“Özgürlük ahlakında salt bir güdüyü tatmin etme arayışı yoktur. Bir bütünlüğe ulaşma arayışı vardır. Bunun zamanı, mekânı ve toplumsal meşruiyeti olmazsa olmazdır. An’da özgür bir mekânda bir olmaya kayıtlıdır. Basit bir tatmin olmanın ötesinde bütün olmanın hazzına ulaşmayı ifade etmektedir. Bunun için kadının da erkeğin de hazır olması, belli bir olgunluğa kavuşmuş olması önemlidir. Yine kadının da erkeğin de iktidar ilişkilerinden kendilerini bağımsız kılmalarıyla mümkündür. Köleleştiren bir bağa değil özgürleştiren bir bağa kayıtlıdır özgürlük ahlakı.”
Evreni anlama tanıma arayışımız bizi özgürlüğün tanımına da ulaştıracaktır. Abdullah Öcalan’ın, “Evrenin amacı özgürlüktür diyesim geliyor” belirlemesi de bununla bağlantılıdır. Doğayla, toplumla, yaşamla, kadınla bağı kopmuş olan bilimin bireyin her tür güdüsünü tatmin etmeye odakladığı özgürlük tanımının evrenin dili olmadığı bir gerçektir. Özgürlük evrendeki müthiş uyumu anlamak ve bu uyumun, ahengin insanda nasıl gerçekleştiğini anlama arayışıdır belki de. “En sert kayalarda kök salmaktan” (Abdullah Öcalan) tutalım, en dip dalgalar ile yarışmak, bir şeytanokun bilgisine erişmektir ya da. Bilemiyorum. Evrenin bir parçası olduğunun bilinciyle evreni anlama, anlam verme ve yorumlama gücüdür ya da… Şimdi söylenilenler de mutlak gerçekler değil elbette. Önemli olan mutlaklık değil, mutluluk nihayetinde. An’da mutlu olmanın bilgisine ulaşma teatisi diyelim bir de… Evrende iki kişi ya da iki şey arasındaki frekans uyumunun adı olan rezonansı yakalayabilmektir ya da. Katışıksız, beklentisiz, dürüst, samimi, karşılıksız bir sevgi ile sevdiğinde dünyanın öbür ucunda da olsa sevdiğini hissettiğin ya da koruyabildiğin gerçeğidir. Bu bağı özgürlük ahlakı ve özgürlük bilinci ile koruyabilme gücüdür ya da.
İnsanın oluş gerçeği
Zira kadın ile erkek arasındaki ilişkilerin özgürlük ahlakından yani etik ilkeden uzaklaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu çağda ne kadar çok kadınla ya da ne kadar çok erkekle beraber olduğun özgürlük ölçütü olarak ele alınmaktadır. Cinsel tatmini arayan ya da cinsel enerjiyi akıtmak için cinsler arasındaki ilişkinin birlikteliğine kodlanan insanlık en çok da bu ilişkide değerden yoksunlaşmaktadır. İnsanın oluş gerçeği en çok bu ilişkide sakatlanmaktadır. Evren ile olan bağı yok olmakta, akışkanlığını kaybetmektedir. Bu güdüsünü tatmin etmek için kendisine sayısız sanal proje ile gelen kapitalist uygarlığın basit bir metası ya da kölesi olmaktan kurtulamamaktadır. Bu güdüyü tatmin etme arayışı tüm köleliklerin kapısını aralamaktadır. Etik estetik ilkeden yoksun bir bedensel haz arayışı ile gelip geçici bir birlikteliğin sınırlarına hapsolmaktadır.
Özgürlük ahlakı ile bağı yakalama
Metalaşan, makineleşen bedeninin ruhsal-düşünsel-bedensel bütünlüğünü sağlayamadığı için de doyumsuz bir şekilde bir kişiden başka bir kişiye savrulmaktadır. Hem bedensel hem sosyal anlamda kendisini köleleştiren bu bağın özgürlük ahlakı yani etik ile bağını oluşturmaktan ise imtina etmektedir. Çünkü özgürlük ahlakı ile bütünlüklü bir bağı yakalamanın zorlukları çok fazladır. Özgürlük ahlakında salt bir güdüyü tatmin etme arayışı yoktur. Bir bütünlüğe ulaşma arayışı vardır. Bunun zamanı, mekânı ve toplumsal meşruiyeti olmazsa olmazdır. An’da özgür bir mekânda bir olmaya kayıtlıdır. Basit bir tatmin olmanın ötesinde bütün olmanın hazzına ulaşmayı ifade etmektedir. Bunun için kadının da erkeğin de hazır olması, belli bir olgunluğa kavuşmuş olması önemlidir. Yine kadının da erkeğin de iktidar ilişkilerinden kendilerini bağımsız kılmalarıyla mümkündür. Köleleştiren bir bağa değil özgürleştiren bir bağa kayıtlıdır özgürlük ahlakı. Ama şimdi bu tatmin özgürlük ahlakından yoksun bir şekilde her yerde aranmakta hatta yaşanmaktadır.
