“Geleceğini Geçmişiyle Kuran Varlık: İnsan” konusunu işleyen Felsefeci Prof. Dr. Afşar Timuçin hocanın anısına
İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, [email protected]
Primum vivere.. deinde philosophare..
Yani...
Önce yaşa.. sonra felsefe yap...
“Geleceğini Geçmişiyle Kuran Varlık: İnsanın Tarihi Yolculuğu Ciddi Bir Öğretidir
Homo Habilistan Homo Rudolfensisa, Homo Erektustan Homo Sapiense ve Homo Sapiens Sapiense günümüze kadar geçen yaklaşık 2 milyon yıllık süreçte insan yer yüzeyinin kaderini kendi lehine değiştirdi. İnsanın insan olması süreci son 20-15 bin yıllık süreçte bilerek ve isteyerek doğayı önemli ölçüde anladı ve kısmen de manipüle etti. İnsanın milyonlarca yılda doğadaki evrimi ve alet yapabilme becerisi, düşünmesi (kurgulama), muhakeme etme yeteneğini kazanması ile diğer canlıların bir adım önüne geçti. Zaman içinde teknoloji üretme ve kullanma becerisini artırma gücüne ve oranına bağlı olarak doğayı kontrol altına almaktadır. İnsanın diğer canlılardan önemli farklarının başında ellerini diğerlerinden daha etkin kullanması gösterilebilir.
İnsanın temel ihtiyacı olan gıda güvenliğini garanti altına almak için doğadaki besleyici ürünleri ekip dikmeyi el faaliyetleri ile üretmeye başlaması “tarım devriminin başlangıcını oluşturarak. Muhtemelen öğrendiklerini yıldan yıla geliştirerek daha yetenekli bir hale gelmiş olabilir. Hatta öğrendiklerini bir birine aktararak tarım öğretimini de yapmış olabilirler. Ekip dikme işlemi sayesinde gereksinim duyduğu gıdalarını sağladıktan sonara onları muhafaza etmeyi ve uzun sürede korumak içinde doğadan da esinlenerek çanak çömlek yapmayı öğrenmiştir. Doğadan gördüğü öğrendiği malzemeleri taklit ederek birçok malzeme üretmesi ile sürekli gelişen zihinsel yapısı nedeniyle daha çok üretici durumuna da dönüşmüştür.
Beyin üzerine yapılan çalışmalar insan beynini özellikle esinlenme, sorgulama ve düşünce faaliyetleri ile birlikte geliştiğini ve diğer insanların önüne geçerek daha rahat bir yaşam sürdürdüğünü göstermektedir. Sanatsal faaliyetler içinde olan duygularını harekete geçirip bir başka enstrüman üzerinden dönüştürenlerin daha yaratıcı oluğunu da gösteriyor. İsmail Hakkı Tonguç “El İşi Dersi” notlarında “uygarlıkların temelde el işi faaliyetlerine” bağlamaktadır der. İnsanın bir diğer önemli özelliği kendi gıdasını üretiyor olmasıdır. Hatta gıda üretme yanında ürünleri farklılaştırıyor da.
Locke (1700) “insan eğitimle insan oldu” der. Eğitimin insan yaptığı en büyük katkısı ise yaşamını ve içinde bulunduğu ortamı sorgulatır ve farkına varıla bilirliği arttırır. Fark etmek, farkın farkına varmak, görmek bir üst bilinç düzeyine erişmeyi sağlar.
Belirli coğrafyadaki bazı insanlar 17 yüzyıla geldiğinde suyun buharlaşma gücünü keşfettiği andan itibaren yeni bir evreye geçmiş oldu. Sanayi devrimi süresince edindiği bilgisini arttırarak zamanla yeni teknolojiler geliştirerek Endüstri 4.0 ve 5.0 evresine geçiş ve bugün bizi iletişim teknolojileri çağını başlatmış durumdadır. Bu arada biyoteknoloji, nano teknoloji ve yapay zekâ kullanımı ile teknolojinin en ileri aşamasına kadar ulaşmış durumdayız. Bu arada dünyanın her tarafı uzay teknolojileri sayesinde keşfedilir ve bilinir oldu. Bütün bunların sonunda kişi başına artan enerji kullanım talebi için kullanılan yeraltı fosil kaynakları atmosferde sera gazlarının artması ve bunun sorucunda küresel ısınma gibi bir ciddi sorunla karşı karşıyayız. Küresel iklim değişimleri, kuraklık, su kaynaklarının daralması ile verim kaybının yaşanması, doğanın dengesi bozulmuş estetik değerleri kaybolmuş ve her şey kirlenmiş, ürünlerin kalitesi sorgulanır olmuştur.
