın-yolsuzluğun, yandaş kayırmacılığının olmadığı, ayrımcısız-ayrımsız bir hizmet üretip sunma. Sorunun taraflarını hem karar alma süreçlerine hem planlama süreçlerine, hem pratik sürece hem de denetleme sürecine katmak zorundasınız. Bu demokratik, şeffaf, katılımcı, ayrımcısız belediye anlayışında vardır. Bu ülkenin 85 milyonunun geleceği de bizim belediyecilik anlayışımızda vardır.
Gelelim muhalefetin kayyum atama meselesinde etkin rol oynayıp oynamamasına. Genel siyaset içinde defalarca mecliste dile getirildi: Bugün biz böyle yeniliyorsak, muhalefet de buna karşı durmaz hatta dolaylı destek verirse hiç kimse kusura bakmasın onların elindeki belediyelere de kayyum atanacak -yöntem değişik de olsa. Çöp toplamaktan başka hiçbir inisiyatifleri, yetkileri kalmayacak ellerinde. Sonuçta eli kolu bağlı olarak oradasın, bu da bir kayyum atamadır. Ki bu oldu büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da gelişti. Muhalefet gerçekten demokratik ise o zaman bize bu haksızlık yapıldığında karşı durması lazım.
Genel kurul için çağrımız, partimizin 15 Ekim’deki genel kurulunda bütün halkımız, halkımızın dostları, özgürlükçüler, kadın hakları savunucuları, gençlik orada her şeye rağmen güçlü bir şekilde bir araya gelip bu programın mesajını güçlü vermesi lazım. O yüzden katılımın güçlü olması gerekiyor. 31 Mart seçimlerinde, ne olursa olsun, baskı-zulüm ne kadar artarsa artsın, önümüz ne kadar kapatılırsa kapatılsın, toplumsal algı ne kadar daha üst düzeyde negatif örgütlenirse örgütlensin bu halk kararını verecektir. Kararı da şudur: 1 saatliğine de olsa biz bu irademizi yine o koltuğa oturtacağız. Halk bu karardadır.
Seçilmiş arkadaşlarımıza, yerine kayyum atanmış arkadaşlarımıza hep şunu söylüyoruz: Hiçbir şey dünyanın sonu değildir. Belki belediyenin olanakları elinizden alınıyor ama siz bu toplumun seçilmişlerisiniz, siz bu topluma belediye olanakları elinizde olmasa da bazı şeyler yapabilirsiniz. Halkın içindesiniz, alanınızı terk etmediniz, halkın derdiyle ilgilendiniz gücünüz oranında bu güzeldir ama yetmiyor. Bu halkı bu sefaletten kurtarmak için yeni şeyler deneyebiliriz. Sonuçta kanunlar yürürlüktedir; kooperatiflerin, birliklerin kurulması, halkı yeniden üretim sürecine teşvik etme gibi bütün bu işler yapılabilir. Dünyayı yeniden keşfetmiyoruz; Van’ın iklimine, toprağına uygun olan, getirisi iyi olan ürünleri deniyoruz. Gelin bunu biraz yaygınlaştıralım. Bu halk bunu gördükten sonra şehir merkezlerinde yığınak yapıp böyle bir sefalet yaşamı tercih etmez, üretim sürecine geri dönecektir. Yani 11.000 yıl öncesinden başlayın neolitik dönemden bu yana Mezopotamya’nın geçim kaynağı tarımcılıktır, hayvancılıktır. Bu bir kültüre dönüşmüştür. Siz Mezopotamya coğrafyasında yaşayan halkı bundan alırsanız, yeni bir sürece yönlendirmeye çalışırsanız zorlarsınız. Halkımıza şunu söylüyoruz: Yeniden üretim sürecine dönsünler, toprakla, hayvancılıkla ilgilensinler. Bize de düşen bunlara katkı sunmak, öncülük yapmaktır.
31 Mart seçimlerinde de cebimizde hazır projelerimiz vardır. Eğer kayyum gelmeseydi hemen pratikleştirilebilecek yığınla projemiz vardı cebimizde. Kayyum bu olanağı elimizden aldı. Örneğin ulaşım sorunu ancak belediye olanakları ile çözülebilir. Van’da bu sorun başat sorun durumuna geldi. Buna ilişkin çalışmamız son noktaya gelmişti, kayyum geldi hepsini durdurdu. O çalışma cebimizde. 31 Mart’da görev başına geldiğimizde bu ulaşım sorununu çözecek adımı hemen atacağız. İkinci olarak imar sorunu temel bir sorundur. Van’da 650.000 kişinin yükü Maraş ve Cumhuriyet caddelerinin yükü halindedir ve her iki cadde de çökmek üzeredir. Buna ilişkin de projemiz vardır, göreve gelsek hemen müdahale edeceğiz. Van bir deprem kenti, son depremde yaşananları gördük. Depreme hazırlık için hiçbir şey yapılmamış. Ama bizim projelerimiz cebimizde. 2. kayyum sürecinde de çalıştık üzerinde. Yeşil alan sorunu: Van gibi bir yerde kişi başına düşen yeşil alan miktarı acınacak durumda; dünya standardı 9-10 metrekare iken bizde 1.2 metrekaredir. Bunun içinde projemiz var. Van bir turizm kenti ama turizm transfer olmuş durumda. Yani turist geliyor dinleniyor 2 gün sonra gidiyor. Basına da yansıdı, uçak seferleri, yer bulunamıyor, turist ne yapsın, altyapı yok. Çok rahatlıkla ulusal ve uluslararası turizmi, kültür turizmini Van’a çekecek projeleri biz 2-3 ay içinde geliştirdik. İşsizlik sorunu belediyenin değil ama toplumsal bir sorun. Bu kentte yaşıyorsun o sorunun çözülmesi lazım. Biz yarın göreve geldiğimizde hangi işe hangi gün başlayacağımızı çok iyi biliyoruz. Ciddi bir borç yükü de yığılmış, duyumlarını alıyoruz. Belediyenin elindeki taşınır-taşınmaz ne varsa satılığa çıkarılmış.
Hamza ÖZKAN: Van’daki dinamiklere bir çağrınız da olmuştu...
Mustafa AVCI: Onu da ekleyecektim. Bütün bunların hepsi bizim seçilmiş arkadaşlarımızın ya da partimizin sırtında bırakılıyor. Van’ın yerel kaynakları Van için harcanmıyor ki. Hem Van satılığa çıkarılmış hem büyük büyük borçlar yapılmış hem de kaynakların transferi var. Burada sadece bizim sorumluluğumuz olmaz ki. Diğer örgütlü kesimlerin de sorumluluğu var. Çünkü herkes Van’da yaşıyor. Bu kentin geleceği karartılıyorsa zararı sadece biz görmüyoruz ki. O yüzden benim çağrım şu olmuştu: Van’da yaşıyorum, çocuğum da yaşayacak ve Van’ın geleceğini dert ediniyorum diyen örgütlü, örgütsüz, tüzel ya da gerçek kişilerin hepsinin sorumluluğu vardır. Gelin Van’a sahip çıkalım. Bir araya gelirsek birileri çok rahat Van’ı talan etme yoluna gidemez, göze alamaz. Bu çağrı, yapmak istediğimiz o toplantı seçim hazırlığı değil tümüyle kentin geleceğine sahip çıkabilecek bir fiili kent yönetimini oluşturma çağrısıdır. Bu çabamız devam edecek. İnancım, eksik de olsa bu işi başaracağız.