“Gilaniler üzerinde yaptığımız araştırma derinleştikçe köklerinden beslenen bu halkın komünal değerlerini korumak için Babek ve Hurremiler direnişine öncülük ettiğini de görüyoruz. Komünal bir karaktere sahip olan her iki direnişe de öncülük eden Gilanilerin kendi köklerinden beslenen bir halk olması kadar, kolektif bir yaşam tarzının içinde müzik, dans, şiir, resim ile birlikte bir bütün olmanın mutluluğunu ifadeye kavuşturmaları önemlidir.”
İyi ile güzel arayışımızda esas alacağımız zamanlar, toplumun birlikte yaşama gücünün hayatın dokusu ile uyumlu olduğu zamanlardır. Kendini bilmek ilkesini şiar edinen ve bununla bağlantılı birlikte yaşama gücünü gösteren bu toplumlarda “bir sanat yapıtı olarak görülen yaşam” ve buna dair örnekler çeşitlidir. Kuzey İran’da Hazar Denizi’nin kıyısında bulunan Gilan eyaletinde yaşayan Gilani halkı, buna örnek olarak verilebilir. Aryen halklardan biri olan Gilanilerin yaptıkları üretimin yaşamlarını belirlemesi çok çarpıcıdır. Son derece incelik ve emek isteyen pirinç ve çay toplama işi, yaşamlarının bütününe de nüfuz etmektedir.
İki direnişe de öncülük ettiler
Ve Gilani kadınlar, bu üretimdeki belirleyici yönleriyle bağlantılı olarak yaşamda da belirleyici oluyor. Gilaniler üzerinde yaptığımız araştırma derinleştikçe köklerinden beslenen bu halkın komünal değerlerini korumak için Babek ve Hurremiler direnişine öncülük ettiğini de görüyoruz. Komünal bir karaktere sahip olan her iki direnişe de öncülük eden Gilanilerin kendi köklerinden beslenen bir halk olması kadar, kolektif bir yaşam tarzının içinde müzik, dans, şiir, resim ile birlikte bir bütün olmanın mutluluğunu ifadeye kavuşturmaları önemlidir. Bunu yıkmak isteyenlere karşı kadınların öncülüğünde kolektif bir şekilde direnmeleri de son derece önemlidir.
Köklerine dayanmanın erdemini de yaşayan Gilan halkının özellikle nilüfer çiçeğini sevmesi ve onunla ilgili yaptıkları şiir ve şarkılar da dikkate değerdir. Su tanrıçası olan Anahita’nın çiçeğini sahiplenme ve bugüne taşıma biçimleri ise hem kökleriyle bağları hem de hafızayı bugünde canlandırma arayışlarını ifade ediyor. Bu ve benzeri daha nice örnek, şimdi belleksizleştirilmeye çalışılan insan için de alternatif bir yaşamın mümkün olduğunun müjdesini veriyor.
Gilani kadınlar
Gilani kadınların Afrin direnişine öncülük eden Afrinli kadınlar ile kendi aralarında benzerlik kurmaları ise vurgulanmayı gerektiriyor. Afrinli kadınların doğa ve toprak ile olan bağlarının onların direnişine zemin olduğunu belirten Gilanili kadınların ellerinde pirinç sepetleri ve rengarenk elbiseleri ile ettikleri dans ise üretimin estetiğe nasıl yansıdığına dair çarpıcı bir örnek sunuyor. Özü biçime yansıtmayı başaran, müzik ile dillendiren, giyim ve kuşamı ile yansıtan, yaşamsallaştırdıkları değerler ile aslında kuramını oluşturan Gilani gibi halkları, daha çok araştırmak, zengin toplumsal dokuyu keşfetmek; jineolojînin de beslendiği kaynakları güçlendirmesini sağlayacaktır.
Mondine’ler ve direnişleri
Avrupa’nın en büyük pirinç üreticisi olan İtalya’da “Mondine” adı verilen pirinç işçisi kadınlar da Gilani kadınlar ile ilgili verdiğimiz örneği tamamlar niteliktedir. İtalya’da 1940-1965 yılları arasında çalışan pirinç işçisi kadınları araştıran Flora Derounian, araştırmasının temeline mülakat projelerini ve belgeselleri aldığını ifade ediyor. Mayıs ayından Temmuz ayına kadar çalışan bu kadınların çalışmalarının ayrıca incelenmeye değer olduğunu belirten Flora Derounian, “Sular altındaki pirinç tarlalarının cam aynaları her ne kadar pastoral gibi görünse de çeltikler sıklıkla işçilerin protest şarkılarının sesiyle yankılanırdı. Çalışma zamanı sırasındaki konuşma cezasını önlemek için, genellikle sefil çalışma koşullarına ve sömürücü patronlara ağıt yakan çok sesli aşık atışmalarından oluşan inanılmaz bir repertuar geliştirmişlerdi” demektedir. Pirinç işçisi kadınların çalışma koşullarının çok zor olduğunu ifade eden Flora, şöyle devam ediyor: “Aktris Silvana Mangano’ya, 1949’daki kült Bitter Rice filmindeki rolünde pirinç işçilerini nasıl canlandıracağı gösterildiğinde şöyle dedi: Böyle bir iş için günde bir milyon verseniz bile bu işi yapmam.”
İtalya’nın Nazi işgalinden kurtulması için mücadele eden, bunun için kimi zaman tarlalarda çalışmayı reddeden, kimi zaman sol örgütlerde çalışan, savaşan, kuryelik eden pirinç işçisi kadınlar, yaptıkları işin inceliği ile yurtlarını savunmanın inceliğinin birbirini tamamladığının farkındaydılar belki de… Bu farkındalık durumunu tam olarak anlamamız mümkün değil belki ama şarkıları ve kıyafetleri ile bir külte dönüşen bu kadınların şarkılarının bugün korolarda ve genç rock gruplarında seslendirilmesi, bize yaşamın bütünlüğü konusunda çok şey anlatıyor.
Bu örneklerimiz; yaşamın bütünlüğüne, etik ve estetiğin birlikteliğine dair bir vurgudur sadece. Böylesi halklar çok fazladır. Onları “ilkel ve geri” görmekten ziyade içlerinde taşıdıkları hakikate ve etik-estetik değerlere odaklanmak, jineolojînin en temel araştırma konularından biri olmaktadır.
Biyo-çeşitlilik yerli halklar sayesinde korunuyor
Dünyanın 70 ülkesinde geleneksel yaşam alanlarından kopmayan halkların yaşam biçimlerini tanımak da önemlidir. Bugün sadece Latin Amerika’da 400’ü aşkın yerli halkın olduğu ifade edilmekte ve yerli halkların geleneksel yaşam alanlarını, modern istilaya karşı koruyarak biyo-çeşitliliğin korunmasını sağladığı ifade edilmektedir. Merkezi Roma’da bulunan Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu’nun sağladığı verilere göre ise yerli halkların geleneksel yaşam alanları, biyo-çeşitliliğe olağanüstü oranda zemin sunuyor. Fon’a göre dünyadaki karasal biyo-çeşitliliğin yüzde 80’i, yerli halklar sayesinde korunabiliyor.
Eko-sistemin koruyucu konumunda olan bu yerli halklar, modernizmin ölçülerine göre ise “geri” olarak tanımlanmaktadır. Bu bile başlı başına modernizmi sorgulamak için bir nedendir. Modern yaşamın istilası, yeni tarım alanları, sanayileşme gibi faktörler dünyanın birçok yerinde doğaya zarar vermekteyken yerli halkların eko-sistemi koruması, en önemli etik-estetik ilke olarak kaydedilmeyi hak etmektedir.
Farklı olmak ve çingeneler
Çingeneler ile ilgili her birimizin farklı anlatıları vardır. Konya’nın Karatay Mahallesi’nde, İstanbul’un Dolapderesi’nde, Ankara’nın Çinçin Mahallesi’nde ve en son Efrîn’in Mahmudiye Mahallesi’nde tanıdım onları… “Çingeneler Zamanı” filmini izledim. Yine Tony Gatlif’in filmlerinde özellikle de Gadjo Dilo’da anlamaya çalıştım. Hep kendilerine ait olan bir mahalleleri, bir rıhtımları, bir çadırları vardır. Kendilerini ait hissettikleri mekanlar buralardır. Yersiz yurtsuz bir felsefenin neferleri olarak bilinirler yine… Çingenelerin yaşam tarzlarına bakıp da çok iyi ya da çok güzel diyeni bulmak zordur. Çünkü var olan normlara pek uymazlar. Düzenli bir yaşamları yoktur. Mahallede kapının önünde oturup yüksek sesle konuşmak, tarlaların ortasında kurdukları çadırlar, rıhtımlara yakın yerlerde renkli elbiseleri, cilveli hareketleri, şuh bakışları ile etrafı süzen genç kadınlar… Ve en çok da müzik… Nerede olursa olsunlar bir davulun, bir dümbeleğin ya da zurnanın sesine ritim tutanlar…
Ne düşüneceğini bilememe hali
Ancak çingeneleri her gördüğümüzde neyi düşüneceğini bilememenin rahatsız edici huzursuzluğu… Seslerine, davranışlarına, danslarına yansıyan enerjileri cezp etse de hep böyle nasıl algılayacağını bilememe duygusu… Bu duygu hali, aynı zamanda iyiye ve güzele dair olan algımızı anlamak açısından önemli. Çingenelere dair en genel kanı; toplumdan dışlandıkları, uyumsuz oldukları, toplumun ahlaki normlarına uymadıkları, düzene disipline gelmedikleri ve benzeri şeklindedir. Bu haliyle bir önyargı oluşturmakta ve akışkanlıkları, rahatlıkları bir çekicilik yaratsa da mesafeli durma konusunda bir yargıya götürmektedir.
