“Özellikle politik alan inşa edilirken sakat bırakılan ana kaynağın yani kadının bu alana yeniden öz iradesi ve öz gücü ile girişi tüm toplumsal sorunların çözümü açısından da belirleyici önemde. Abdullah Öcalan’ın 'Kadınsız demokratik siyaset olmaz' belirlemesini, kadının düşünsel, örgütsel, siyasal, bilimsel güçlenmesi, toplumsal doğanın aydınlanması ve öz dinamiklerine kavuşması anlamına gelmektedir şeklinde de okuyabiliriz.”
Nagihan Akarsel
“Bu dünyadan gitmek zorunda kalacağımız gün, arkamızda daha iyi bir dünya bırakmak, iyi bir insan olmuş olmaktan daha önemli olacaktır.”
Hannah Arendt
Zaman ve mekân bağlamında ezberlerden uzak, dogmalardan azade bir şekilde bilinenin güvenliğine sığınmadan yeniyi inşa etmek çok zor. Kurgusu egemen tanımların gölgesinde muğlaklaşan kavramların gerçek anlamını kavramak ve anlatmak daha da zor.
Düşünsel ve ruhsal iklimimizi neye göre, nasıl ele aldığımız, böylesi tanımlamalarda belirleyici oluyor. Evreni anlama, yaşamın anlamına erme, toplumsal dokuyu kavrama ve bunun içinde birey olarak oluşunu gerçekleştirme şeklinde sıralayabileceğimiz sonsuz edimin beslendiği düşünsel ve ruhsal dünyamız, içinde bulunduğumuz zamandan ve yaşadığımız mekândan doğrudan etkileniyor. An, geleceğin yükünü taşırken geçmişin birikimini temsil etmekte, mekân ise sosyal, kültürel, ekonomik tüm dokumuza oluş zemini sunuyor. Aksi durumda Fernand Braudel’in Maddi Uygarlık kitabında dile getirdiği gibi insanlığın değerli birikimi “boş olaylar yığını” olarak ele alınmaktan kurtulamıyor.
Zira birikimin yığına dönüşmesi, değerin belli bir kesimin tekelinde olması, iktidar ve sermaye güçlerinin insafında olan bir toplumsal yapılanmanın alt yapısını oluşturmakta. İktidar odaklı, tekellerle ve talanlarla kendini ikame eden devlet odaklı bir realitenin içinde demokratik siyaseti tartışmak ise her şeyden önce paradigmasal bir yaklaşımı gerektirmekte.
Anlama çabası
Bir sistemin dayandığı bilgi yapılanmalarını ifade eden paradigma (Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı) evreni algılama yöntemimizden her davranışımızın farkında olalım olmayalım, hangi ideolojiye hizmet ettiğine kadar yaşamı bir bütün belirleyen bakış açısıdır. Zamanı, iktidar ve sermaye güçlerinin yoğunlaşmış ifadesi olan devletin çıkarları temelinde belirlenmiş bir mutlaklık, mekânı da “tek” olan bu gerçeğin çıkarlarının gerçekleştiği alan olarak tanımlayan mekanik paradigmayı tek doğru olarak kabul etmek baştan, sıkı belirlenmiş olanın tuzağına düşmek, batağına saplanmak ve nihayetinde hakikatten uzaklaşmak olur. Çünkü bu kavrayış toplumsal hafızanın çoğulluğuna, farklılığına, zenginliğine rağmen hatta onu yok etme konsepti ile varoluşunu gerçekleştirmiştir. Ve bu varoluş, kolektif hafızanın bileşenlerini yaralamış, sakat bırakmış, ötekileştirmiştir. Toplumsal dokuya nüfuz eden ve tek elden inşa edilerek mutlak doğru olarak dayatılan dünyanın anlamsal ve yapısal açıdan analiz edilmesi ve neye göre belirlendiğinin tespit edilmesi, bu nedenle çok önemli. Bir o kadar da hassas. Çünkü anlama çabamız, anlamak için gerçekleştireceğimiz okuma, sembolik anlam dünyasının inşasından söylencelerin ezgilerine, masalların kozmik temsillerinden felsefenin yaşamı anlamlandırma çabasının somutlaştığı bilgilere, bilimin hakikati kavrama arayışından mutlak egemenliği kurumlaştırma yöntemlerine kadar insanlığın düşünsel serüvenini doğru okumayı gerektiriyor.
