ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Akdeniz Belediyesi'ne kayyım atanmasına "Sandıkta alamadığını hileyle alıyorlar" şeklinde tepki gösterdi. 

Bakırhan: Kayyım gurur duyulacak bir şey değildir ama barış ve çözüm hem onur hem de gurur duyulacak bir şeydir

Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantımızda güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakırhan, şunları söyledi: 

Serê Salê pîroz be

Kayıp yakınları: Kürt sorununa demokratik çözüm istiyoruz Kayıp yakınları: Kürt sorununa demokratik çözüm istiyoruz

Merhaba hûn bi xêr hatin li ser çavan hatin. We hemûyan silav dikim. Îro rojeke girîng e, sersala kurdan e. Her sal di 13ê mehê de kurd sersalê pîroz dikin. Ez ji sersala we pîroz dikim. Gotinek berê hebû digotin serê salê binê salê xwedê zarorek bide vê malê. Em jî niha dibêjin serê salê binê salê Xwedê aştî û azadiyê bide vî gelî vê axê. Hûn bi xêr hatin. 

Ortadoğu’daki halkların yeni yılını kutluyorum

Çok değerli yol arkadaşlarım ve yoldaşlarım, Tekirdağ’dan gelen çok kıymetli yönetimimiz, halkımız, il örgütlerimiz, çalışma arkadaşlarımız, hepinizi selamlıyorum. Hepinizin yeni yılını kutluyorum. Kürtler, Ortadoğu’daki kimi halklar gibi, 13 Ocak’ı yeni yıl olarak kabul edip kutluyor. Başta Kürtler, Araplar, Arap Aleviler olmak üzere Ortadoğu’daki bütün halkların yeni yılını kutluyorum. Arap halkı bugüne Res el-Seni diyor. Onların Res el-Seni yılını da kutluyorum. Barışa, özgürlüğe ve kardeşliğe vesile olmasını diliyorum.

Akdeniz’deki ortak yönetim iradesine kayyım atandı

Dünyada ve Ortadoğu’da ciddi bir kaos ve gerilim var ve her gün giderek artıyor. Bizler Türkiye halklarını, Ortadoğu’da yaşanan bu kaos ve krizden korumak için ciddi bir mücadele yürütüyoruz, ciddi bir demokratik mücadelenin öncülüğünü yapıyoruz. Fakat iktidar ve onun denetimindeki yargı huzursuzluk yaratmaya çalışıyor, bu süreci baltalamaya çalışıyor. Bir kez daha halkın iradesine el koydular, siyasi bir darbe gerçekleştirdiler. 31 Mart’ta Arapların, Kürtlerin, Alevilerin, Sünnilerin, Mersin’deki farklı etnik ve inanç gruplarının oyunu alarak seçilen Belediye Eş Başkanlarımız Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Aslan ile 4 belediye meclis üyemiz gözaltına alındı ve daha sonra tutuklandı. Dün sabah ise Akdeniz Belediyemize kayyım atanarak bir kez daha demokrasiye darbe yaptılar. Darbenin siyasi olanını son 10 yıldır büyük bir yoğunlukla yaşıyoruz ve bu darbe diğerleri gibi değil. Askeri darbeler birkaç yıl sonra siyasi zemine geçiyordu ama bu devam edip gidiyor. Kendisinden olmayanları, kendisi gibi düşünmeyenleri siyaset dışına itmeye çalışıyorlar. Bunu kınıyoruz. Seçildikten sonra bu iki arkadaşımız makam odalarının kapısını söktü. Ne yaptılar? Kapıları oradaki halklara açtılar. Biz de Akdeniz ilçesine gittiğimizde o tabloyu gördük. Vatandaş, belediye eş başkanlarının odasına girebiliyor, kendisini ifade edebiliyor, sorununu anlatabiliyordu. Kapı yok, sekreter yok, randevu almak yok. Tam da paradigmamızı uyguluyordu Akdeniz Belediyesi. Bu kayyım, sadece Kürtlere değil oradaki ortak yönetim iradesine atanmış bir kayyımdır. Kendileri belediyelerin önüne beton bariyerler koyuyorlar. Bir belediye başkanından randevu almak için insanlar günlerce sıra bekliyor. Ama biz tam tersini ve doğrusunu uyguladığımız için belli ki zorlarına gitmiş.
 

Barış inancını büyütmeye çalışıyoruz 7/24 arkadaşlarımızla birlikte. Biz Türkiye’nin dört bir tarafında umudu büyütüp bir sürece evriltmek için ciddi bir çalışma içindeyken, bu iktidar siyasi pusu kurmaya devam ediyor. Beğenmediği insana 3 tane gizli tanık buluyor ve kayyım atıyorlar. Bu tanıklık meseleleri, bunlar için tam bir ekmek kapısı oldu. Bu tanıklar neredeler, kimler, gerçekten varlar mı onu da bilmiyoruz. Bugüne kadar o gizli tanıklarla da karşılaşmadık. Hatta bu tür yargılamaların en sonunda bu gizli tanıklar kimler, gerçekten doğru mu söylüyorlar denildiğinde, mahkemelerin kendileri de itiraf ettiler. Böyle birileri yok. Rüzgar, fırtına, boran, yağmur, güneş. Gerçekten de ortada olmayan şeylerden bahsediyorlar. 

Bin kere de kayyım atasanız yine sonuç alamayacaksınız

Akdeniz Belediyemiz tam da Akdeniz’in bütün renklerine uygun bir hizmet politikası üretiyordu. Akdeniz ilçemizde yaşayan bütün kültürlerin ve inançların renklerini yaşatmak için çok önemli çalışmalar yürüttüler. Çok önemli kültürel ve sanatsal faaliyetler yaptılar. Açlıkla ve yoksullukla mücadele etmek için belediyenin bütün olanaklarını seferber ettiler. Gençler üniversitelerde rahat okusun, üniversiteyi terk etmesin, kayıtlarını dondurmasın diye belediyenin olanaklarını doğru bir şekilde gençlerin eğitim hakkı için kullandılar. İşte bu darbe aynı zamanda yoksullara yapılmıştır. Bu darbe, Akdeniz’deki farklı inanç ve kültürlere yapılmış bir darbedir; gençlerin umut hakkına yapılmış bir darbedir. Bunu sadece biz söylemiyoruz, kayyım zihniyetine karşı Akdeniz’de sokağa çıkan bütün renkler aynı şeyi söylüyor. Çoğu zaman sorunu yaşayanlar en doğru tespiti yapar. Akdeniz’deki darbede de Akdenizli bir yurttaşımız, “Barış olması için el uzatıyorsunuz ama belediyemize kayyım atıyorsunuz. İrademiz ve emeğimizle aldığımız belediyeleri gasp ediyorsunuz. Neden?” diye soruyor. Evet, neden? Buna cevap verecek kimse de yok. “Bu adaletsizlik, haksızlık değil midir?” diyor vatandaş. Evet, bundan daha büyük bir adaletsizlik, bundan daha büyük bir haksızlık olmadığını biz de söylüyoruz. Bu sözlerin üzerine fazla bir şey söylemeye gerek yok. Oradaki yurttaşımız her şeyi sade ve somut bir şekilde ifade etmiştir. Daha önce de söyledik, bir kez daha söyleyelim: Siyasi soykırım operasyonlarını ve kayyım zulmünü defalarca hayata geçirdiniz, sonuç aldınız mı? Almadınız. Halk üç defadır yeniden daha güçlü bir şekilde kendi yöneticilerini seçiyor. O yüzden bin kere de yapsanız yine sonuç alamayacaksınız. Yine oradaki Araplar, Türkler, Kürtler ve emekçiler; soymayan, çalmayan, halklara hizmet eden bu paradigmayı ve bu paradigmanın aday gösterdiği eş başkanları seçmeye devam edecektir.