Kavramların meşrulaştırılması
Kadın ile erkek arasındaki bu bağ bir hâkimiyet ilişkisine dönüşmekte, teslim olma güdüsüne endekslenmiş bir şekilde doyuma ulaşmanın yöntemleri aranmaktadır. Oysa ne kadar çok ilişki o kadar çok tatmin değil tam tersi ne kadar çok ilişki varsa o kadar az tatmin yaşanmaktadır. Kadın da erkekte de çeşitli şekillerde yaşanan doyumsuzluğun alabildiğine arttığı modernite sosyolojisinde fast food beslenmeden tutalım fast sexe kadar tüketim alabildiğine artmış bulunmaktadır. Kapitalist modernite yeni kavramlaştırmalar ile bunu meşrulaştırmaktadır. Bunun temeli uygarlık tarihi boyunca çeşitli şekillerde atılmış olmakla birlikte birkaç örnek verebiliriz. Mesela 19. Yüzyılda Victoryen sendromu olarak da isimlendirilen dönemde kadınların cinsel arzuları olamazdı. Cinsellik bütünlenmek için değil daha çok Anglosakson üretmek için yapılırdı. Amaç değil araçtı. Kadınlara yapılan en temel nasihat, “Gözlerini kapat ve İngiltere’yi düşün. Ve ola ki zevk alma gafletine düşersen o zaman “Her şey İngiltere için dersin”(Elifhan Köse, Bir Keşif Olarak Modern Kadınlık) şeklindeydi. Yine Venedik’te yaşayan Kazanova’dan İspanyol efsanelerindeki Don Juan’a veyahut 20. Yüzyılda John Kennedy’e kadar seks bağımlılığını seks hiperseksüalite kavramı ile meşrulaştırması bunun bir başka boyutudur. Bu bağımlılığın adının kadınlar için nemfomani, erkekler içinde satriasis olduğunu belirterek meşrulaştırma işlemine devam etmektedir. Bu isimlendirmelerin Freud’un erkekler için kullandığı Oidipus kompleksi ile kadınlar için kullandığı elektra kompleksi kavramlarının geldiği aşama olduğunu düşünmeden de edemiyoruz.
Kadını cinsel meta olarak görme
Kadını bir cinsel meta olarak gören erkek egemen anlayış kadın ile doğru bir birlikteliğin sırlarını aramaz haliyle. Yine bu sevginin arkadaş, dost, yoldaş, heval her anlamı karşıladığının farkında olmaz. Bir bakışla, bir dokunuşla, bir gülüşle doyuma ulaşmanın sırrına ermeyenler tatmin olmazlar. Bütün bedenlere bir tatmin olma arayışı ile bakarlar. Yüzünü görmediği, bakışlarına kilitlenmediği, gülüşünü hissetmediği, sesini tanımadığı kadınlarla ya da erkeklerle birlikte olmaktan çekinmez. Ruhu bedeninden çoktan göç etmiş olan bu insan gerçeğinde ruhsal düşünsel bedensel bütünlükten bahsetmek ya da onun mümkün olduğuna inandığını belirtmek de bir ütopya olarak kalır.
Kadın ya da erkek olsun çağımızda sistemin kodlarını her anlamda kendinde taşıyan cinsler için bedensel tatmin en büyük amaç olarak karşımızda durmaktadır. Her kadın ya da her erkeği sadece bir beden olarak görme algısı ve anlayışı, onu o anda ağına düşürme ya da kafesine kapatma fantezisi özgürlük ahlakından uzaklaşmasına neden olur. Bu hazzı tanımak için gösterdiği azami çaba her seferinde kendi bedenine çarpıp durur. Bedeni beyinden ve kalpten akan enerjiden, istekten, sevgiden, aşktan yoksun bırakıldığı için acır. Mutlu olmaz.