Halihazırda mekanik paradigma ekseninde kavram, kuram ve kurumlarını oluşturarak iktidar ve sermaye tekelinde toplumsal yaşamı tahakküm altına alan ve denetleyen devletli uygarlık ile demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı bir paradigma ekseninde özgür bir yaşamın inşasını esas alan ve tam belirginleşmese de “demokratik uygarlık” (Abdullah Öcalan, Özgürlüğün Sosyolojisi) olarak ifadeye kavuşmaya başlayan sistemi, iki ana nehir belirlemesi üzerinden ele almaya çalışacağız.
Sosyal bilime dayalı bir siyaset anlayışını geliştirmek
Özne-nesne ayrımı üzerinden inşa edilen kapitalist sistemde insan ve özelde de tekelleri elinde bulunduran insan ki bu da erk’tir, temel belirleyici güç olarak ifşa edilir. Devlet ve iktidar yapılanmaları ile sistemi kuran bu güç, toplumsal alanı, üzerinde tahakküm kurulması gereken bir alan olarak tanımlar. Bu konuda yapılan parça ve yapı analizleri ise farklılıkları bir ayrım hattı haline getiren sermaye ve iktidar birikim organlarına hizmet etmektedir. Bu sistemin aşılmasına olanak sağlamak için her şeyden önce demokratik siyasetin işlevsel olması ve toplumsal inşa gücünün olması gerekmektedir. Bu nedenle bir demokratik uygarlık inşası olarak da ele alabileceğimiz demokratik siyasetin ne olduğunu anlamaya çalışırken sosyal bilime dayalı bir siyaset anlayışını oluşturmak önemli olmaktadır.
Mevcut bilimsel verilere dayalı, yaşamı ve toplumu anlamaktan ve tanımlamaktan öte tahakküm kurma üzerine kurulu olan kavram, kuram ve kurumlar toplumsal yaşamı felç etmiş durumda. “Bilimin” en gelişkin çağında yaşamamıza rağmen dünyanın ekolojik bir yıkımın eşiğinde olması, savaşların günlük yaşamımızın bir gerçeği haline dönüşmesi, kadın kırımı, en gelişkin teknolojilerin yok ettiği yaşam gerçeği, yeni bir sosyal bilim anlayışı ile yaklaşmayı zorunlu kılmakta. Ve burada Abdullah Öcalan’ın, “Bilimin bu olağanüstü gelişmesine rağmen, halen yaşamı ve toplumsal bağlamını tanımlamaması oldukça tuhaf gelmektedir. O zaman sormak gerekir: Neyin bilimi ve kimler için bilim? Bu soruların yanıtı verildikçe, sosyal bilimcilerin neden en temel soruya, yani “yaşam nedir ve toplumla bağı nasıldır?” sorusuna yanıt vermedikleri anlaşılacaktır.” değerlendirmesi akla gelmektedir.
Bilimin doğa yaşam ve toplum arasındaki mesafe
Bilimin doğa, yaşam ve toplum ile arasındaki mesafenin gün geçtikçe açılması, anlam yitimlerine neden olup sanal bir dünyanın tek gerçek olarak sunulmasına olanak sağlamakta. Beşerî ve fiziki bilimlerin ayrım gözetmeksizin her şeyden önce sosyal olduğu ve yaşamı anlama gibi sorumluluğu olduğu gerçeğinin gözardı edilmesi toplumsal sorunların derinleşerek katmerleşmesine neden olmaktadır. Mekanik (Newtoncu) paradigma üzerine kurulu pozitivist sosyal bilimin, toplumu nesneleştirip üzerinde inceleme yapılacak bir olgu olarak tanımlaması canlı bir organizma olan toplumun anlamlarını köreltebilmektedir. Burada belirleyici olan güç bireycilik ve onun ideolojisi olan liberalizm olmaktadır. Ve bu ideolojinin kurucusu olan iktidar, sermaye ve devlet güçleri... Ve düşünsel alanı denetleyen, yönlendiren üniversite, bilim merkezleri ve think-thank kuruluşları. Aynı zamanda rahip, şaman, askeri şef üçlüsünün, din adamlarının, filozofun, bilim adamının konumunu güçlendiren bir sosyal bilim anlayışı. Tüm bunlarla bağlantılı ciddi bir toplumsal yenilenme ve sistem kuruluşu için sosyal bilimin yeniden ele alınması gerekmektedir.