İktidar sandıkta alamadığını hileyle, kumpasla ve oyunla alıyor

Beşiktaş Belediyesi için de birkaç şey söyleyeyim. Kürt coğrafyasını laboratuvar olarak kullandıklarını yıllar önce söylemiştik. Bu kayyımcı anlayışı şimdi batıya da taşıyorlar. Beşiktaş Belediyesinde de yine dün bir gözaltı vardı. Orada da yerel yönetimi tasfiye etmek istiyorlar, oraya da siyasi kumpasla darbe yapmaya çalışıyorlar. Sandıkta alamadığını hileyle, kumpasla ve oyunla alıyor. Böyle bir iktidar mı olur, böyle bir anlayış mı olabilir? Kazanamadığın yeri gasp etmek nedir? Onun için Beşiktaş Belediyesine dönük bu operasyonu da kınıyorum. Gözaltına alınan belediye başkanının ve çalışanların bir an önce serbest bırakılmasını diliyoruz. Bu kayyımcı anlayıştan bir önce vazgeçilmesi Türkiye’nin hayrınadır. Biz mücadeleye devam edeceğiz. Mücadelemizi büyüterek bu anlayışı geriletip dersini vereceğiz.

Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri ekonomidir. Ülkeyi yönetenler ekonomist olduklarını söylüyorlar ama memleketi uçurumun kenarına getirdiler. Bu ekonomik süreci en iyi bilen sizlersiniz. Siyasi darbeler, yargı kumpasları, şiddet ve gerilim Türkiye ekonomisini uçurumun eşiğine getirdi. Toplumsal barışa vurulan ilk büyük darbe de ekonomideki eşitsizliklerle yapılıyor. TÜİK’in açıkladığı verilere göre enflasyon yüzde 44,38. Vergi ve harçlara yüzde 44 zam yaptılar. Ama enflasyonla mücadele bahanesiyle asgari ücretliye yüzde 30 zam yaptılar. Memur ve memur emeklilerine yüzde 11,54 oranında zam yaptılar. Bizi inandırmak için küsuratlı zam yapıyorlar. SGK ve Bağ-Kur emeklilerine ise yüzde 15,75 zam yaptılar. Yani vergi ve harçlara yüzde 44, emeklilere yüzde 11 zam yapılıyor. Sanırım hesaba yatmadan eriyen dünyadaki tek maaş artışı Türkiye’de oluyor. AKP bununla ne kadar gurur duyarsa azdır. Onlara yakışan budur. Sadece bu da değil. Bakın, yandaşa öyle ihaleler veriyorlar ki toplum bunu ne kadar biliyor bilemiyorum. Biz de bu konuda özeleştiri veriyoruz. Bu meseleleri yeterince anlatamamak, toplumun gündemine getirememek, bizim özeleştirimiz olsun.

Kur korumalı mevduatın Türkiye’ye maliyeti 900 milyar TL

Bakın, dolar garantisi ve yılda 4 kez enflasyon zammı. Asgari ücretliye yılda 1 kez maaş zammı ama dolarla ihale alanlara yılda 4 kez enflasyon zammı veriyorlar. Kuzey Marmara Otoyolunu bilmeyen yoktur. Şimdi orada garanti edilen araç sayısını da artırdılar. Araç sayısını 344 milyona çıkardılar. Hazineden para çıkmaması için Kuzey Marmara Otoyolundan 344 milyon aracın geçmesi gerekiyor. Peki, bu olanaklı mı? İmkansız. 80 milyonluk ülkede imkansız. Kars’ın köylerinden Kırklareli’nin, Edirne’nin, Tekirdağ’ın dağ köylerine kadar ne kadar araç varsa toplayıp hepsini 23 defa o otoyoldan geçirin, yine de 344 milyonu karşılamıyor. Bize göre normal değil ama AKP’li olunca normaldir, yandaş olunca normaldir. Zaten amaçları zengin etmektir. Bunu da artık gizlemiyorlar, açıktan yapıyorlar.

Kur korumalı mevduat diye bir şey icat ettiler. Dolar düşecekti, cebimizde pul olan Türk lirası dolardan daha değerli olacaktı, kalkınacaktık, yoksulluk bitecekti. Bunun reklamını yaptılar. O paspas saplarıyla ekranlarda Suriye haritasını değerlendirenler, ekonomiyi de değerlendiriyor, sporu da değerlendiriyor. Ne kadar yetenekli insanlar! Kur korumalı mevduatın Türkiye’ye maliyeti ne kadar biliyor musunuz? 900 milyar TL. Yani bu ülkeyi 900 milyar TL zarara uğrattılar. Onlar zarara uğratıyor, yandaş kazanıyor; ceremesini emekçi, yoksul, vatandaş çekiyor. Böyle bir saçmalık var mı? Neden “Ben ekonomistim” diyenler bu zararı karşılamıyor, özeleştiri vermiyor? Bu soruyu sormaya devam etmek lazım. Akıl sır ermiyor bunların yaptıklarına.

SMO’lu çeteler öğretmenlerden daha yüksek maaş alıyor

Öğretmenler çok kıymetli bir iş yapıyorlar. Her ne kadar bu iktidar döneminde kıymetleri bilinmese de biz ne iş yaptıklarını çok iyi biliyoruz. Suriye’de besledikleri SMO’lu çeteler var ya, işte onlar öğretmenlerden daha yüksek maaş alıyor. Öğretmenin aldığı maaş SMO’lu çetelere ödenen maaşlardan daha düşük. Şimdi bunlar bu ülkeyi nasıl düzeltecekler? Biz de soruyoruz. Paspas sopalarıyla ekranlarda analiz yapanlar, ekmeğe zam yapılınca utanmadan sıkılmadan şu başlığı atıyorlardı: Sağlıklı yaşama geçiş. Yani ekmeği az tüketirseniz, sağlıklı yaşama geçiş yaparsanız. Sanki millet her gün et yiyor, her gün proteinini ve vitaminini alıyor; sanki balığı, meyvesi, çerezi dolabından eksik olmuyor da ekmeğe zam yaparken, "Sizin sağlığınız için yapıyoruz," diyorlar. Bu yorumları yapanlar Türkiye ekonomisine ne katkı sunuyor? SGK’yı bilirsiniz, anlatmaya gerek yok. Ziraat Bankasını, Halk Bankasını “görev zararı” adı altında 1 trilyon liradan fazla zarara sokanlar, bu bankaları batıranlar ülkenin ekonomisini nasıl kurtaracak biz de merak ediyoruz.  

Önümüzdeki dönemde Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını daha güçlü bir şekilde hayata geçireceğiz

İşsizlik Fonunda toplanan paranın sadece yüzde 13’ünü işsizlere harcıyorlar, yüzde 87’sini sermayeye harcıyorlar. İşsizler için toplanan fonu sermayeye harcıyorlar. Bu ülke ekonomide adaleti ve eşitliği nasıl sağlayacak? Deprem için toplanan fonları sermayeye aktararak, işsizler için toplanan fonları sermayeye aktararak ekonomik barışı nasıl sağlayacak? Şaşırmamak elde değil! Bizler bu sefalete, yalana ve çöküşe yaz ayları boyunca Ekmek ve Adalet Buluşmalarıyla bir cevap vermeye çalıştık. Açlığa, haksızlığa ve hukuksuzluğa mahkum edilen insanlarımızla Türkiye’nin dört bir yanında bir araya geldik. Tekirdağ’da da bir araya geldik. Orada üreticilerle de buluştuk. Tekirdağ’da çeşitli üretim sektörlerinde faaliyet yürüten kesimlerle bir araya geldik. Şimdi bu çalışmamızı büyüterek devam edeceğiz. Çünkü daha güçlü bir şekilde sahaya inmek gerekiyor. Önümüzdeki dönemde Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarını daha güçlü bir şekilde hayata geçireceğiz. Ekmek, adalet, barış… Bu ülkenin ihtiyaç duyduğu üç temel meseledir. Nerede açlığa mahkum edilen, nerede hakkı ve hukuku yok sayılan biri varsa onunla birlikte olacağız. Nerede adalet, eşitlik, özgürlük arayan bir yurttaşımız varsa da onunla omuz omuza hakları tanınıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Ekmek olmadan barış olmaz, barış olmadan ekmek de olmaz; adalet olmadan toplumsal barış hiç olmaz. Onun için Ekmek, Adalet ve Barış Buluşmalarına sizleri de bekliyor, güçlü bir şekilde katkı sunmanızı istiyoruz. Bu çelişkileri daha çok söylemek hepimizin temel görevi ve sorumluluğudur.

Ölüsüne saygı duymadığınız bir halk ile nasıl barışacaksınız?

Sadece bunlarla uğraşmıyoruz; başta Rojava olmak üzere, Suriye ve Ortadoğu’da barışın gerçekleşmesi için de çok büyük bir mücadele veriyoruz. Ancak iktidar yine Kuzey ve Doğu Suriye’de büyük hatalar yapmaya devam ediyor. Biraz barış umudu doğunca hemen bunu baltalamaya çalışıyorlar. Bu konuda çok mahirler, haklarını vermek lazım. Umudu kırma konusunda onların üzerine yok. Bu ülkede demek ki umutlanmayacağız. Kuzey ve Doğu Suriye’de halkın haber alma hakkı için gazetecilik yaparken SİHA’lar tarafından katledilen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in cenazeleri kendi memleketlerinde gömülemedi. Gömülmedi demiyorum, gömülemedi. Ailelerin çok istemesine rağmen gömülemedi. Soruyoruz: Ölüsüne saygı duymadığınız bir halk ile nasıl barışacaksınız? Kuzey ve Doğu Suriye’de çatışmaların durması için oranın halkları Tişrin Barajı’na canlı kalkan olmak için gittiler. Niye çünkü baraj oranın su havzasıdır. Çeteler o barajı dağıtmasın, elektrikleri kesilmesin diye oraya gittiler. Orada sivilleri İHA ve SİHA’larla katlediyorlar. Böyle mi toplumsal barışı sağlayacaksınız? Bu mudur sizin Kuzey Doğu Suriye'ye götüreceğiniz barış? Barışa böyle ulaşamazsınız. Bir yandan barış diyorsunuz ama Dışişleri Bakanı HTŞ Sözcüsünün bile kullanmadığı bir dili kullanıyor. Dışişleri Bakanı her gün Rojava halklarını tehdit ediyor. Böyle barış olur mu? Tehditle barış olur mu? Nerede görülmüş bu? İki aile arasında küçük bir anlaşmazlık çözülürken bile herkes biraz sakin olur, biraz anlayışlı olur. “Türkiye Türklerindir”, “Suriye Araplarındır” diyerek 100 yıllık ezberleri tekrarlayıp duruyorlar. Yahu kardeşim, Türkiye sadece Türklerin değil; Kürtlerin, Arapların, Alevilerin, Çerkeslerin, burada yaşayan bütün farklılıklarındır. Suriye de sadece Arapların değildir. Kürtsüz, Alevisiz, Ermenisiz, Êzidîsiz, Çerkessiz bir Suriye olur mu? Türkiye, Türkiyelilerindir; Suriye de Suriyelilerindir. Gotineke pêşiyan hebû, digot aqilê sivêk barê giran e. Bu akıl, bu yaklaşım sadece bunların yükünü artırır. Zaten ileride göreceğiz, o yükün altında yürüyemeyecek hale gelecekler. Bu akıldan vazgeçtikleri zaman barış imkanı doğar. Ne zaman halklara, inançlara ve doğaya saygı duyarsanız o zaman barış için hazır hale gelirsiniz. 100 yıllık zeytin ağaçlarını kökünden söküp buraya getiriyorlar. Ne kadar ayıp yahu! Doğaya da saygı göstermeniz lazım.
 