Üreme güdüsü
Bu bütünlük duygusunu zedeleyen bir başka konu ise üreme güdüsüdür. Özellikle soyunu sürdürme, çoğalma içgüdüsü en güçlü güdülerden biridir. Bir erkek sevse aşkından dağları delecek kadar sevse dahi bu üreme güdüsüne çoğu zaman yenik düşer. Bu yönlü örnekler de çoktur. Örneğin yıllarca bir birlikteliği sürdürmek için onca bedeli göze alan bir ilişki erkeğin bu güdüsü nedeniyle kaybeder. Uygarlık tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Baba olma güdüsünün gücü bütün olma, bir ömür varlığının diğer yarısını bulmuş olmanın huzuru ile özgür yaşamı bu temelde yaratma şansını bir kenara iter. Ya da baba olma güdüsü özgürlük ahlakı ile bütünleşmesinin önünde engel teşkil eder. Özgürlük mücadelesinin içinde dahi olsa özgürlüğe kendini yatırma gücünü elinden alır. Köleleşme, boyun eğme, ağlama, yalan söyleme, alışma, kendini sunma, hakaretleri sindirme gibi birçok tutum ve davranışa açık hale gelir.
Farkındalığın bilinci nasıl olacak?
Kadın ile erkek arasındaki bu handikap aynı zamanda tüm köleliklerin üzerinde yükseldiği zemini ifade eder. Toplumun köleliğe açılması da bu yolla olur. Tüm ahlaksızlıkların üzerinde işlevselleştiği bu kurumsal zeminde özgürlük ahlakından bahsetmek de ütopya olarak algılanır. Örneğin bedensel temas için fırsatı varken bunu yapmamak ahmaklık olarak nitelendirilir. Küçük beyaz bir yalan ile birlikte olmak için bir zemin hazırlama fırsatı varken bunu yapmamak zayıflık olarak tanımlanır. Bunun için çaba sarf etmemek aşk da iddiasının düşük olması olarak ifade edilir. Belki sevdiği kişi de böyle algılar. Ama özgürlük ahlakından taviz vermeye başladığın andan itibaren hem kendini hem onu ve belki de biz olma gücünü kaybedeceğinin farkındalığı önemlidir. İşte bu farkındalığın bilinci nasıl olacaktır? Bir ilişkide özgürlük ahlakını nasıl oluşturacaksın? Kısacası sevdiğin, varlığının diğer yarısı olduğuna inandığı diğer yarın ile biz olma bilincine ve bu bizin kapsadığı evrenin gizli sırlarına nasıl ulaşacaksın? Yani nasıl yaşayacaksın? Nasıl yaşamalı sorusunun yanıtı nedir?
Özgürlük bilinci
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki kişi inandığı değerlere dahi kuşku ile bakar durumdadır. Varlığının diğer yarısını bulduğunu, özel olanı seçme gücünü kazandıkça geneli tanıdığını, geneli tanıdıkça özel olanın neden özel olduğunun bilgisine ulaştığını bilse dahi bunların kendi yüklediği anlamlar olup olmamasından kuşkulanmaktadır. Özel olan nedir? Genel olan nedir sorularının cevabını bulmakta zorlanmaktadır. Özel olanın bir mülk ilişkisi olarak anlamlandırılamayacak kadar derin olduğu ya da sesinde, bakışında, gülüşünde, bedeninde bütün olma duygusunu keşfettiğin olduğu bilgisi anlatılmayı beklemektedir. Saygı ve güven ile korunan, bireyde bir bütünlük duygusu yaratan bu alanın özgürlük bilincinin ve mekanizmasının nasıl olacağı da kapsamlı bir araştırmanın konusudur.
Eş yaşamın etkileri
Evrendeki farklılıkların eşitliğine, çoğullaşmaya ve çeşitlenmeye dayalı özgürlük ahlakı ve bilincinin esnek, akışkan ve yaratıcı yönünü keşfetme bilinci önemlidir. Özgürlük bilinci ve özgürlük ahlakının toplumsallık ile bağını kurmak gereklidir. Yani özgürlük liberalizmin belirttiği eksende, “bırakın yapsınlar, bırakın kırsınlar” özgürlüğü değildir. Ya da kafama eseni yaparım da değildir. Tam tersine toplumsallığın bilincine ulaştıkça özgürlüğün anlamı ifşa olmaktadır. Nitekim duygu dünyasını çözümlemeyi başaran kadın ve erkekler başka kadın ve erkekler ile arkadaş olmayı başaracak kadar güçlenmişlerdir. Öcalan bunu şöyle dile getirir:
“Uygarlık sistemlerinin eş yaşamı ‘özel yaşam’ alanı olarak kutsaması, toplumsal hakikatin en tersyüz edilmiş bir yargısıdır. Aslında kamusalın özel, özelin kamusal olarak kavranması toplumun doğasına daha uygundur. Eş yaşamdaki ilişki, evrenselliği ve tüm toplumsal bağları temelde etkileyen özelliklere sahiptir. Uygarlığın en büyük ikiyüzlülüğü, bu evrensel ilişkiyi sadece çok mahrem ikili bir tekil olgu saymasıdır. Sosyolojik bilginin değersiz ve yararsız olmasının en temel nedenlerinden biri budur.”