Alman asıllı Amerikalı gazeteci Henry Louis Mencken der ki “Bugünün problemleri, dünün çözümlerinden kaynaklanıyor”. Günümüzde geçmişe kıyasla insan aktiviteleri ve yönetimlerinden kaynaklanan çok ciddi çevre, ekonomi ve sosyal sorunla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu sorunlar maalesef dün insan tarafından yaratılan çözümlerden kaynaklanmaktadır. 1650 yılına 500 milyon olan nüfusumuz, 1930 yılında 2 milyar, 2021 yılında 7.8 milyara ulaşmıştır. Artan dünya nüfusunun doğa üzerindeki fiziki baskısı ve gıda talebinin giderilmesi için toprak üzerindeki üretim baskısı çevreyi ciddi olarak tehdit etmektedir. Hızla artan nüfus ve mega büyüklükteki kentlerin artması ve bir o kadar da çevre sorunları oluşmaktadır. Mega kentlerde yaşayan milyonlarca insan toplulukları berberinde istenmeyen ölçüde beslenme, barınma, işsizlik, çarpık kentleşme ve diğer sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar ve sonunda her yönü ile yaşanması zor bir duruma gelindi. Günümüzde dünyanın hemen her köşesinde yaşanan ciddi çevresel, ekonomik, sosyal ve moral sorunlar insanlığı artık yormuş ve sürdürülebilir yaşam taşınamaz oluştur.
İnsanlığın binlerce yıllık yaratığı üretim ilişkisi sonucu oluşan sonuç ne yazık ki çok da yaşanabilir dünya bırakmadı. Artan insan nüfusu ve kapitalist üretim ilişkilerinin yaratığı etkilerin doğal sonucu olarak tek tek insanlar ve toplumlar arasındaki ekonomik gelir sosyal gelişim farklılıkları oluştu ve günden güne aralarındaki makasını artık kapılamaz düzeyde iyice açılmıştır. Toplumların eğitimsel, ekonomik, sosyal olarak farklılaşması beraberinden oluşan siyasal sistemlerin toplumun büyük çoğunluğunu kapsamaması beraberinden artan çarpan etkisi ile çok farklı fay hatlarının oluşmasına neden olmaktadır. Dünyanın halen doğal ekosistemlerinde yaşayan ve hiçbir uygarlık geliştirmemiş toplumları var oluğu gibi bazıları uzaya saate 10 binlerce kilometre hızla gidiş geliş yapabilmektedir. Kimi her türlü ekipmanı matematik ve bilgisayar kullanarak yaparken, kimisi daha toplu iğne dahi yapmamaktadır. Dünyanın bu denli uç düzeyde gelişmişliği doğal olarak dengesiz ilişkileri ve sorunlarında oluşmasına da neden olmaktadır.
Ancak ne yazık ki bunca soruna rağmen sorunların bilgi ve araştırma sonuçlarına bağlı olarak tartışılması ve insan doğa yararına çözüm üretme ekseninde uzaklaştığımızda bir gerçeklik oluşturmaktadır. Ülkelerin, toplumların ve insanların sorunlarının bilgi ekseninde tartışması ve açıklaması liyakat sahibi felsefi düşünme ve analiz yapma yeteneği ve metodu sahibi insanlar yerine maalesef bugün hemen her konuda yüzeysel fikir sahibi olan insanların doldurduğu sosyal medya ve basında adeta her gün boy gösteriyorlar. Özellikle ülkemizde bu denli ağır sorunların nedenleri ve çözüm önerileri ancak bilgi sahibi kişilerin enine boyuna tartışılması gerekirken, futbol taraftarlığı gibi konular okudukları literatüre bağlı kişiler tarafından adeta sorunlar gerçeklerden kaçırılmaktadır. Prof. Dr. Afşar Timuçin hocanın “Nerede İnsan Varsa Orada Umut Vardır” eserinin konusu olan insan günümüzün bütün maddi ve manevi varlıklarının yaratıcısıdır. İnsan var gördüğü bir karıncayı veya bir bitki parçasını doğanın önemli besin halkası olarak görürü onu korur. İnsan var bu ne işe yarar deyip öldürür. İnsan aklını nasıl kullandığına bağlı olarak yer yüzeyinde güzellikleri ve çirkinlikleri yaratabilmektedir.