Çingenelerin rahat olmasından rahatsız olmamız, akışkan olmalarının bizde durgunluğa neden olması; ayrıca ele alınması gereken bir konu aslında… Özgünlükleri ile özgürlüklerini birleştirmiş bir halktan bahsediyoruz… Burada belirtmek istediğimiz husus, iyi ya da güzelin kıstasını neye göre verdiğimiz, algılarımızı neyin belirlediğidir.
Önyargı
Zira farklı olanı baştan olumsuzlamak, çağımızda çok sık rastlanılan bir önyargıdır. Farklı olanın iyi ve güzel olabileceğine inanmamak da bu önyargının devam etmesini beraberinde getirir. Burada algımızı belirleyen ölçüler ise yeni zamanın yani, modernizmin ölçüleridir. Bunların doğru olduğunu iddia etmek de modernizmin yarattığı en önemli zihinsel yapılanmadır.
Kolektif yaşam örgüsü
Oysaki iyi ve güzelin ölçüsü doğrudan bir yargıya varmaktan ziyade, çingenelerin mitolojilerini, felsefelerini, inançlarını ve dünyaya bakış açılarını anlama yönünde olmalıdır. Yine çingenelerin kolektif bir yaşam örgüsünü nasıl sağladıklarına bakmak önemlidir. Çünkü devlet organizasyonuna dayanmadan kendi yaşam dokularını koruyan bir yapıya sahiptirler.
Doğaya, eş yaşama ve ritüellere bağlılık
Aynı şekilde alışılagelen bir dini yapılanmaları olmayan çingenelerin söylenceleri, mitleri, inançları ve kutları ise hala yaşamsal bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Mesela Ağaç kültü, bunların arasında en çok dikkat çekenlerden biridir. “Tüm Tohumlar Ağacı” olarak isimlendirdikleri mitosları vardır. Mitosa göre bu ağaç, tüm bitkilerin ve tohumların kaynağı olarak görülmektedir. Ağacın kökleri bir yılanın ağzında, dalları gökyüzüne kadar uzanmakta ve tepesinde sonsuz şimşekler çakmaktadır. Şimşeklerin ağaçtaki şifalı bitkileri çalıp Nivasilere (erkek su cinleri) götürdüğüne, Nivasilerin de bitkileri kadın büyücülere teslim ettiğine inanılmaktadır. “Tüm Tohumlar Ağacını” görmek, özellikle de Noel gecesi, isteyen birinin bir söğüt ağacıyla bir çam ağacını evlendirmesi gerektiği de belirtilir. İki ağacın yan yana toprağa dikilmesi ile yapılan, sonra kırmızı bir ipin ağaçların gövdesine dolanması; özellikle bunun için gerçekleştirilen bir ritüeldir. Dikilip evlendirilen iki ağacın Noel gecesinin ertesinde yakılmasıyla, küllerinin kadınların doğurganlık gücünü arttıracağına inanılmaktadır. Böylece ölüm ve yaşam iç içe geçmiş olmaktadır. Bu kısa mitolojik anlatı dahi çingenelerin doğaya, eş yaşama ve ritüellere olan bağlılıklarının bir ifadesi olmaktadır.
Not: Yazının Devamı “Paradigmasal Bakmak ve Anlamak” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Etik-Estetik 2: İyi ve Güzelin Dili Eylemi, Kuramı” dosya konulu 10. Sayısından kısaltılarak alınmıştır.
*Sever Işık, “Foucault’ta Kendilik Etiği ve Sanat Yapıtı Olarak Yaşam”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi.