Gençlik ve genç olma konusu, yaşadığımız yüzyılın temel meselelerinden biri olarak öne çıkmış gibi görünüyor. Hatta gençliğe özgü türetilen cümleler bir düstur niteliğinde.
Gençlik ve genç olma konusu, yaşadığımız yüzyılın temel meselelerinden biri olarak öne çıkmış gibi görünüyor. Hatta gençliğe özgü türetilen cümleler bir düstur niteliğinde. Bir an kadar kısa olmasına rağmen, her türlü gelecek tasavvurunun kurgulanabileceği bir tabula rasa, bir ideolojik durum olan gençlik, baştan çıkarılıyor. “Nihilist an kültü (saf isyan, başkaldırı, itaatsizlik, ayaklanma, kamusal alanların birkaç haftalığına işgali…)” ve “Önemli okullar, yönetim kurulları, yüksek finans, güçlü iletişim araçları, bakanlıklar, ticaret odaları, borsada milyarlarla biçilen yüksek teknolojili genç işletmeler” de bir yer sahibi olma yoluyla iki uçta dolanan bir gençlik çıkıyor karşımıza. Her ikisinin de “gerçek yaşam”dan uzak olduğunu söylüyor Badiou.İktidarın yozlaştırıcı karakteri…
Alain Badiou, Gerçek Yaşam, Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı’da, zamansal bir kategorilendirme olan gençlik konusuyla ilgili düşünce kodlarını yeniden gözden geçirme teklifinde bulunuyor diyebiliriz. Zira genç olma durumuna bakışımızda bir hayli sorun var. Bir zamanlar dünyayı değiştirme adına yola çıkanların karmaşıklığını da göz önünde bulundurduğumuzda, bu sorun bir hayli çetrefilleşiyor. Aslında sorun basit; düşünsel, felsefi yoksunluk karmaşıklığın başlatıcısı durumunda demek yerinde bir saptama olur. Diğer bir yandan da, -Badiou’nun tespitiyle-geçtiğimiz yüzyıllarda geçerli olan yaşlıların hakimiyetinin yerini artık gençlere bıraktığı gerçeği var ki, asıl konu da bu gerçek üzerinden şekilleniyor. “Yoldan çıkarma” meselesine gelince; bilindiği gibi yargıçlar Sokrates’i “gençleri yoldan çıkardığı” suçlamasıyla mahkum etmiş. Ama “bir filozofun gençliği yoldan çıkarması(nın) ne para ne de haz meselesi” olmadığından suçlama da geçerliliğini yitiriyor. Aksine, “Sokrates, Platon’un bakış açısıyla iktidarın yozlaştırıcı karakterini açık ve net teşhir” ediyor. Zaten, “Cinsellik, para ve iktidar bir tür üçleme” olarak “gençliği doğru yoldan” saptırıyor.
Felsefenin konusu gerçek yaşamdır…
Peki nedir gerçek yaşam? Soru, tıpkı filozoflar gibi herkesin de sorusu olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla, “gençliği yoldan çıkarmak diye bir şey söz konusuysa, bu asla paranın, hazzın ya da iktidarın hatırına değildir…” Gençliği yoldan çıkarmak için “bütün bunlardan “daha üstün, daha iyi” olan bir yol var ki, bu yol da gerçek yaşama gidiyor. Bu yol da yaşama çabasına değen şey, “parayı, hazları, iktidarı” çok gerilerde bırakıyor. Aslında gençlerin de, yaşlıların da gerçek yaşama ihtiyacı var ki, bunu hayattan beklenenlerin ne olduğu tanımlıyor. Zira “yaşam diye adlandırılan şey, az çok iyi, az çok kötü anlara bölünmüş bir zaman” olduğundan, “aşağı yukarı iyi kabul edilebilir olası en fazla âna sahip olmak” hayattan beklenebilecek tek şeyin de yanıtı oluyor. Bu durumda, gençlik kavramı bir aldatmaca olarak çıkıyor karşımıza. Gençlik aynı zamanda gelecek gibi bir imajı bünyesinde -bire bir- barındırdığından, tuzakları da beraberinde getiriyor. Bu tuzakların ne(ler) olduğunun yanıtı ise çok basit. Tüketim ve moda olgusunun tüm yoksunlukların içini doldurarak gençliği rahatlıkla ele geçirdiğini söylemeye gerek var mı(!?) Her şey bir yana, gençlik hiç de öyle peşinden koşulacak bir şey değil. “Gençlik –der bize Nizan- kesinlikle yaşamın en iyi kısmı değildir. O halde gençlik bir zafer midir, yoksa çelişik bir dönem, bir kafa karışıklığı dönemi olduğundan, belirsiz, daha ziyade dayanması güç bir dönem midir?”
