MERSİN- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Mersin Eğitim-Sen Şube Kadın Sekreteri, Aktivist ve Yazar Gülperi FATİH, Gazeteci-Yazar Özlem Kırmızıtoprak’nın sorularını yanıtladı.
Öncelikli sizi tanıyarak başlayalım Gülperi Fatih kimdir? Kendini hayatta nasıl konumlandırıyor?
Aslında en zor soru ile başladınız bence. Kendini tanımlayarak hayatta kendine bir konum bulmak, insanın gerçek mücadelesi olmuş her dönemde. Ben de bunun mücadelesini veren bir kadınım öncelikle. Bunu da bir anne, eğitimci, çalışan bir kadın olarak yapma çabasındayım. Bu mücadele içerisindeki gerçek bir konumum varsa o da annelik… Ben bir anneyim ☺
KESK Sendikasında yöneticilik yaptınız, KESK Sendikasının amacı nedir, hedefleri nelerdir?
KESK, kurulduğu günden bugüne kadar en temelde insanca bir yaşamı savunan ve bunu hayata geçirmek için yaşamın her alanında mücadeleyi örgütleyip, pratikler geliştirmiş bir örgüttür. Farklı çalışma koşullarında yaşanan sorunlara, o alanda çalışanların çözüm üretmeleri ve mücadele etmelerini ilke edinir. Bu yüzden her iş koluna ait bir örgütlenme yapısı vardır. KESK, iş yaşamı alanlarında mücadele ederken aynı zamanda toplumsal sorunlara karşı da tavır geliştiren bir örgüttür. Sadece özlük hakları için mücadele etmenin; her bir çalışanın bu toplumun bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle ve yaşanan her toplumsal olayın emekçilerin özlük haklarını da doğrudan etkileyeceğini bilerek tavır geliştirir. Bu nedenledir ki; KESK, toplumsal barıştan, halkların eşitliğinden ve insanca bir yaşamdan yanadır. Bunu sadece ülkemizde değil, tüm dünya için savunan enternasyonal bir örgüttür. Ve bunun için mücadele eder.
KESK Sendikasında, iş dünyasında ve sosyal yaşamda kadınlar hangi konumdalar, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi ne durumda?
Kadınların yüzyıllardır maruz bırakıldıkları erkek egemen yapıyı Düşünürsek; her alanda (kendimizle bile) mücadele içerisinde olduğumuz bu dünyada, kadınların KESK içerisinde de aynı erk zihniyet ile mücadele ettiği bir gerçek. Bunu yaparken erkeklerle, hemcinslerimizle ve kendimizle mücadele ediyoruz. Örgütlenme biçimi itibariyle olduğunu düşünerek şunu belirtebilirim; KESK’te örgütlü kadınların özgürlüğü savundukları için özgür olduklarını sanmaları gibi bir yanılsamaları var. Bu da birçok duruma verilen tepkilerde ve pratiklerde ortaya çıkıyor. Kadın mücadelesini sınıf mücadelesi ile birlikte açıklamak ve bunu sosyalist-feminist kimliğe sığdırmaya çalışmak sadece KESK’te değil bütün kadın mücadelelerinde dönem dönem çatışmalara neden oldu. “Bunlar çok eski tartışmalar” diyerek meseleyi aşmış görüntüsü verilse de, yaşadığımız pratiklerde aslında bu meselenin hiç de eskimediğini görüyoruz. Birçok olayla denetimledik ki, bir kadın olarak sosyalist olmanız sizi feminist yapmıyor. KESK içerisindeki iktidarını pekiştiren ve bunu teslim emek istemeyen erkeklerle mücadelemiz, oluşturulan kadın meclislerinin mücadelesi ile devam etmektedir. Yürütme kurullarının oluşturulmasında uygulanan kadın kotaları önemli bir kazanım olmakla birlikte yeterli olmuyor. Yapılan genel meclis çalışmalarına seçilmiş olmalarına rağmen hala az sayıda kadın katılabiliyor. Bu yüzden kadınların kendi özgül yaşam koşullarında, kendilerini var etmeleri için gerekli şartları yine kadınlar yaratacak. Bunun yolu da özgül bir örgütlenme biçiminden geçiyor. Erkeklerle her alanda eş yaşamı oluşturabilmemizin ön koşulu önce eşit duruma gelmek için mücadele etmektir. Kısacası kadın mücadelesi söz konusu olduğunda KESK’in bile alması gereken çok yol var.
