ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Hiçbir belediye başkanının şu ya da bu partiden olması ülke için beka sorunu olamaz. Ama devletin en üst makamının, milletin bir yarısına 'zillet' demesi milli birliği bozar.
Yerel seçime üç hafta kaldı. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, neredeyse adaylardan daha fazla koşarak ve konuşarak-kıran kırana bir seçim mücadelesi sürdürüyor. İktidar cephesinin diğer ortağı da, koşmakta değilse bile, rakiplerine karşı ağır ve ithamkâr konuşmakta ondan geri kalmamaya çalışıyor.
Oysa, 31 Mart’ta yapılacak olan sonuçta bir yerel seçim. İllerin, ilçelerin belediye başkanları, meclis üyeleri seçilecek, bazıları değişecek, bazıları devam edecek. Muhtarlar, il genel meclis üyeleri seçilecek.
Bu yerel seçimlerin ülkede iktidarı değiştirmeyeceği açık.
TBMM üyeleri, Cumhurbaşkanı, onun atadığı yürütme görevlileri yerinde duruyor, duracak.
Bu görevler için seçimler daha geçen yıl 24 Haziran’da (2018) yapıldı. Milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimine 4 yıldan fazla zaman var.
İktidarın büyük ortağının genel başkanı, aynı zamanda Cumhurbaşkanı sıfatını da taşıyor.
16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişiklikleri Cumhurbaşkanına ‘parti üyesi’ olma yolunu açtı. Sayın Erdoğan üyelikle yetinmeyip -beklendiği gibi- hemen ve ivedi olarak partisinin başına da geçti, genel başkan oldu.
Ancak, bu değişikliklerden önce Anayasa’da var olan ‘Cumhurbaşkanı Yemini’ 103 maddede aynen duruyor. Bu madde, Cumhurbaşkanının, "vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağına, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilkelerine bağlı kalacağına” yemin etmesini öngörüyor.
Sayın Erdoğan da partili cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken TBMM önünde bu yemini aynen okudu ve “görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için çalışacağına namusu ve şerefi üzerine” andiçti.
Buna karşın, şu anda devlet olanaklarını sonuna kadar ve abartılı biçimde kullanarak bir seçim kampanyası götürüyor. Parti Başkanı olduğu için kampanyaya katılması doğal karşılanabilir. Ama aynı zamanda Cumhurbaşkanı sıfatını da kullandığı için, bu katılımın öteki partilere karşı haksız, yarışma hakkaniyetini bozucu, hele hele ortamı gerginleştirici olmamasını beklemek her yurttaşın hakkıdır.
Cumhurbaşkanı, bir partinin başkanı da olsa, Anayasaya göre “milletin birliğini temsil etmek” görevini de taşıdığından (madde 104/2), kampanyayı gerdirmek şöyle dursun, bu tür densizlikler yapan olursa onları uyarmak, birleştirici ve temiz bir dille konuşmaya çağırmak da ondan beklenir. ‘Cumhurbaşkanı’ sıfatı bunu gerektirir.
Oysa sayın Erdoğan, son günlerde artan bir yoğunlukla bunun tam tersini yapmakta kararlı ve ısrarlı görünüyor. Daha geçende sosyal medyadaki sayfasında seçime katılan muhalif ittifakın kullandığı ‘Millet’ sözcüğünü 'Zillet' diye nitelemekte beis görmedi. Kendi partisine AK Parti yerine, isim baş harflerinin kısaltması olarak AKP diyenlere öfkelenen bir siyaset adamının, millete 'zillet' demesini aklım almadı. Bu tabiri ve altında yazılanları hüzün ve şaşkınlıkla okudum.
Sayın Erdoğan bu yerel seçimi yerel boyutunun ötesine taşımaya çalışıyor.
Seçimin ülke için bir varlık/yokluk, ölüm/kalım, kendi tabiriyle ‘beka’ sorunu olduğuna milleti inandırmaya çabalıyor.
Gerçi iktidar partisi içinde de bu söylemi haksız ve abartılı bulanlar az değil. İki hafta önce İzmir adayı sayın Zeybekçi “Bu bir yerel seçim. Vatandaşın baktığı yerden bir beka sorunu yok” dedi (24 şubat 2019). İstanbul adayı sayın Yıldırım da, Mart başında katıldığı bir TV programında aynı kanıyı paylaştı: ”Beka sorunu ile ilgili bir endişe taşımıyorum.”
Partisinin deneyimli isimlerinin bu itidalli söylemine karşın sayın Erdoğan, iddiasını sürdürmekte kararlı görünüyor. Bu kararlılığın altında galiba HDP kesiminin bu kez çoğunlukla muhalefete destek vereceği izleniminden kaynaklanan öfke yatıyor.