Hiç bitmeyen ızdırap…
Özellikle yaşadığımız çağda gençlik, hiç bitmeyen bir ızdırap, sürüp giden bir ergenlik hali olarak bir hayli sorunlu bir yerde duruyor. Badiou’nun tespitlerinden yola çıkarsak, genç olmak öyle geçmişteki gibi insanı içine kolayca yerleşeceği bir geleceğe hazırlamıyor. Zira bu gençlik, “sert bir inisiyasyona” sahip olmadığından daha başından yürüyeceği yollar belirsizleşiyor: “Gençlikten yetişkinliğe geçişi belirtmekte genellikle sert olan törensel kurallar artık” dayatılmadığından başlayan bir sorun bu: “Benim gençliğimde, askerlik hizmetinde simgelenen bir erkek inisiyasyonun varlığı kesinlikle aşikârdır. Kadınların inisiyasyonu da evlilikti. Genç erkek askerliğini yaptığında, genç kız da evlendiğinde yetişkin kabul ediliyordu” diyor Badiou. Ama bunu derken, kesinlikle söz konusu inisiyasyonları yüceltmediği gibi yeni bir yaşama dikkat çekmek istiyor. Ancak geçmişteki ezberlerin artık tekrarlanamaz hale gelmesinde yaşanan bir boşluk var ki, Badiou da bu boşluğun insanlığı daha güzel bir yaşama nasıl hazırlayacağının peşinde.
Bir zamanlar kendiliğinden bilge konumunu üstlenen yaşlıların değersizleşerek, yerini “gençlikçiliğin” üstünlüğüne bırakması ise yaşanan büyük değişimin göstergesi niteliğinde. Bunu bir uçtan diğer uca seyreden bir şey olarak da görebiliriz. Elbette ki, bir tarafın üstünlüğünün ağır basması savunulacak bir şey değil. Ancak şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: “Platon’un demokratik toplumlar konusunda öngördüğü gibi, gençlerin yetişkin olmaya özlem duymasındansa, yaşlıların ne pahasına olursa olsun genç kalmak istedikleri izlenimi içindeyiz. Gençlikçilik, yaşlılığın bilgeliğini bir üstünlük olarak görüp üstlenmek yerine, başta bedensel gençlik olmak üzere, gençliğe mümkün olduğunca yapışıp kalma eğilimidir. Bu yüzden, ‘formda kalmak’ yaşlılığın buyruğudur. Sürekli jogging ve tenis, fitness, estetik cerrahi; her şey olur. Genç olmak ve genç kalmak gerekir. Spor kıyafetler içindeki yaşlılar bir yandan tansiyonlarını ölçerek ormanda koşuyorlar.”
Hiyerarşik toplumsal simgeselleştirmeler…
Bunun hüzünlü bir tablo olmadığı söylenemez. Hiyerarşik toplumsal simgeselleştirmelerin yerini “yeni dünyanın eşitlikçi simgeselleştirme”sine bırakması gerçeğiyle karşı karşıya kalmamızın da bir ifadesi aynı zamanda. Ama asıl sonuç bu değil: “Geleneksel hiyerarşik dünyasından kopuş hiyerarşik olmayan bir simgeselleştirme önermedi, fakat sadece bir azınlığın iştahına tabi hesap kuralları eşliğinde, ekonominin sultası altında gerçek bir zecri şiddet önerdi. Bunun sonucu, tarihsel bir simgeselleştirme krizidir; bu kriz altında gençlik kendi yönelimsizliğine katlanmak durumundadır.”
Tam da burada, ‘çözüm nedir?’ diye sorulabilir. Konunun temel meselesinden anlaşılacağı gibi, çözüm gerçek yaşamda kilitleniyor. Gerçek yaşamsa, “günümüzde, piyasa yansızlığının ve eski hiyerarşik ideaların ötesinde” bulunuyor. “Hepiniz için tek dileğim, bir yere yerleşmenin, meslek sahibi olmanın baş aciliyetiniz olmamasıdır” diye de bir dilekte bulunuyor Badiou. Aynı dilek, bir zamanlar genç olan yaşlıları da bağlıyor sanki. Bu dilek gerçekleştiğinde, -öncelikle- genç ya da yaşlı hiyerarşisi ortadan kalkacak gibi gözüküyor. Az şey mi!
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (