Celalettin Can 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can

Açık işgale karşı verilen Kurtuluş Savaşı'nın başarısı, Ankara hükümetinin devlet kurma iradesini Lozan Konferansı'na taşımasını getirecekti.  

Boğazları işgal eden ve kurdukları Boğazlar Komisyonu üzerinden boğazları kontrol eden İtilaf Devletleri ile Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmiş olsa da boğazlar üzerinde hak arayan İttifak Devletleri arasında yaşanan sorunlar, Lozan'da boğazlar meselesi bölümünde tartışılacaktı.

Lozan Konferansı, Türkiye devletinin bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu onaylamakla birlikte, boğazlar meselesinin ciddiyetine tekabül eden çözümler getirmeyecekti.   

DAHA FAZLA OKU

Sonuçta galiplerin çağrısıyla düzenlenen bir konferanstı. Antlaşmanın kurallarını galip İtilaf Devletleri koyacak, mağlup İttifak Devletleri buna uymaya mecbur bırakılacaktı.

Osmanlı, Rusya ve Avusturya-Prusya İmparatorlukları Birinci Dünya Savaşı'nın bir sonucu olarak tarihe havale olacaktı.

Kurtuluş Savaşı'nın engellemesiyle Sevr Antlaşması'nı uygulatamayan İtilaf Devletleri, Yakın Doğu meselesi çerçevesinde Sevr'in kararlarını hafifleterek Ankara Hükümeti'ne kabul ettirmek istiyor olmalıydı.

Tartışmalı konular, Misak-ı Milli ve Kürdistan, Musul, Boğazlar, Adalar ve Azınlıklar, Düyun-u Umumiye, Kapitülasyonlar ile İstanbul, Çanakkale Boğazları ve Marmara Denizi'nden oluşan boğazlar bölgesi çözümünü dayatan sorunların de içinde olduğu 143 maddede yer alan sorunları barındırıyordu.

 
"Tüm dünyayı ilgilendiren sorun"

İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un bu sözleriyle Lozan Konferansı tartışmaya açılacaktı.

Yakın Doğu Meselesi'nin çözüm zemini olarak da tanımlanan Lozan Konferansı, gerçekten de dünyayı yakından ilgilendiren bir konferanstı.
 

Lord Curzon.jpg

Lord Curzon (George Nathaniel Curzon) / Fotoğraf: Wikipedia

 
Sovyet Rusya'nın boğazlar hassasiyeti

Birinci Dünya Savaşı'na girerken İstanbul ve boğazlarla ilgili egemenliğin paylaşımı çerçevesinde İngiltere ve Fransa, Çarlık Rusya'sı ile "gizli" bir anlaşma yapmıştı.

Sovyet Devrimi ile birlikte Lenin, bütün bir dış politikayı ve boğazlar politikasını köklü bir şekilde değiştirmişti.

Öncelikle Rusya'yı savaştan çekmişti.

Osmanlı İmparatorluğu'nun doğusunda Çarlık Rusya'nın işgal ettiği topraklardan da Rus askerlerini çekmişti. Çarlık Rusya'sının, İngiltere ve diğer emperyalist devletlerle yaptığı bütün "gizli" anlaşmaları faş etmişti.

Beklenmedik devrimci durum, Birinci Dünya Savaşı'nın erken bitmesini sağlayacak, İngiltere, Sovyet Rusya'yı kuşatma ve yıkma amaçlı savaş politikasına geçerek, Ortadoğu'nun yanı sıra Yakın Doğu'da kendi egemenliğini kurma yollarını aramaya başlayacaktı.  

...

Evet… Boğazlarla ilgili Sovyet politikasında dönüşüm köklüydü.

Sovyet Rusya, boğazlar üzerinden defalarca saldırıya uğramıştı.

İtilaf Devletleri'nin, Sovyet Rusya'yı yıkmak için uyguladıkları, kuşatma ve iç savaş politikalarının anıları hafızalarda çok canlıydı.

Bir önceki makalemde bahsetmiştim… Çarlık dönemi olmakla birlikte, Enver Paşa - Almanya iş birliğinin 'Odessa, Sivastopol ve Novorossisk limanlarının ve Rus donanmasının bombalanması' üzerinden Osmanlıyı savaşa katma provokasyonu da akıllardaydı.

Sovyet Rusya bu tür emperyalizm yönlendirmesi sürprizlerle karşılaşmamak için İngiliz filolarının Karadeniz'e girmesini istemiyordu, bu nedenle boğazların savaş gemilerine kapalı olmasından yanaydı.

Hep söylenir, Rusya'nın tarihsel emeli sıcak denizler inmektir.

Çarlık Rusya'sı için bu "sıcak deniz" belirlemesi doğru olmakla birlikte, Sovyet Rusya için buna doğru denemez. Nitekim Lozan'da Sovyet Rusya Akdeniz'e inmenin lafzını bile etmeyecekti.

Diyebiliriz ki boğazlarla ilgili Sovyet Rusya siyaseti Çarlık Rusyası'nın bu işgalci siyasetinin reddine dayanıyordu.

Nitekim Ankara Hükümeti ile yaptığı 1921 Moskova Antlaşması ile Çarlık Rusya'nın Osmanlı Devleti ile imzaladığı bütün anlaşmaların hükümsüz olduğunu kabul etmişti.  

Konferansta Sovyet Rusya delegasyonu boğazlarda tam ve sürekli ticaret serbestliği isterken, savaşta ve barışta boğazların Türkiye dışındaki bütün ulusların savaş gemilerinin geçişine kapanması için ısrar da edecekti.

Sovyet delegasyonunun bu yönlü anlaşma teklifi, İsmet İnönü'nün boğazlarla ilgili ileri sürdüğü anlaşma teklifinden daha fazla Türkiye yanlısı idi.

Bu anlaşılır bir tutumdu.  Çünkü boğazlar, Sovyet Rusya'nın savunma sistemi içinde Yakın Doğu'daki en hassas bir nokta da duruyordu. 
 

İsmet İnönü.jpg

İsmet İnönü / Fotoğraf: Wikipedia


İngiltere ve İtilaf Devletlerinin boğazlar siyaseti

İtilaf Devletleri boğazları kapamanın Karadeniz'de sınırsız bir Rus egemenliğine yol açacağı düşüncesindeydi.

İngiltere'nin, boğazlar meselesinde Lozan'da savunduğu görüş o tarihe kadar benimsemiş olduğu görüşün tam zıddı idi.

19'uncu yüzyıl İngiltere'sinin takip ettiği boğazlar siyaseti, dünya hakimiyetini denizlerde arayan bir devlet sıfatıyla, boğazları Rus kuvvetlerine kapalı tutmaya dayalı bir siyasetti.

İngiltere'nin Rusya'yı bu şekilde Karadeniz'de kapalı tutma siyasetinin temeli, İmparatorluğun can damarı olan Hint yolunun güvenliği düşüncesi idi.

İngiltere, boğazların açıklığı halinde Karadeniz'e girebilmesinden elde edebileceği faydayı, Rus donanmasının Akdeniz'e çıkabilmesinden doğabilecek zararla kıyaslamış ve zararın ağır bastığı düşüncesiyle boğazların kapalılığını bir İngiliz siyaseti olarak benimsemişti.

Ancak aynı İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, boğazların açıklığı rejimini tercih edecekti. Nitekim Lozan'da Lord Curzon, vaktiyle kapalılığı savunmuşken, şimdi açıklık rejimini istemelerini, Avrupa'da, özellikle Rusya'da da siyasi durumun değişmesiyle açıklayacaktı.

Fransa, İtalya, Amerika, Japonya, Romanya, Bulgaristan ve Yugoslavya siyaseti, çıkarların dereceli olması çerçevesinde İngiltere ile aynı noktada birleşecekti.

Bu boğazların savaş ve barış zamanlarında ticaret gemilerine açıklığı siyaseti idi. Esas mesele bu açıklığın savaş zamanında savaş gemilerine uygulanıp uygulanamayacağı, şayet uygulanacaksa ne kadar uygulanacağı idi.  


Türkiye'ye gelince…

Konferans katılımcısı diğer ülkeler, boğazlar siyasetini başından itibaren açık ifade ederken, Türkiye temkinli bir biçim altında zamana yayacaktı.

Türkiye, bu arada 'düşman bloklar' arasında sıkışıp kalma kaygısıyla Batılı güçlere karşı Sovyet Rusya kartını uygun bir üslupla oynamayı ihmal etmeyecekti.  

İsmet İnönü'nün, ilk temaslar sırasında Lord Curzon'a "Ruslarla yakın münasebetlerde olduğunu" belirterek İtilaf Grubu'na karşı yalnız olmadıklarını ifade etmiş olması bunun sonucuydu

Öte yandan, 2 Aralık 1922 tarihinde Heyet-i Vekile Riyaseti'ne çektiği telgrafta; 'Türkiye'nin Boğazların sefain-i harbîye ye (harp gemilerine) açık olmasını kabul ettiği takdirde bunun Damat Ferit politikasının tekrarı olacağı' konusunda Sovyet Delegasyonu Başkanı Çiçerin'e beyanlarını da aktarıyordu.
 