Kadınların sorunları ile yakından ilgileniyorsunuz, boşanma da kadınların yaşadığı ciddi sorunlardan biri. Kadınlar boşanma sonrasında neler yaşıyorlar?
Aslında durum tespiti doğru yapmak gerekir önce. Boşanma kadınlar için bir sorun değil, çözümdür. Toplumsal yapının içine gömülen aile kurumunda hepten varlığını yitiren bir kadının kendini bulma ve var etme çabasına ürettiği bir çözümdür boşanma. Tam da bu sebeple aslında kadının değil, erkeğin sorunudur boşanma. Elinin altındaki hüküm sürme mekanizması bozulan erkekler; boşandıktan sonra hala kadına tahakkümde bulunma hakkı varmış gibi, iktidar olgusundan ve toplumdan aldığı güçle kadınlara her türlü saldırı ve şiddete devam etmektedirler. Kadına yönelik şiddet haberlerine baktığımızda, boşandığı için eski eşini sokak ortasında öldüren bir kadına rastlamayız mesela. Hayatında başka biri var diye eline tabancayı alıp, her iki tarafı öldüren bir kadın haberine de rastlamak çok mümkün değildir. Benzeri bir dizi örneğe baktığımızda da sonuç ortadadır. Boşanma biz kadınlar için özgürlük demektir ve buna tahammül edemeyen erkekler için ise sorundur. Kadınları boşanma sonrasında çok zorlu bir mücadele beklediği de aşikârdır. Çünkü sizin ahlakınızdan nasıl bir anne olduğunuza kadar her yönünüzle tartışıldığınız bir süreç başlar. İşin en zor yanı da bu mücadeleyi sadece ayrıldığınız eşinize karşı değil; ailenize, akrabalarınıza, hemcinslerinize hatta zaman zaman kendinize rağmen vermenizdir. Toplumdaki diğer erkeklere karşı olanı saymıyorum bile. Çelişkiler, çatışmalar, sorular, cevaplar; cevabını veremediğimiz durumlar bizi beklemektedir. Bu durumun bir kargaşa ortamını ise asla hafife almamanız gerekir. Çünkü bu kargaşa bir turnusol kâğıdı olacaktır ve asıl önemli olan bu savaştan nasıl çıktığınız olacaktır. Bu süreci kadınlar olumsuz olarak algılamamalı bu yüzden. Çelişki ve çatışmaların hayatın doğasında olduğu gerçeğiyle, bu süreçlerin gelişim ve dönüşüm için kaçınılmaz olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Sadece duracağımız yeri iyi tespit etmek gerekir ve duracağımız tek yer söylemi ve eylemi bir olan, kadın dayanışmasını pratiklerine yansıtan kadınlarla bir araya gelmektir.
Boşanma sürecinde ve sonrasında kadınlarla birlikte çocuklar da olumsuz durumlarla karşılaşıyor. Çocuklar boşanmalardan nasıl etkileniyor?
Ayrılık aslında o ortamda yaşayan herkesin bir şekilde olumsuz etkilendiği bir durum. Bu süreçte çocuklara hep acınılası gözle bakılır. Boşanma sürecine gelmesine ramak kalmış (aslında çoktan gelmiş) olan anne babalar çocukları için evliliği sürdürdüklerini beyan ederler çoğu kez. Aslında bu söylemelerin çocuklar açısından bir karşılığı yoktur. Duruma göre değişir elbette ama boşanma çoğu zaman çocukların rahatlamasını sağlar. Çatışmalı ortamlarda büyümek, çocukların duygusal gelişimi ve kişiliğinde hasarlar oluşturan ciddi travmalara sebep olmaktadır. Boşanma sonrasında tarafların çocuğu hiçbir şekilde kullanmamaları çocuğun deva etmeyen bir gerilim ortamında daha mutlu olmasını sağlayacaktır. Gerekirse bir uzmandan yardım alınarak çocuk için uygun ortamlar oluşturulabilir. 0-6 yaş aralığındaki çocuklar anne-babalarının evlenmeden önce ayrı ayrı bir yaşamları olduğunu bilmedikleri için kabullenmeleri daha zor olabilir. Anne-baba ne yaşamış olursa olsun bunda çocuğun bir suçu yoktur ve onun hassasiyetlerini göz önünde bulundurmak zorundadırlar.