O nedenle HDP’yi terörle, HDP tabanından oy almayı bekleyen parti ve adayları da teröristlerle işbirliği yapmakla suçluyor. Kraldan fazla kralcı bazı sözcüler ve halka inandırıcı vaadi olmayan bazı adaylar da bu suçlayıcı söyleme katılıyor, seçimi rekabet yerine husumete çeviriyorlar.
Oysa HDP, TBMM’de üçüncü sırada üye sayısı bulunan bir parti.
Başkanlık Divanı'nda ve Meclis Komisyonları'nda temsil ediliyor. Son birkaç seçimde kararlı biçimde 6 milyon kadar yurttaşımızdan oy alıyor. Yüksek Seçim Kurulu, HDP’nin seçime katılmasında yasal sakınca görmemiş. YSK’nın iktidara değil de, muhalefete yakın olduğunu kim ileri sürebilir?
HDP önceki yıllarda muhalefetten çok iktidara yakın oldu. 2009 ve 2012-13 dönemlerinde ‘açılım’ ve ‘çözüm’ süreçlerinde bazı HDP temsilcileri iktidarın koruması altında yurt içinde ve dışında özel temaslar yapageldi. Öcalan’ın mesajının 21 Mart 2013 Nevruz’unda Diyarbakır Meydanı'ndan canlı yayınla bütün ülkeye dinletilmesine olanak sağlandı. Dolmabahçe’de Başbakanlık ofisinde HDP ve iktidar temsilcileri üst düzey toplantılar yaptılar.
Bütün bu girişimlerin iç barışı kalıcı hale getirmek amacıyla yapıldığı düşünüldü. Aydınlar ve onların etkisiyle ana muhalefet bu girişimleri yöntem açısından eleştirmekle yetindi. Ama bugün iktidar, kendisini en ağır biçimde suçlayanlarla birlikte ayakta kalmaya çalışıyor. O zaman iktidara karşı en ağır sözcükleri kullananlar arasında sonra yürütme görevi taşıyanlar bile oldu, olmakta.
Şimdi Sayın Erdoğan, bütün bu yaşanmışlıkları unutulmuş sayarak, HDP’yi en ağır sözcüklerle, topyekûn suçluyor. Teröre karşı çıkmak haklı bir söylemdir. Demokrasilerde elbette terörü, şiddeti kimse savunamaz. Ama seçime katılma hakkı olan bir siyasal partiyi topyekûn terörle suçlamak, o partideki bir dolu iyi niyetli, masum, demokrat yurttaşımıza karşı haksızlıktır.
Sayın Erdoğan söylemini bazı yurttaşlarımızı ülkeden kovmaya kadar vardırdı ki, bu sözlerin başı sonu çok hesap edilmemiş, seçim ortamında öfkeyle söylenmiş, mutlaka açıklanması, düzeltilmesi gereken sözler olduğunu düşünüyorum.
Kürtler ve Türkler bin yıldır bu topraklarda birlikte yaşıyor. Malazgirt'te kurulmuş bir mutabakat var; her ailede görülebilecek nizaların dışında bu mutabakat bugüne kadar bozulmadı, Çanakkale’de, Kut’ul Amare’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da bu mutabakatın zaferini yaşadık. Hep onur ve şükranla hatırlayacağız.
Yerel seçimde şu ya da bu partinin yahut ittifakın belediye başkanlığını kazanması ülke için bir kırılma, bir beka sorunu yaratmaz. Örneğin Ankara’da aynı siyasal kökenden gelen iki adaydan hangisinin kazanması ülkeyi bir ölüm kalım tehlikesine itebilir?
Ülkenin hiçbir yerinde hiçbir yerel yönetici, belediye başkanı veya meclis üyesinin siyasi kanaati, tavrı, tutumu ülkenin bütünü için bir tehlike oluşturamaz. Anadolu deyimiyle “ateş olsa cirmi kadar yer yakar.”
Ama ülkenin varlığını ve milletin birliğini gözetmesi gereken en üst makamın, milletin bir yarısına illet ya da zillet demesi, onları siyasal yarışın doğal yarışçıları görmek yerine en ağır sözcüklerle suçlaması milletin birliğini bozabilir, ayrılık tohumları saçabilir. Ortaya niza, nifak, tefrika, husumet saçılabilir. İşte o zaman beka sorunu çıkabilir.
Akif’in mısraları hepimiz için ders gibidir:
“Girmeden tefrika millete, düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!”
Seçimi kavgaya, husumete dönüştürmeye kimsenin hakkı yoktur. Ve hiçbir kişisel yahut siyasal hesap, ülkenin ve milletin bütünlüğünden daha değerli değildir.
Siyasetin birinci sorumluluğu da -her şeyden önce ve her şeye karşı- bu bütünlüğü korumak ve gözetmektir.