Alevilere karşı bir tepki örgütlüyorlar; buna sessiz kalmamalıyız

Suriye’de güven ve istikrarı sağlamanın tek yolu halklar ve inançları esas alan demokratik siyasi bir çözüm bulmaktır. Bunun için müzakerelerin başlaması lazım. Bakın, Suriye’de Alevi toplumu büyük bir katliam tehdidiyle karşı karşıya. Bugün Hatay ve Samandağ’daki Arap Alevi şeyhleri ve kanaat önderleri bizi ziyaret etti. Tülay Başkanla birlikte karşıladık. Suriye’de Alevilerin büyük bir tehdit altında olduklarını söylüyorlar. Gün yok ki linç edilmesinler, taciz olayları yaşanmasın. Gün yok ki evlerinden çıkarılmasınlar. Alevilerin öldürülmesine karşı çıkmadan Suriye halklarına barış ve huzuru nasıl getireceksiniz? Suriye’de Aleviler katliam tehdidi altındayken, Türkiye’de buna itiraz eden Alevilere “siyasal Alevi” diyerek toplumu kışkırtıyor ve Alevilere karşı bir tepki örgütlüyorlar. Buna sessiz kalmamalıyız. En fazla da iktidar buna sessiz kalmamalıdır. Bu sessizliğiniz katliam tehdidini daha da büyütür, başka bir şeye yaramaz. Bir Alevi ya da Kürt ya da başka bir milletten bir kardeşimizin Suriye'de katliam tehdidi altında olmasına itiraz etmeyecek miyiz? Bizim itirazımıza şaşırmayın. Asıl katliam tehdidine karşı bir şeyler söyleyin. Size düşen, Kürt ve Alevi katliamına itiraz edenlerin söylediklerini dikkatle dinlemek, empati yapmak ve bunun gereğini yerine getirmektir. Suriye’nin herkesi kapsayan bir zemine kavuşması için mücadele etmek gerekiyor. Tehdit etmek, parmak sallamak değil.

Türkiye Suriye’de tam olarak ne istiyor?

DEM Parti olarak, bu toprakların en kadim halklarından ve inançlarından biri olan Alevilerin kutsal saydığı mekanlara yapılan saldırıları bir kez daha kınadığımızı, oradaki Alevilerle dayanışma içinde olduğumuzu belirtmek istiyorum. Suriye’de iki anlayış mücadele ediyor. Biri, tekçi ve milliyetçi ulus devlet prangasına oradaki halkları, inançları ve bütün renkleri sığdırmaya çalışan bir anlayıştır. Diğeri de Suriye'de ve Ortadoğu’da yaşayan halkların eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşamasını savunan anlayıştır. Biz ikincisiyiz. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar renkleriyle ve kimlikleriyle eşit ve onurlu bir şekilde demokratik bir zeminde bir arada yaşamalı. Siz hiç AKP’nin Suriye'ye, Ortadoğu'ya dönük demokratik bir önerisini duydunuz mu? Biz hiçbir şey duymadık. Duyan var mı? Türkiye Suriye’de tam olarak ne istiyor? Ne istiyor onu da söyleyeyim. Halkları merkezi, tekçi ve inkarcı bir devlete boyun eğmeye davet ediyor. Böyle bir şey olabilir mi? Zaten 100 yıldır böyleydi. Kürt fobisi dışında bu iktidarın bir düşüncesi, duygusu var mı? Biz onlara soruyoruz şimdi: Suriye için ne düşünüyorsunuz? Suriye'de Kürtler ve Aleviler için, diğer farklı inançlar için nasıl bir zemin istiyorsunuz? Buyurun açıklayın, biz de dinleyelim. Kapsayıcı bir şey derseniz destekleriz, alkışlarız, yanınızda dururuz. Oradaki mezhepçi, tekçi, milliyetçi ulus devlete insanları mahkum ederseniz de mücadele ederiz, eleştiririz, itiraz ederiz.