Bir kadın eğitimci olarak boşanan çiftlere çocuklarının bu süreci en hasarsız şekilde atlatmaları için neler önerirsiniz?
Öncelikle kutsal aile masalından bağımsız bir bakış açısıyla, başlayan her şeyin bitebilme ihtimali de bulunduğu olgunlukla değerlendirebilmek gerekir boşanmayı. Kimsenin, kimsenin malı olmadığı, yeri geldiğinde kendisi için eşten bağımsız bir hayat kurabilme iradesi olduğunu kabul etmek gerekir. Eşler boşansa da anne baba olmaya devam ederler ve sorumluklarında bir azalma olmaz. Kendi iktidar ve hırslarını bir kenara bırakıp, çocukları için en iyi ortamı hazırlamak derdinde olmalılar.
Feminizm kavramı da çalışmalarınızda önemli bir yer tutuyor. Toplumda feminizm ve feminist kadınlar negatif cümlelerle anılıyor, feminizm erkek düşmanlığıdır, feminist kadınlar erkek düşmanıdır, kadınlar ve erkekler fiziksel olarak eşit değilse kadın ve erkek nasıl eşit olur gibi düşünce yapıları güncelliğini koruyor. Feminizm nedir ve neden bu düşünce kalıplarıyla anılıyor?
Feminizm, kadınların kadın olmaktan dolayı yaşadıkları sorunlara çözüm üreten, bu sorunlar karşısında da özgül bir mücadele hattı oluşturulması gerektiğini savunan ve bunun için sınıfı, dili, dini, politik düşüncesi, toplumdaki yeri ne olursa olsun kadınların olduğu her alanda mücadeleyi ilke edenmiş bir akımdır. Erkeklerle kadınların, cinsel yönelimi ne olursa olsun tüm bireylerin eşit bir yaşama sahip olması gerektiğini; cinsiyetinden ve cinsel yöneliminden dolayı bireylerin baskı ve ötekileştirmeye maruz kalmasına karşı mücadele eder. Toplumun kadına bakış açısı ve politik argümanların içerisine sinmiş erk zihniyetinin feministlere pozitif bakması ileri dozda bir iyi niyet olurdu sanırım. Feministler erkeklerden üstün olduklarını kanıtlamaya çalışan kadınlar değildirler. Az önce de belirttiğim gibi erkeklerle eşit bir yaşamı savunurlar. Feminizm erk zihniyetle mücadele eder. Bu yüzdendir ki, erk zihniyet feminizmin içini boşaltacak her türlü söylemi geliştirmekte sakınca görmez.
Feminizm ve toplumsal cinsiyet kavramları arasında nasıl bir ilişki var?
Toplumsal cinsiyet, toplumun bize biyolojik cinsiyetimizden dolayı yüklediği görev ve sorumluluklardır. Biz daha doğmadan rollerimiz belirlenir ve ona göre bir yaşam sürmemiz irademiz dışında toplum tarafından belirlenmiştir. Bizlerden buna uyduğumuz takdirde “normal” bir insan olacağımız bilinçaltımıza kazınmıştır. Feminizm, mücadele zemini ve politik oluşumu gereği toplumsal cinsiyet rollerini reddeder. Hatta toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının bile reddedilmesi gerektiğini savunan ve feministler var ve bu konuyu birçok platformda da tartışmaktadırlar. Çünkü “cinsiyet eşitliği” kavramı bir yerde toplumsal cinsiyete hizmet etmektedir. Toplumsal cinsiyet dediğimizde sadece kadın ve erkek cinsiyeti kastedilmektedir. Bu da toplumdaki LGBTİ+ bireyleri görmezden gelmek ve yaşadıkları sorunlara duyarsız kalmak anlamı da taşımaktadır özünde. Meseleyi sadece kadın açısından değerlendiren kadınlar açısından toplumsal cinsiyet eşitliği bir mücadele zemini olabilmektedir.
Feminizm ve kadına şiddet, toplumsal cinsiyet olguları arasında nasıl bir ilişki var? Feminizm ve kadına yönelik şiddet arasında doğrudan bir ilişki vardır ve temelde kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmek feminizmin temel ilkesidir. Toplumsal cinsiyet ve kadına yönelik şiddetin de doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerine uymamak şiddetin çıkış noktasını oluşturuyor.
Kadınlar haklarını yeterince biliyorlar mı, kadınlar şiddete uğradığında neler yapabilirler?
Kadın mücadelesi bir sınıf veya kimlik mücadelesi gibi reçetesi net bir şekilde belli olan bir mücadele değildir. Sorunların çeşitliliğine göre çözüm üretmek ve bir tavır geliştirmek zorundasınız. Bunu yaparken de bulunduğunuz sınıfsal konum, içinde bulunduğunuz politik kurum ve özellikle kişisel özellikleriniz sizin tavırlarınızı doğrudan etkiler. Yani çoğu sorun karşısında feminist tavır almak için kendinizi feminist olarak tanımlamanız yeterli olmaz. Bu da haklarımızı aramaya mücadelemizi nerden başlatacağımıza karar vermede zaman zaman zorlanmamıza neden olmaktadır. Böyle durumlarda feminist hukuku en iyi şekilde işleten, olaya ve duruma kişilerden bağımsız bir kadın bakış açısına sahip kadın örgütlenmelerine başvurmamız gerekir. İşe, gerçek bir kadın dayanışmasıyla başlamazsak kendimizi erk zihniyetin doneleriyle dolu ortamlarda oradan oraya savrulurken bulabiliriz. Bu da bizim için yaşadığımız süreçten daha yıpratıcı bir hal alarak, feminizme ve feministlere olan inancımızın zayıflamasına; uzun vadede ise feminist mücadelenin içinin boşaltılmasına neden olmaktadır.
Bir Türk kadını olarak Türk kadınlarının şahsında kadınlara kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine yönelik neler söylersiniz?
Türk kadınlarına söyleyeceğim ilk şey, Türk olmanız sizin şiddete uğramanıza engel olmadığı ve olmayacağı gerçeğinden hareketle, sadece kadın olmaktan yaşadığımız sorunlar etrafında toplanarak kadın mücadelesi içerisinde yer almalarıdır. Kadın mücadelesini ele alan romanları okuduğumda, toplumdaki yeri ne olursa olsun, roman kahramanı kadının yaşadığı sorunları okuyunca dedim ki; “aynı benim hayatım”. Bir kadın arkadaşımın yaşadığı soruna şahit olduğumda da aynı düşünce oluştu. Tarihte toplumsal gelişimin aşamalarına baktığımızda da kadının üretimdeki rolü ve dolayısıyla değişimin dönüşümün öznesi olması erkeklerin bu gücü kadınlardan almaları ve yeniden bu güce sahip olmamaları için her türlü toplumsal aygıtları kullandığını görüyoruz. Yani erkekler ve erk zihniyetler bize bu şiddeti Türk kadını, Kürt kadını, Laz kadını, Çerkeş Kadını, Arap kadını diye uygulamıyor. Tüm sıfatlarımızdan bağımsız sadece kadın olma özelliklerimizi ön plana çıkararak yapıyor. Biz de buna karşı mücadele ederken, bir kadın insan olmaktan kaynaklanan tüm haklarımızı geri almak için mücadele etmeliyiz!
Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz…
Bu fırsatı tanıdığınız için ben teşekkür ediyorum…