Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı



 

 

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı





 

Özel sektörün borçları hep büyümedeydi, ama 2011’de hızla büyümeye başladı.

Giderek özel sektör borçları Türkiye ekonomisinin yumuşak karnını oluşturmaya başladı.

Türk lirasının Kasım 2016’da dolar karşısındaki değer kaybı, özel sektör borçlarının TL karşılığını önemli ölçüde yükseltti.

Dış borcun karşılanması için iç ve dış satışların iyi gitmesi gerekiyor.

Ancak iç ve dış satışlarda ciddi durgunluk yaşanmaya başladı.

O nedenle Türkiye ekonomisi Aralık 2016’ya doğru yüksek kriz beklentileri içerisine girdi.

Sanayileşme Strateji Belgesi 2011-2014’te Türkiye'nin, Avrasya'nın üretim üssü olacağı yazıyordu.

Sanayileşme Strateji Belgesi 2015-2018’de buna Afrika da ekledi.

Ancak bu işler böyle büyük iddialı şeyleri belgeye yazmakla olmuyor.

Yazmakla, uygulamak için gerekli siyasi bir tercihin ve kararlığın olması aynı şey değildi.

Tabi buna tekabül eden bir sermaye birikimine, muhatap ülkelerin sorunlarını anlayan, çözüm ve istikrar vadeden dış politika ilişkilerinde güven verici olmak gerekiyordu.

Nitekim konu ile ilgili araştırmacılar ‘2011-2014 belgesini siyasi niyetin olmayışına örnek olarak gösteriyor ve bu belgenin büyük ölçüde neoliberal çerçevede kaldığını’ söylüyor.

Aynısını farklı bir açıdan 2015-2018 belgesi için de söyleyebiliriz.

Orada demin belirttiğim gibi büyük bir iddia var, metinde yer alan hususların takibi için komiteler kurulacağına ilişkin maddeler mevcut.

Ne var ki somut olarak devlet alımlarında seçici davranılacağı dışında bir şey yok.

Bu işler, şöyle olacak, böyle olacak demekle olmuyor.

O zaman ettiğiniz bütün iddialı laflara rağmen, siyasal niyetin olmadığı eleştirisine maruz kalıyorsunuz.

2001 sonrası dönemde, özellikle de 2008 yılından itibaren Türkiye'nin borç stoku dalgalı bir seyir izlemiş olsa da 2015 yılı itibarıyla yüzde 35,3 ile hem Maastricht kriterinin (yüzde 60) hem de AB ortalamasının çok altında bir rakam da kalmıştır.

Yine 2001 sonrası dönemde enflasyonun bir ölçüde düşürülebilmiş olduğunu da görüyoruz.

Bu vesileyle kaydetmek gerekir ki: 2001 sonrasında Türkiye, makro ekonomik istikrarı sağlama yönünde belirli adımlar attı.

Ancak aynı dönemde üretim ve ihracatın dış kaynaklara bağımlılığının çok yükselmiş olması bize makro ekonomik istikrarın sağlanmasının hiç de yeterli olmadığını da gösterdi.

Bunun sanayi politikası ile tamamlanması gerekiyordu.

Olmayan budur; üretime dayalı sanayileşmedir olmayan…

Şimdi bu açıdan hükümet duruma nasıl bakıyor, onu görelim.

2015-2018 strateji belgesinde geçmişteki sanayi politikaları sadece desteklenecek sektörlerin seçilmesine odaklanmakla eleştiriliyor.

Bir defa bu sığ bir bakış açısıdır.

Sanayileşmede başarılı Uzak Doğu ülkeleri tabii sadece bunu uygulamadılar, ama sektör seçimini uyguladıkları sanayi politikaları demetinin merkezine oturttular.

Dolayısıyla 2015-18 belgesindeki değerlendirme en azından ciddi biçimde eksiktir.

Bunu bir kenara koyup 2015-2018 belgesi yerine neyi öneriyor, kısaca ona bakalım.

Bu amaçla belgede yer alan politikaları aktaralım:

  1. Sanayide teknolojik dönüşüm gerçekleştirilecektir,

  2. Sanayi altyapısı güçlendirilecektir,

  3. KOBİ’lerin finansmana erişim imkanları artırılacaktır,

  4. Sanayide yeşil üretim özendirilecektir,

  5. Yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi sağlanacaktır,

  6. Ülkemizin uluslararası ticaret ve yatırım kapasitesini artırmaya yönelik çalışmalar yürütülecektir,

  7. Sanayide ihtiyaç duyulan nitelikli insan gücünün istihdam edilmesine yönelik faaliyetler yürütülecektir,

  8. Bölgesel gelişmeye katkı sağlamak üzere sanayi politikaları geliştirilecektir.


Aktardığımız gibi Sanayileşme Strateji Belgesi 2015-2018’de birbirini tamamlayan sekiz sanayi politikası öneriliyor; ama bu sekiz sanayileşme politikasını tek tek ele aldığımızda ne yapılmıştır, hükümetin buna verebileceği tutarlı bir cevabı yoktur.

Yıl 2020, sonuç nedir?

Her şeyi söylemektir, aslında hiçbir şey söylememek ve yapmamaktır.

Tabi ki ihtiyaçlar çerçevesinde başka sektörleri ihmal edilmemelidir, ama esasen üretici sektör seçimine dayanan uygulanabilir bir sanayi politikasıdır yapılması gereken.

Olmayan budur; üretime dayalı sanayileşmedir olmayan…

Bunun yerine ‘betonlaşmayı’ ikame etmektir olan.

Bu bağlamda Türk siyasetçilerine ve Türk karar vericilerine eleştirdikleri ve hep kaçtıkları “seçiciliğin” politika oluşturmanın ta kendisi olduğunu ısrarla hatırlatmak gerekiyor ama…

Neoliberalizm seçiçi olmamanın adıdır.

Neoliberalizm, üretmemenin, üretmeden tüketmenin, tüketmek için ülkede ne var ne yok satmanın, her şeyi ama hemen her şeyi dışarıdan almanın, betonlaşmaya yatırımın adıdır neoliberalizm.

Neoliberalizm, emperyalist tekellerin ve ekonomi politikaların ülkede iç olgu olmasının adıdır.

Neoliberal 24 Ocak 1980 Kararları ile startı verilen sürecin, Türkiye'yi adeta yaşanılır ülke olmaktan çıkardığı tesbiti sanırım yanlış olmaz.

24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan neoliberal ekonomik politikaların 40 yıllık sürecini ele aldığımız yazı dizisini sonuncusu ile bitiriyoruz.

Bitti mi?..

Aslında gelinen noktada gerçek durumu daha iyi anlatabilmek için son birkaç yılı gerçek verileri ve sonuçlarıyla beraber başlı başına ele almak gerekiyordu.

Ancak bunu tam olarak yapmak çok zor, hatta imkansız gibi.

Çünkü gerçek veriler kamuoyuna kapalı. İlgili Hükümet kadroları bile ancak iş başına geldikten sonra önlerine konan hesaplara bakarak öğrenebiliyorlar.

AKP’nin işi tam çorbaya çevirdiği düşüncesi de yaygın.

Ancak sınırlı verilerle eğilim tespitleri ve değerlendirmeler yapmak mümkün.

Yazı dizisinin eksikliklerini bu gözle de değerlendirmek gerekiyor.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.