'Bilimin paradigmasal bir devrime ihtiyacı var'
Özellikle aydınlanma dönemi ile beraber İngiliz ekonomi politikçileri, Fransız sosyalistleri ve Alman tarihçi ve felsefecileri tarafından kavram ve kurama kavuşturulan sosyal bilim Aguste Comte tarafından olgulara dayanan sosyoloji ile meşru bir zemine kavuşturulmuştur. Bu yaklaşım tek doğru olarak dayatılmış, zaman ve mekân ile olan bağlantısı bilinçli olarak ötelenmiştir. İktidar ve sermaye güçlerinin insafında olan bir toplumsal yapılanmanın maddi alt yapısını oluşturan bu sosyal bilimin çözümlenmesi ve aşılması için Abdullah Öcalan “Bilimin paradigmasal bir devrime ihtiyacı var” der ve bilme alanındaki tahakküm ilişkilerinin aşılması gerektiğine vurgu yapar.
'Kadınsız demokratik siyaset olmaz
Fransız şair Joe Bousquet’in “Yaralarım benden önce vardı” cümlesini yorumlayan Monica Ferrando da “Yaranın fiili bir durum olarak şimdi, burada ve ben’de, bir potansiyel olaraksa benim mevcudiyetimden çok daha önce bulunduğu” gerçeğini dile getirerek bize bir yöntem sunmaktadır. Toplumsallaşmanın ana gücü iken en yaralı kimliğine dönüşen kadın kimliğinin anlaşılmasını referans göstermektedir. Zihniyet ve vicdan yapısının iktidar ve sermaye güçlerine göre inşası sırasında politik alanın dışında bırakılan kadınlar, halklar, inançlar, kabileler, aşiretler, tarikatlar yeni bir sosyal bilim anlayışının temel momentleri nitekim. Özellikle politik alan inşa edilirken sakat bırakılan ana kaynağın yani kadının bu alana yeniden öz iradesi ve öz gücü ile girişi tüm toplumsal sorunların çözümü açısından da belirleyici önemde. Abdullah Öcalan’ın “Kadınsız demokratik siyaset olmaz” belirlemesini, kadının düşünsel, örgütsel, siyasal, bilimsel güçlenmesi, toplumsal doğanın aydınlanması ve öz dinamiklerine kavuşması anlamına gelmektedir şeklinde de okuyabiliriz. Sosyal bilime dayalı bir devrimciliğin önemine dikkat çeken Abdullah Öcalan şunları belirtiyor;
“Siyasetimizin arkasına sosyal bilime dayalı zihniyetimizi esas kılmak önemlidir. Ve bununla bağlantılı toplumsal ahlakı egemen kılmaktır. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı bir toplum yapılanması için her şeyden önce kendi sosyal bilim yapılanmasına ihtiyacımız vardır. Sosyal bilimin en kapsamlı genellemesi olarak felsefe, toplumun özgürlük bilinci olarak ahlak ve dönüştürme iradesi olarak politika üçlüsünün ortak ifadesi demokratik sosyalizm olmaktadır.”
Demokratik sosyalizm ideolojisini esas alan demokratik siyaset anlayışına geçmeden önce siyasete dair devlet ve toplum odaklı yapılan tanımlamalara değinmekte fayda var.
Not: Yazının Devamı “Siyasete Dair Devlet ve Toplum Eksenli Tanımlamalar” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Demokratik Siyaset” dosya konulu 14. sayısından kısaltılarak alınmıştır.