Çatışmayı, savaşı ve dışarıdan müdahaleleri boşa çıkarmanın tek yolu Suriye’yi demokratikleştirmektir

Bizim Suriye'ye ilişkin bir fikrimiz var. Tekçi ve mezhepçi ulus devletlerin kötülük ürettiğini biliyoruz, yüz yıldır buna tanıklık ediyoruz. Artık bu ezberleri bozmanın zamanıdır. Suriye'nin kapsayıcı bir demokratik zemine kavuşmasını istiyoruz. Kürtlerin, Alevilerin, diğer halkların ve inançların kendi kimlikleriyle yaşadıkları bir Suriye olmasını istiyoruz. Demokratik bir Ortadoğu için Kürtlere ve diğer halklara tehdit odaklı yaklaşımdan vazgeçin, fırsat odaklı bir pencereden bakın diyoruz. Tarihsel Türk-Kürt ittifakını canlandıralım diyoruz. Bunu defalarca söyledik. Bölgedeki bütün halklarla birlikte Ortadoğu'nun makus talihini tersine çevirelim. Çatışmayı, savaşı ve dışarıdan müdahaleleri boşa çıkarmanın tek yolu orayı demokratikleştirmektir, demokratik bir zemin yaratmaktır. Gelin, Dicle-Fırat Havzasını bir barış havzasına dönüştürelim. Gücünüz var, konuştuğunuzda Almanya’yı, Fransa’yı bile küçük devletler olarak tanımlıyorsunuz. Buyurun, Dicle’den Akdeniz’e uzanacak bir barış coğrafyasını hep birlikte inşa edelim. Biz sizi o zaman destekleriz. Bakalım ne diyecekler.

90’larda devletin karanlık yüzünü gösterenler, bugün “kadife eldiven içinde demir yumruk” gösteriyor

Bizler Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü barışçıl bir temelde görüyoruz. Buna stratejik yaklaşıyoruz. Kürt sorunu, dar kişisel ve partisel çıkarla ele alınamaz. Her kim ki Kürt sorunun stratejik değil taktiksel olarak görüyorsa büyür yanılıyordur, büyük kaybeder. Kürt sorunu demokrasi, eşitlik, adalet ve özgürlük sorunudur. Çözümü de özgür siyaset, demokratik uzlaşı ve evrensel hukuktur. Kürtler 1930’larda devletin tunç elini gördü. Okuyoruz, yaşayan büyüklerimiz anlatıyor. 90’larda devletin karanlık yüzünü görmeyen neredeyse kalmadı. Bugün de “kadife eldiven içinde demir yumruğu” bize gösteriyorlar. Onu da gördük, onu da yaşıyoruz. Siyasi darbelerle, kumpaslarla, kayyımlarla, yüzde 120 doluluk oranı olan cezaevleriyle, ekonomik adaletsizlikle yaşıyoruz. Bu yaklaşımlar Kürt sorununu çözdü mü? Hayır, aksine Kürt sorununu derinleştirdi. Kimse Kürt sorununu güvenlik ve istihbarat sorununa, reyting almak için üçüncü sınıf polemiklere indirgeme basitliğine düşmemelidir. Şaşırarak izliyoruz bazı değerlendirmeleri. Hele ki Kürtlerin gömülme hakkı için mücadele ettiği bir dönemde. Yahu gömülmek için insan mücadele eder mi? Allah’ın verdiği yaşam son buluyor. Bunun için de mi mücadele edeceğiz? Bu zamanda meseleleri bu kadar geri bir noktada ele almak kimseye bir şey kazandırmaz. Açık söylüyoruz: Partimize ithamda bulunmak, gerçek dışı iddialarla sürecin ciddiyetine halel getirmek en büyük çözüm karşıtlığıdır. Kimse reyting uğruna ucuzluk yapmasın. Ucuz değerlendirmeler yapmasın, ucuz sözler kurmasın. Hepimiz büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Konuşurken 50 defa tartıyor, ölçüp biçiyoruz. Kürt sorununun çözümü sadece Kürtleri değil, toplumun bütün kesimlerini rahatlatır. Kürt sorununun çözümü, otoriterliği geriletir, demokrasiyi büyütür; hukuksuzluğa karşı adaleti büyütür, yoksulluğa karşı refahı getirir. Onun için bu meselenin demokratik çözümünü hep birlikte sahiplenmemiz gerekir.

Yolumuz Üçüncü Yol, pusulamız demokrasidir; kimse bizi yolumuzdan alıkoyamaz

Bizler Kürt sorununu bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi içerisinde değerlendiriyoruz. Bunu bin defa dedik. Hala birileri çıkıp “iki bayrak” falan gibi şeyler söylüyor, 3-5 oy almak için yanlış algı oluşturmaya çalışıyor. Şüpheniz olmasın, DEM Parti ne yaptığını çok iyi biliyor. DEM Parti sizsiniz. Sokaktan sizin duygularınızı, yaklaşımlarınızı alarak gelip bunları söylüyoruz. DEM Parti, bu ülkenin yurtsever, demokrat ve sosyalist geleneğinin temsilcisi ve mirasçısıdır. Yolumuz Üçüncü Yol, pusulamız demokrasidir. Kimse bizi buradan alıkoyamaz.

Herkesi devletçi akla karşı demokratik akıl etrafında birleşmeye çağırıyoruz

Geçen gün Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş çok önemli bir şey söyledi. “Kürtlerin onurunu, Türklerin gururunu gözetecek bir sürecin yürütülmesi gerekir” dedi. Katılıyoruz. İyi bilinmelidir ki kayyım gurur duyulacak bir şey değil, zehirli dil gurur duyulacak bir şey değil. Ama milyonların huzurunda ifade edelim, barış ve çözüm hem onur hem de gurur duyulacak bir şeydir. Herkesi devletçi akla karşı demokratik akıl etrafında birleşmeye, mücadele etmeye ve bu mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
 

Öcalan, “Barışı inşa etme gücüm var” dedi, artık sıra iktidardadır

Bizler bu bilinçle, Sayın Öcalan’ın mesajlarının arkasında olduğumuzu buradan bir kez daha yinelemek istiyoruz. Barışın inşası için hepimize, herkese çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Devir, eşit temelde barış elinin uzatılması devridir; ellerin barışa açılması devridir, el ele verip barışı inşa etme devridir. Bugüne kadar bu konuda Sayın Bahçeli’den, muhalefete ve toplumsal kesimlere kadar iyi niyetli her adıma olumlu karşılık verdik. Toplumda bu konuda büyük bir ortaklaşma gerçekleşti. Türkiye’de ilk defa siyasi partilerin büyük çoğunluğu dönemsel çıkarlarını bir kenara bırakarak demokratik çözüme büyük destek verdi. Bu çok kıymetlidir. Sayın Abdullah Öcalan gönderdiği iki mesajda da barışı inşa etme gücünün olduğunu ifade etti. Artık sıra iktidardır. İktidar, bir an önce demokratikleşme ve Kürt sorunu eksenindeki sorunları giderecek adımlar atmalıdır. Sayın Erdoğan Amed’e gitmişti. Amed’de, “Diyarbakır’ın huzuru Türkiye’nin huzurudur” dedi. Türkiye’nin de Diyarbakır’ın da ortak huzuru demokratik çözüm ve barıştır. Demokratik çözüm ve barış sağlanırsa, Diyarbakır da Türkiye de huzurlu olur Sayın Erdoğan. Onun için barış ve çözüm için uğraşalım. DEM Parti olarak şuna yürekten inanıyoruz. Barış ve çözümün kaderi Türkiye’nin kaderidir. Onun için önemsiyoruz.

Demokratik çözüm ve barış 85 milyona kazandırır

Herkese çağrımızdır: Barışı büyütelim. Barış korkulacak bir şey değil. Demokratik çözüm ve barış 7’den 70’e 85 milyona kazandırır, Türkiye’ye kazandırır. Bu gerçeği anlatmak hepimizin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğu layıkıyla yerine getireceğinize inanıyorum. Kapatırken yine bir anne sözünden devam edeyim: Dê û bavên me digotin mal helal be mast jî xirab nabe, dew jî tirş nabe. Em dibêjin bila aştiyeke, çareseriyeke helal be bila mast û dew ne xirab be ne jî tirş be. Ji me hemûyan re serkeftin." dedi.