Georgi Çiçerin.jpg

Georgi Vasilyeviç Çiçerin / Fotoğraf: Wikipedia


Hatta Türkiye'nin Temsilci Heyeti Lozan'a gelen Sovyet Delege Heyeti'nin boğazların savaş esnasında kapalı tutulması ile ilgili tasarısından daha önceden haberdar olduğundan, ikili görüşmelerde 'bu talepleri destekleyeceklerini' belirtecekti ancak olaylar farklı şekilde gelişecekti.  

Sovyet Rusya'nın siyaseti ise gayet açıktı: 'Boğazların savaşta ve barışta tüm ticaret gemilerine açık, tüm savaş gemilerine kapalı olması gerektiğini' savunuyorlardı. Misak-i Millî 'den örnekler vererek tezini destekleyen Çiçerin, 'Boğazların savaş esnasında açık olmasının Mondros sonrasında müttefiklerin işgallerine sebebiyet verdiğini' vurgulayacaktı.  

Lord Curzon, Türkiye ve Sovyet Rusya arasındaki ittifakın boyutunu kendince anlayan bir yerden, politikasını ona göre şekillendirecek, İsmet İnönü'yü kendi tarafına çekmek için de çaba sarf edecekti.


Türkiye, İngiltere ve İtilaf Devletleri tasarısını kabul edince…  

14, 16 ve 18 Aralık tarihlerinde devam eden oturumlarda, Sovyet Rusya ve Türkiye İtilaf Devletleri tasarılarına karşı, tasarılar ileri sürmüşlerdi Ancak Sovyet Rusya, 'Boğazların kapalı kalması' konusunda ısrar ederken, İsmet İnönü, giderek 'bazı değişikliklerle İngiliz tasarısını kabul edeceğini' açıklayacaktı.

Konferansta, İngiltere ve İtilaf Devletleri'nin önerisi olan Boğazların askersizleştirilmesi kararı da alınacaktı. Tedbirli geçiş serbestisi prensibinin uygulanması için düşünülen ilk tedbir bu idi.

Çanakkale ile İstanbul Boğazlarının her iki kıyılarını, Marmara adalarını ve Çanakkale giriş noktasındaki Türk ve Yunan adalarını kapsayacaktı.

Buna karşı İsmet İnönü yaptığı konuşmada, 'Boğazların askersizleştirilmesinin Türkiye ve dünya barışı yönünden ortaya çıkabilecek muhtemel zararları' anlatmasına rağmen boğazların askersizleştirmesi kabul edilecekti.

Askersizleştirmenin kötüye kullanılmasını önlemek için Milletler Cemiyeti'ne dayanan bir 'Boğazlar Komisyonu' kurulacaktı.  

Bununla birlikte Komisyonun 'görevi her türlü düzenleme ve yargılama yetkisini kapsamadığından, teknik düzenleme ve istatiksel bilgiden ibaret' olduğundan, bu durum Türkiye'nin egemenliğine karşı bir kısıtlama idi.

Sonuç olarak İsmet İnönü, 20 Aralık'ta yapılan Boğazlar Komisyonu toplantısında, 'Boğazlardaki sınırlı askeri tahkimattan vazgeçerek, bunu bir miktar daha içeriye doğru genişletmeyi, savaş gemilerinin sınırlamalarla Boğazlardan geçmesini' öngören İtilaf tasarısını kabul edecek, bu Türkiye delegasyonu tarafından onaylanacaktı.

İsmet İnönü ve Türkiye Delegasyonunun bu tutumu, boğazlar meselesinin konferans tarafından çözüme kavuşturulması olarak kabul edilecekti.  

Türkiye Delegasyonu'nun, beklenenin aksine, Boğazlar konusunda Sovyet tasarısını değil, İtilaf Devletleri'nin tasarısını desteklediği ortaya çıkacaktı. Türkiye'nin tutumu anlaşılır olmakla birlikte pek çok tartışmaya da sebep olacaktı…

 
Peki, neden?

Çiçerin ve Sovyetler Birliği'nin tüm baskılarına ve ayrıca Sovyet tasarısının Türkiye'nin çıkarlarına daha uygun görülmesine rağmen İsmet İnönü neden İngiltere'nin tasarısını destekledi, soru budur.

Boğazlar konusunda Misak-ı Millî'nin ilgili maddesinin İngiliz tasarısıyla bir noktada benzeştiği söylenebilir ama kanımca bu asıl etken değildir.

İsmet İnönü, Lozan Antlaşması'nı belirleyenin İngiltere olduğunu başından itibaren gören bir yerden, zorunlu kalmadıkça İngiltere ile karşı karşıya gelmeme düşüncesinden hareket etmişti.

Bu çerçevede en önemli etken sanırım Türkiye'nin Batı dünyası tercihi idi.