Toplumların sahip olduğu alt ve üst yapı arasındaki ilişki ve bunun insana sunacağı yararlar ancak toplumların üzerinde işlev gördüğü tutum ekseninde belirli bir sistematize ile sağlanır. Söz konusu yapının sistematik bir şekilde analiz edilmesi ancak eleştirel ve sorgulayıcı dönüşüm ile yani felsefi yaklaşımla sağlanır.
Ekosistem Bütünlüğünü Görmeden ve Analiz Etmeden Yapılan Bütün Uğraşılar Doğanın Yasalarına Yenik Düşmektedir
Eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşım kişiye kendisini tanıma olanağı sunar ki kişiyi insan yapan unsurda sorgulama ve eleştirel süzgeçten geçmektir. Sokrates'in, "Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değer değildir" ifadesi bunun en güzel anlatımıdır. Günümüzde yaşadığımız birçok olumsuz olay sonucu daha iyi anlaşılıyor. Karadeniz’de para-ranta yenik düşmüş insan ve sistemin derelere doğanın kuralarının dışında ev yapması oluşan bütün gözyaşı ve kayıplar insan aklının basit bir sonucu olup sorgulanmadan işe başlandığı görülüyor. Bölgenin geçmiş iklim verileri, yaşanmış deneyimler ve bilimin öngörüsü dikkate alınmadan derenin içine yapılan yerleşim yerleri ve yollar bir yağışla yerinden kopartılıp denize sürüklendi.
Doğanın Merhameti Yok ve Gözyaşına da Bakmıyor.
İnsanın kendisini tanıması ancak felsefe yapmakla yani sorgulama yaparak sağlanır. Antik Yunanlılar “Kendini tanı!” sözünü ilk kullanan ve felsefe yapan topluluk olarak bu ifadeyi tapınaklarının kapısına yazmışlardır. Yunus “kendini bil, sen kendini bilmesen bu nice okumadır” dizelerinde felsefe yamanın ta kendisidir. Bu bağlamda insanın kendisini tanıması ve farkına varması ancak felsefenin metodu olan sorgulama ve eleştirel okuma ve felsefe yardımıyla ulaşabilir.
İnsanın geçmişten günümüze arayışı bir şekilde kendini tanıma ve varlığının farkına varma arayışıdır. Bu aydınlanma arayışıdır da. Aslında insan değer canlılardan farklı olarak kendi yaşamını kendisi belirliyor. İnsan kendi kaderini kendisi belirler denilen olgu. Ancak insanın kendi yolunu kendisinin belirlemesi, içinde bulunduğu ortamı ve zamanı analiz etmiş olması, farkındalığının yüksek olması gerekir. Tabii felsefi düşünce becerisine sahip olmasına da bağlı. İsviçreli düşünür Carl Gustav Jung’un (1875-1961) ifadesiyle “Hayatın akıntılarında yüzen hiç kimse dertsiz kalmaz” çıkarımından hareketle insanın yaşam yolculuğunda yolunu kaybetmemesi için önemli araç olarak ufuklar açmaktadır.
Afşar Timuçin hoca, “insanı kendisini var eden bir varlık olarak bilinç ile var olmaktadır” diyor. İnsanın bilinç edinmesi ve tarih içinde yaşayarak ve tecrübeyle bilinç oluşturmakta ve kazandığı bilinç ile mutluluk ve erdem sahibi olmaya çabalamaktadır. Bilinç ve erdem bir üst kültürel birikim ile olmaktadır. Sıradan bir insan naif, insancıl ve merhametli olabilir, ancak onu açıklayamaz ve insanlık için önemini tanımlamayabilir.
Bilinç yetkin olmayanınca ahlakta sözde kalmaktadır. Toplumun yaşadığı ahlakla ilgili birçok konuda bilinç eksenli ahlak yerine görgü ve kulaktan duyma ahlak anlayışıyla çıkara dayalı bir geçici yapı ortaya çıkmaktadır. Ahlak ve toplumsal normların çalışmamsı beraberinde birçok sorunu da doğurmaktadır.
