“Ne çabuk bitti yaşamak / Kimisi altı aylık / Kiminin sakalı ak..
Uyanıp kaçamadılar / Kuş olup uçamadılar…” (Nazım Hikmet,
Reşat Nuri Güntekin’in ‘Değirmen’ adlı eseri, Anadolu’nun yoksulluğunu, yönetici takımının vurdum-duymazlığını, bütünüyle devletin (merkezi hükümetin) gerçeklerden kopukluğunu ve hantallığını mizahi bir dille anlatan bir uzun öyküdür.
Anadolu’nun unutulmuş bir kasabasında -sazlı, sözlü- eğlenen eşraf ve memur takımı , kendi aralarında kavga-kaza sonucu yaralanır; gerçeği açıklamaktan çekindikleri için de ahaliye deprem olduğunu söyler, durumu idare etmeye çalışırlar.
Deprem haberi vilayete, oradan merkezi hükümete ulaşır, önce geçmiş olsun mesajları, ardından yardımlar gelir. Gelen yardımlar dağıtılınca ahali de bu uydurma haberi sahiplenir, yalana ortak olur. Neden sonra, deprem bölgesini incelemek için payitahttan yola çıkan Veliaht Efendi, ilk kez gördüğü Anadolu’da yol boyunca ve kasabada gördüğü perişan durumdan çok etkilenir, depremin yıkımının büyük olduğuna karar verir, üzülürler.
‘Değirmen’ aslında bir acı mizah örneğidir.
Reşat Nuri’nin 1944’de yazdığı öykü, Osmanlı’nın son dönemininden bir kesiti anlatır: Anadolu bütünüyle perişandır; halk yoksul, köyler, kasabalar yıkıntı, döküntü halindedir. Haftalar, aylar sonra saraylarından, konaklarından çıkıp Anadolu’ya gelme ‘zahmetine katlanan’ hanedan mensupları, bütün bu hali, bir deprem yıkımı sonrası sanacak kadar gerçeklerden uzak, ilgisiz, habersizdir.
*** *** ***
Değirmen, 1967’de Turgut Özakman tarafından ‘Sarıpınar 1914’ adıyla, iki perdelik bir tiyatro oyunu olarak sahneye uyarlandı. Özel topluluklar ve devlet tiyatroları eseri defalarca sahneledi; onbinlerce kişi tarafından ilgiyle izlendi.
Reşat Nuri’nin 1914’e tarihlediği öykü, Anadolu’nun yoksulluk gerçeğine ışık tutmakla birlikte, yazılmasından hemen önce yaşanan bir büyük felakete de göndermeler içeriyordu.
Kitabın yazımından beş yıl önce, 27 Aralık 1939’da Erzincan’da 7.8 şiddetinde, Anadolu’nun 1668’den bu yana yaşadığı en büyük deprem oldu. 100 binden fazla binanın yıkıldığı depremde 35 bine yakın insan öldü, 100 binden fazlası yaralandı.
O tarihlerde (1940 sayımına göre) Türkiye’nin nüfusu 17.8 milyon, Erzincan 158 bin kadardı.
Değirmen, 1914 Anadolu’sunu anlatıyordu. Erzincan depremi, kitapta anlatılan dönemden çeyrek yüzyıl sonra yaşandı. Aradan geçen yirmibeş yılda elbet yöneticiler Anadolu ile daha ilgili, genç Cumhuriyetin yerel ve merkezi yöneticileri daha duyarlı idi; ancak durum yine de 1914’den çok farklı değildi.
Kış şartları bölgeye yardım ve kurtarma ekiplerinin ulaşmasını engelledi. Ulaşım ve iletişim alt yapısı yetersizdi. Büyük yıkımın olduğu Tokat’ın Reşadiye ilçesine Kızılay, bir aya yakın süre sonra ulaşabildi.