Evet… Sovyetler Birliği Millî Mücadele sırasında Türkiye'nin en yakın müttefiki olmakla birlikte, Türkiye'nin Batı kapitalist kalkınma modelini benimsediği de bilinen bir gerçekti.

Gelinen noktada Türkiye'nin temel bir problemi, Lozan üzerinden Batı'nın uluslararası devletler hukuku çerçevesinde Türkiye'nin bağımsız ve egemen devlet olma hakkını tanıması ve onaylaması idi.

Konferans başlarken Sovyet Rusya ile temkinli bir dirsek teması içinde görünen İsmet İnönü, İngiltere'nin konferansın, hatta Batı dünyasının belirleyeni olduğunu bilen bir yerden, Lord Curzon'un kendisini Sovyet tasarısına karşı "ikna etme" politikasına, "ikna olma" politikası izleyecekti.

Konferansta, Batı'nın ve en başta İngiltere'nin 'Türkiye'nin bağımsız ve egemen devlet olma hakkını kabul ettiği ve onayladığı' açıklık kazanınca İsmet İnönü Lord Curzon'a "ikna olabilirdi" artık…

Öte yandan İngiliz tasarısının kendi Boğazlar politikasına ters düşen yanları ile ilgili kaygılarını ifade edecekti.

İngiliz tasarısına "evet" derken Sovyetler Birliği'ni karşısına almamaya dönük bir söylemi ihmal etmeyecekti. Yani Sovyetleri karşısına alma lüksüne sahip olmadığının, bunun İngilizlerin ve Batı kapitalist dünyasının Türkiye üzerindeki emellerini dengelenmesi için de gerekli olduğunun çok farkındaydı.  

Ayrıca Türkiye Rusya'ya hiçbir zaman güvenmemişti.

Her şey bir yana bu tarihsel bir tercihti.  

Zeki, akıllı ve başarılı bir politikacı olan Lord Curzon'un Türkiye'nin 'kapalı bir Karadeniz'de güçlü bir Rus donanması ile karşı karşıya gelmesinin handikapları' ile ilgili İsmet İnönü'ye yaptığı "politik" telkinlerin etkisini de bir kenara yazmak gerekiyor…


Sovyet Rusya'nın tavrı…

Ülke ve devlet çıkarlarına rağmen Türkiye'nin terk edişi karşısında, Sovyetler Birliği'nin tavrı, siyasi tutumu alışılagelen devlet tutumundan farklı olacaktı.

Sovyetler Birliği, boğazlarla İlgili Lozan Konvansiyonu'nu imzalamış, fakat resmi olarak tanımayacaktı.

Sovyet Hükümeti, antlaşmanın imzalanması için Konferans Başkanlığı tarafından gönderilen telgrafa, "Türk halkının hakkı ihlal edildiği için antlaşmayı protesto ettikleri, fakat barışı teşvik etmek için sözleşmeyi imzalamaya hazır oldukları" cevabını vermişti.

Bu imza "sözleşmeyi uygulama deneyimi, Sovyet devletlerinin ticari çıkarlarını ve emniyetini yeterince güvence altına almazsa, antlaşmanın askıya alınması sorununun gündeme getirileceği" şartı ile atılmıştı.

 
Sonuç yerine…

Boğazlar, İtilaf ve İttifak devletlerinin savaş gemilerine açık olacaktı ancak Sovyet Rusya, savaş gemilerinin boğazlar yolu ile geçişini kolaylaştıracak bir kararı antlaşmaya ekletemeyecekti.

Boğazlarla ilgili Sovyet Rusya heyetinin tüm protestolarına rağmen sözleşme aşağıdaki ana esaslarla imzalanmıştır:

• Boğazlar askerden arındırılacak, bu bölgede Türk ordusu bulunmayacaktır.

• Boğazlarda gemi trafiği düzenlemek için Milletler Cemiyeti'ne bilgi vermek üzere uluslararası bir Boğazlar Komisyonu kurulacaktır

• Askersizleştirilen Boğazlarda Türkiye'nin güvenliğini Milletler Cemiyeti, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya garanti edecektir.

Lozan Sözleşmesi "Boğazlar" terimi içinde toplanan Çanakkale, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı'nda, denizde ve havada, geçiş ve seyrüsefer serbestisi prensibini kabul etmiştir.

Son bir cümle: Öncelikle şunu ifade etmeli ki kimi ayrıcalıklara ve boğazlarla ilgili sorunlu uzlaşma kararlarına rağmen, Lozan Antlaşması Antant devletlerini Türkiye Devleti'nin egemenliğini yasal olarak tanımaya zorlayan, halkların Kurtuluş Savaşı'nın demokrasiyle tamamlanmayı bekleyen yarım kalmış bir serüveninin sonucudur. 

(Devamı Montrö'de olan yeni bir başlangıç) 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.