Öcalan bu sözlerle özel ile genelin birbirine ne kadar bağlı olduğuna işaret etmektedir. Ve sosyolojik bilginin yanlışlığını bu yanlış tespit ile bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.
Genel ve özel arasındaki ilişki
Geneli tanıyarak mı özele gitmek gerek yoksa özeli tanıyarak mı genel sağlıklı ilişkiler kurulabilir? Yani kadın ile erkeğin bir cins olmanın ötesinde birbirini tanımadığı çağımızda genelin içinde özeli keşfetmek ya da özelden yola çıkarak geneli keşfetmek mümkün müdür? Bu sorunun statik bir cevabı yoktur. Her insan kendi yaşam diyalektiğine, toplum gerçeğine ve ahlakına uygun bir şekilde yaşar. Ancak 1960’lardan sonra başlayan cinsel devrim, cinsel özgürlük gibi tanımlamaların çok da buna hizmet etmediğinin farkında olmak önemlidir. Cinsel özgürlük adı altında bedensel tatminler arayan ve gelinen aşamada sevgisiz, güvensiz, saygısız, özgürlük ahlakından yoksun ilişkileri meşrulaştıran bir anlayışı savunmak da doğru değildir. Kadının kendi cinselliğini tanıması gerekli olmakla birlikte bunun yönteminin bedensel arayışlara indirilmesi ne kadar doğrudur?
Duygunun özgürlük ahlakı ile bağı
Şimdi birçok özgürlük hareketinde yaşanan temel handikabın da bu olduğu bir gerçektir. En ileri düşünceyi savunmakla beraber duyguyu bu düşünce ile birlikte tanımlamada yaşanan zorluk cinsel politikanın belirlenmesinde de bir zorlanmaya neden olmaktadır. Duygunun özgürlük ahlakı ile bağını kurmada ve toplumsal meşruiyetini sağlamada yaşanan zorlanma gizli kapaklı, kirli ilişkilerin yaşanmasına neden olabilmektedir. Kişi en büyük ahlaksızlığı, en büyük yalancılığı bu ilişki alanında yaşayabilmektedir. Kendisine saygısı olan insanlar ise bu ilişkiyi bütün toplumsal arayışların hizmetine vererek koruyabilmektedir ancak.
Nasıl bir özgürlük anlayışı?
Cinsel özgürlük tanımlamasının nasıl bir özgürlük anlayışı ile birlikte kullanıldığı önemli olmaktadır. Kapitalist modernitede özgürlük her isteğin, her güdünün tatmin edilmesi ve bireye hizmet etmesi temelinde ele alındığı için günlük, gecelik ilişkiler sıkça yaşanmakta, evlilik ilişkilerinde aldatma, aldatılma en üst düzeyde yaşanabilmektedir. Bu noktada, “Özel alan politiktir” belirlemesine katılmakla beraber bu belirleme de belirtilen konudan farklıdır. Kadını kamusal alandan koparan ve ailenin sınırlarına hapseden orada da erkeğin insafına bırakan, köleleştiren bir özel alandan bahsetmiyoruz. Ulus devlet anlayışının kurumlaşmasını sağlayan Fransız devriminde özgürlük olarak sunulan bir ev, bir eş bir işe sahip olma olgusundan da bahsedilmiyor. Zira bu anlayışın kadının mülkleştirilmesi anlayışını daha da kurumlaştırdığı nettir. Yani kadın köleliği kurumsallaştırılmış, bunu besleyen bir diğer adımı da bir diğer yüzyılda yani yirminci yüzyıldaki cinsel devrim ve cinsel özgürlük söylemleri ile kadın bedeninin tamamen metalaştırılması olmuştur.
Not: Yazının devamı “Nasıl Yaşamalı?” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Özgür Eş Yaşam: Neden, Nasıl?” dosya konulu 8. sayısından kısaltılarak alınmıştır.