Kışın güç şartlarında yaşanan Erzincan depremi yurttaşların yıllarca unutulmayacak yakınmalarına ve ağıtlara konu oldu. 2000’den fazla kişinin canını yitirdiği Reşadiye’de ailesiyle birlikte ölen Belediye Başkanı Tahir Bey için yakılan ağıtta “Vali Bey bize bakmıyor / Sen yetiş İsmet Paşa” sözleri, yurttaşların çaresiz yakınmalarına acı bir örnektir. 31 Aralık’ta trenle Erzincan’a gelen ‘Reisicumhur’ İsmet İnönü (Paşa), herhalde yol ve iklim koşulları nedeniyle Reşadiye’ye gidememişti.
*** **** ****
1939 Erzincan depreminden sonra Türkiye’de, doğudan batıya birçok yerleşim yerinde binlece kişinin canını yitirdiği çok sayıda deprem oldu. Erzincan’da şehrin yerleşim alanı değiştirilmiş; daha kuzeyde yeni bir alan seçilmişti. Ancak yer seçimi yeterince isabetli, yahut yapılaşma depremden korunma kurallarına gerektiği ölçüde uygun olmadığından 1992 depreminde yine yüzlerce insan öldü.
Türkiye, deprem kuşağı üzerinde bir ülke. Aslında coğrafya tarım ve yerleşim alanlarını doğada işaretlemiş gibi; bilim insanları da bunu yıllardır söylüyor Ovalar, yumuşak tabanlı alüvyon dolgusu alanlar yerleşim için değil, tarım için elverişli. Bu verimli tarım arazilerine onyıllardır yeni binalar, konutlar, işyerleri, fabrikalar, sanayi bölgeleri kuruldu, kuruluyor.
Arazi sahipleri inşaat sektörünün getirdiği kolay kazanca göz diker ve bu uygunsuz alanlarda yapıları yükseltirken, yerel ve merkezi yöneticiler de oy ve rant bölüşme kaygısıyla bu suça ortak oldular.
*** *** ***
Erzincan depreminden yarım asırdan fazla (tam 60 yıl) geçtikten sonra, yeni ve büyük bir depremde bu yanlışın bedelini çok ağır biçimde ödedik. 17 Ağustos 1999’da Gölcük’te, 12 Kasım 1999’da Düzce’de 7.4 ve 7.2 şiddetinde iki depremde -resmi rakamlarla- 20 bin insan öldü; gerçek sayı bilinmiyor.
Gölcük ve Düzce depremleri, ülkenin görece gelişmiş yerlerini etkiledi. Buna karşın yıkılan ev ve işyeri sayısı 300 bini aştı. Istanbul’la Ankara’nın arasında, Türkiye’nin en hareketli coğrafyasında bir süre hayat durdu; iletişim, ulaşım aksadı. Millet bütünüyle yardıma koşarken, kamunun afetle ilgili birimlerinin aczi ve hazırlıksızlığı ibret vericiydi. Kızılay, o dönemde de eksikleri ve aksaklıklarıyla eleştirilere konu olan kurumların başında geliyordu.
Başta komşularımız olmak üzere, hemen tüm dünyada depremzedelerle dayanışma girişimleri başladı; insani ve maddi yardımlar geldi. İktidarda Bülent Ecevit’in Başbakanlığında DSP/ANAP/MHP koalisyonu vardı. MHP’li Sağlık Bakanı Yunanistan ve Ermenistan’ın yardım taleplerini red eden ‘milliyetçi’ refleksiyle tarihe geçti.
İktidar, 1999 depreminin yaralarını sarmakta olduğu gibi, getirdiği ekonomik yıkımlarla baş etmekte zorlandı. Türkiye, bir yandan depremin, öte yandan başarısız siyasetin etkisiyle 2000’lerde büyük ekonomik kriz yaşadı. Bu krizden çıkmaya, durum düzeltilmeye çalışılırken, MHP’nin zorlamasıyla olağan tarihten 1.5 yıl önce, erken seçime gidildi.
2002 seçiminde siyasette de büyük bir deprem yaşandı. TBMM’de, üç iktidar (DSP/ ANAP ve MHP) ve iki muhalefet (DYP ve SP) partisi barajın altında ve Meclis dışında kaldılar. Yeni kurulan AKP ve bir önceki seçimde barajın altında kalmış olan CHP Meclis’e girebildi. Yurttaşlar, kötü yönetimin faturasını iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasete ödetmişti.
Deprem sonrası aylarda bir yandan yaralarımızı sarmaya çalışırken, bir yandan Türkiye’nin üzerinde yaşadığı deprem tehlikesini konuşmak, konuşanları dinlemekle birer deprem uzmanı kesildik. O tarihlerden beri, Marmara’da çok önemli fay hatları olduğunu, bunların kırılmasının Istanbul başta bütün bölgeyi önemli ölçüde etkileyeceğini, yıkım ve kitlesel ölümlere yol açacağını, Istanbul’da da, depremden etkilenebilecek bütün öteki şehirlerde de yıkılma tehlikesi altında binlerce yapı olduğunu biliyor.
Biliyor, unutuyor ve bekliyoruz.
*** *** ***
1999 depreminin üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. Bu kez, 6 Şubat 2023 sabaha karşı bütün Türkiye, acı haberle uyandı: Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.8 şiddetindeki depremle 11 il, birçok ilçe ve yerleşim yeriyle enkaz yığınına dönmüştü.
Millet ve bütün dünya ilk andan itibaren yardımlaşma, arama-kurtarma ve her türlü dayanışma için ayakta iken, bunca acı tecrübeye karşın devlet yine hantal ve hazırlıksız yakalandı. AFAD’ın bağlı olduğu bakan, “biz Istanbul depremi için hazırlık yapıyorduk” derken, ilk anda sahada olması gerken askerin bağlı olduğu bakan, birinci gün 3500 askerle duruma müdahale etttiğini anlatıyordu. İlk gün her felaket bölgesine ulaştıklarını söyleyen AFAD ve Kızılay yetkililerinin, 15 gün sonra bile çadır ve tuvalet gibi en temel gereksinimleri karşılayamadıkları görüldü.
28 Şubat tarihli resmi açıklamalara göre, 6 Şubat ve devamında canını yitirenlerin sayısı şu anda 45 bin. Gerçek sayıyı kimse bilmiyor ve galiba bilemeyecek. Çünkü, yine resmi açıklamalara göre yıkılan bir milyona yakın binada, üç milyondan fazla olan bağımsız bölümlerde ne kadar insanın enkaz yığını içinde kaybolup gittiğini bilemeyeceğiz.
Kahramanmaraş Pazarcık depremi aynı gün ve devamında bağımsız yahut artçı sarsıntılarla devam etti, ediyor. Bütün Türkiye deprem gerçeğini yeniden anımsadı.
Oysa, 1999’dan sonraki yıllarda doğa, İzmir’den Van’a kadar zaman zaman deprem gerçeğini hep hatırlatmıştı. Bilim insanları da Kahramanmaraş merkezli deprem konusunda uzun süredir uyarılar yapıyordu.
Şimdi Istanbul’da 100’e yakın ilkokul, yıkılma tehlikesi altında olduğu belirtilerek boşaltılıyor. Öğrenciler, yılın ortasında başka okullara taşındı. Yıllardır duvarlarında çatlaklar olduğu yazılıp söylenen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nihayet boşaltıldı.
Bu bağışlanmaz aymazlık, -Reşat Nuri’nin Değirmen’de hicvettiği- Anadolu’nun halinden bihaber saray mensuplarını anımsatıyor.
Karşı karşıya olduğumuz acil tehlikeyi, büyük bir felaketten sonra anımsamak, herhalde dünyanın kıskanacağı değil, kınayacağı bir aymazlık olarak nitelense yeridir.