16 Nisan'da sandıkta yurttaşlar 'Hayır' dedi. Referandumun tartışmalı sonuçlarıyla sadece 'Hayır' diyenler değil, YSK, muhalefet, iktidar ve Cumhurbaşkanı, tümü kaybetti.
Türkiye, bir yıl önce bir Anayasa değişikliği oylaması yaptı.
16 Nisan 2017'de halk oyuna (referanduma) sunulan değişiklik paketi, Hükümeti ortadan kaldıran, Yüksek Yargıyı hemen tümüyle Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanını da bir partiye bağlayan, Meclis'in var olan yetkilerini kısıtlayan bir 'tevhid-i kuvva' manzumesi niteliğinde idi.
Paket, 16 Nisan günü sandık başına giden yurttaşların çoğunluğundan kabul görmedi. 'Hayır'lı oy kullananlar arasında sadece muhalefet partilerine mensup olanlar değil, partisiz ve hatta iktidar partisine geçmişte oy ve destek vermiş çok sayıda yurttaş da vardı.
Nitekim, 2002'den bu yana hemen bütün yerel ve genel seçimleri aynı çizginin kazandığı İstanbul'dan, üstelik İstanbul'un Fatih, Ümraniye, Üsküdar gibi iktidarın kalesi sayılan ilçelerinden 'Hayr' çıktı.
Sadece Trakya'da, Ege'de değil, Güneydoğu'da, İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin, Balıkesir, Diyarbakır gibi -çoğu iktidarın yerel yönetimleri olan- bütün büyük illerde reddedilen bir önerinin, sonuçta Türkiye'de kabul edilmiş olması akla uygun değil.
16 Nisan'da değişiklik önerisine yurttaşlar sandıkta 'Hayır' dedi.
Ancak, Yüksek Seçim Kurulu, oyların sayımı başladıktan sonra 'mühürsüz oyların da geçerli sayılabileceği' yolunda görülmedik bir görüş açıkladı; ardından da YSK Başkanı -daha sayım sürerken- TV'lere çıkıp, oy ve oran belirtmeden ''Evet'ler kazandı!'' diyerek kendince sonucu ilan etti.
Herkesin kaybettiği oyun da tam bu anda başladı.
YSK, 16 Nisan'daki karar ve tutumuyla, seçimlerde her kesimin güven ve saygı duyduğu bir kurum olmaktan çıktı; referandumda hile tartışmasına yol açtı. Sonucun meşruiyetine gölge düşürdü, büyük itibar kaybetti.
Ana muhalefet partisi, ilk saatlerde her sade yurttaşın gördüğü sonucu görmekte -her zamanki gibi- duraksadı; önce YSK'nın açıklamasını kabul ederek sonuçlara saygılı olduğunu söyledi.
Kısa bir süre sonra bütün yurttan yükselen itirazı görerek itiraz etmeye kalktı, ama YSK'nın kararını gözden geçirmesini sağlayacak etkili bir itiraz ve direniş sağlayamadı.
Muhalefet, 7 Haziran'da yurttaşların sandıkta sağladığı koalisyon olanağını 'istikşafi' oyalanmalarla tükettiği gibi, bu kez de sandığa attığı oya sahip çıkmayı, saydırmayı başaramayarak, bir kez daha umut ve güven kaybetti.
İktidar, üç yıl önce, -muhalefetin aday belirleme ve kampanya yönetme öngörüsüzlükleri nedeniyle- tartışmasız biçimde kendi adayının kazandığı Cumhurbaşkanı makamını, mühürsüz oylarla kazanılmış bir referandumun tarafı yaparak aşındırdı.
2002'den 2014'e, tüm seçimlerden siyasal polemiklerin ötesinde ciddi bir şaibe ile gölgelenmeden çıkmayı başarmışken, 16 Nisan'da YSK'nın hukuk diliyle 'tam kanunsuzluk' diye tarif edilen yardımına muhtaç ve mecbur duruma düştü.
İktidar, Kasım 2015'den bu yana süre gelen seçim ve sandık güvensizliği tartışmalarına yeni ve haklı bir şüphe nedeni yarattı. Her seçimi tartışmasız kazanan 'AK Parti' imajını aşındırdı, kaybetti.
Sayın Cumhurbaşkanı, referandumun tartışmalı sonuçlarına daha sayım sürerken, ''Atı alan Üküdar'ı geçti' diyerek taraf olup müdahale etmekle, gören gözlerde telaş sergiledi.
Oysa, Üsküdar'da 'Hayır' öndeydi, 'Evet'ler Üsküdar'ı bile geçememişti!
Yine sayın Cumhurbaşkanı, değişiklik paketinin kendisine verdiği yetkiyle acilen bir partinin başına geçerek -Anayasa uyarınca ettiği yemine rağmen- fiilen zaten olmayan tarafsız konumunu, hukuk önünde de terketti. Partili olmanın ötesinde 'partici' oldu. 16 Nisan'da elde ettiği ve 2019'da elde edeceğini umduğu bütün yetkileri, sadece muhalefeti ve milletin çoğunluğunu değil, kendi partililerini de tedirgin eden bir müdahalecilikle kullanmaya başladı.
Sayın Cumhurbaşkanı 16 Nisan'dan sonra daha da aleni biçimde sergilediği partici tutumuyla, bütün yurttaşların güven ve saygı duyacağı barıştırıcı, birleştirici, kucaklayıcı konumunu kaybetti.
Sonuç olarak, 16 Nisan'da Türkiye, bütün siyasal partilerin ve tüm yurttaşların bir kriz anında ya da bir zor karşısında başvurabileceği, hakkını, hukukunu arayabileceği, derdini anlatabileceği, sığınabileceği, milletin (Cumhur'un) birliğini ve bütünlüğünü temsil eden bir Cumhurbaşkanına sahip olma güvencesini yitirdi, kaybetti.