İnsanın kendisini var eden arayışında bilincin önemli bir yeri bulunmaktadır. Günümüzde yaşanan birçok sorunun temelinde bilinç kıtlığı ve yetersizliğinin bulunduğu anlaşılıyor. Bugünkü yetersizliklerin temelinde de kavramların yetirince anlaşılmamış olması ve be bu konuda eğitimimizin yetersizliği görülmektedir. Afşar hoca “kişi kullandığı kelime ve kavramları anlamamışsa bilinç ve yetkin bilinç sahibi de olunmamaktadır” diyor. Biraz yakından bakınca çoğu kişinin ne denli yetersiz olduğu ve çoğunluğunun da okumadığı ve kullandığı kelime sayısının yetersizliği hemen görülmektedir. Yaşanan tecrübeler maalesef birçok konunun ezbere konuşulduğu ve bilgi alındığı gibi analiz edilmeden ve anlaşılmadan karşı tarafa nakledilmektedir. Felsefe anlayışı bu bağlamda kafa ve kavram karışıklığının giderilmesinde önemli zihin açıcı süreçler ortaya koymaktadır.
Kendin Olmak Bedel Ödetiyor
İnsanlık geçmişten geleceğe kendi var etmeye çalışırken elbette bedellerde ödemektedir. Ne yazık ki günümüzde hemen her toplumda “kendin olmak”, kendi görüşlerini özgürce savunabilmek, yanlışa yanlış demenin bedeli ağır olmaktadır. İnsan insanı sahip olduğu gücü ile kontrol altına almaya çabalamaktadır. İnsanın insanı köleleştirdiği ve bunu halen farklı bir biçimde sürdürdüğü dünyamızda çok ciddi bedeler ödenmiştir. Aynı şekilde insanın insanca yaşaması için dirençlerde halen devam etmektedir. Bu arayışta kendisinin farkında olan ve yaşamı cesur bir şekilde sorgulayanların ve araştıranların büyük ölçüde başarabildiği, diğerlerinin ise beşeri varlık olarak doğal beslenme ve çoğalama işlevinin görmenin ötesinde çok da geçemedikleri sıkça vurgulanmaktadır.
Dünyanın Sorunları Bilinen Yöntemlerle Çözülemiyor
Son 42 yılda ikiye katlanmış dünya nüfusunun aş-iş ve barınma yanında diğer sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bir öngörü ve planlamada yapılamadığı için sorunlar artık çözülemez ve taşınamaz oldu. İkinci dünya savaşından bu yanan dünyaya askeri, ekonomik ve toplumları kendi içinde kamplaştırarak norm vermeye çalışan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri bugün kendi sorunlarını da çözemez duruma geldiler. Günüz dünyasında toplumların ağırlaşan sorunlarının çözümünde yeniden felsefeye yönelmemiz, yaşanılabilir bir dünya için felsefe yapmanın kaçınılmaz görülüyor. Mevlana’nın belirtiği gibi “yeni bir şey söylemek” gerekiyor.
Yeni bir şey söylemek/söyleyebilmek, sorunları konuşturacak ve arka planını deşifre edecek tartışmaların sağlanması ancak felsefi sorgulama yaklaşımı ile mümkün olacaktır. Üniversitelerin bilimin her alanında yeniden felsefe yaparak sorgulatmayı ve çözüm önerilerini oluşturacak zihinsel süreçleri hareket geçirmesi gerekir.
Bu bağlamda Ç.Ü. Felsefe grubu tarafından 10 Mayıs 2019’da düzenlenen felsefe festivalinde konuşmacı olarak davet edilen Prof. Dr. Afşar Timuçin konuşması ve ufuk açıcı soruları çok öğreticiydi. Bu ve bundan önceki felsefi nitelikteki toplantıların kent merkezinde halka açık olarak yapılıyor olması bilginin toplum katında konuşulmasına da kapı aralamıştır. Bu girişim üniversite-toplum buluşması bakımından son derce önemli bir etkinliktir. Toplumsal farkındalığı artırmak için bu tür etkinliklerin devam etmesinde yarar bulunmaktadır.