“KOPYALARI” İÇİMİZİ ACITARAK ÇOĞALIYOR! Dondurucu soğuğun etkisinden bedenine siper ettiği kalın giysisi bile koruyamamıştı kadını. Caddenin kalabalığı ve çarpan insanlara aldırmadan hızlı, hızlı yürüdü.

“KOPYALARI” İÇİMİZİ ACITARAK ÇOĞALIYOR!

Dondurucu soğuğun etkisinden bedenine siper ettiği kalın giysisi bile koruyamamıştı kadını. Caddenin kalabalığı ve çarpan insanlara aldırmadan hızlı, hızlı yürüdü.
Tek derdi durağa gitmekti ama oda halletmiyordu her şeyi.
Önce, soğuktan yaşaran gözlerini elinin tersi ile sildi, sonra da otobüsün hareket saatini beklemek için uzunca kuyruğun en arka sırasına geçti. Daha ilkokul çağında olan küçük bir kızın minicik parmakları arasında tuttuğu mendilleri göstererek, “alır mısın? Abla, sözü ile göz göze” geldiler.
Üzerinde ki ince giysilerinin altında titreyen zayıf bedenini nereden estiği belli olmayan fırtınanın vücudunu yalarcasına üşütmesine aldırmayan küçük kızın çabası sadece “açlığın çırpınışlarıydı.”
Yaşına göre yüklenen sorumluluk oldukça ağırdı ve ülkenin her köşesinde vardı bunun “kopyaları.”
Daha kendileri korunmaya muhtaçken başkalarını korumak adına yaptıkları mücadelede yaşlarına hiç de uygun olmayan ortamlarda hem de cinsiyet fark etmeden karşımıza çıkmıyorlar mıydı?
Toplum ise sadece ailelerini suçlamakla yetiniyor, yaşamları pek de kimsenin dikkatini çekmiyordu, aynı o kadının da, kıza hayır cevabını verirken çekmediği gibi. Sadece üzülerek bakmakla yetinmişti günlerdir tarak değmeyen kirli saçları ve bakımsız ellerine rağmen, gözlerinde ki “yaşama sevincini kaybetmeyen o küçük kıza!”
Oysa kız kendisi ile o kadar barışıktı ki, kadının ona hayır cevabı vermesi ve onu küçümser gözlerle izleyenlere aldırmadan ve arada bir de, "üşüyen ellerini hohlayarak,” bir başka kişinin yanına sokuluyordu. Mesai saati bitene kadar belki de aynı yerden, aynı sözlerle defalarca geçip, akşam evine gidince “yırtık ayakkabılarının içinde üşümekten hissetmediği parmaklarını ısıtmanın hayalini çocuk yüreğiyle kurarak.”
Çünkü o an aç olan karnı bile umurunda olmayan kızın tek derdi, elinde ki sermayesi olan “mendilleri” satmaktı.
Tam da onunla aynı kaderi paylaşan lise çağındaki bir gencin az ileride simit satmasına alışık olunduğu gibi.
Bunlar o kadar benimsenmişti ki, kadının yüreğini acıtan bunlar değildi, yılların yıpratmış lığını üzerinde taşıyan yaşlı adamın “ak saçları ve yüzüne düşen kırışıklıkların izleriydi” onu asıl üzen, canını yakan.
Gerçek yaşını bilmediği, ama bedeninin yorgunluğundan “70 yaşın üzerinde görünen bu zayıf, orta boylu, esmer tenli adamın” yaptığı işten hiç de memnun olmadığı yüz mimiklerinden fark ediliyordu.
Çünkü, bu yaşta artık sıcak evinde oturması gerekirken, hâlâ sokaklarda olması. Para kazanmak için, hayalini bile etmediği bu işi yapması üzüyordu belki de onu.
Hüzünlü bakışların altında, insanlardan kaçırdığı gözleriyle elinde tuttuğu 10- 15 mini ıslak mendil paketini üşümüş bedeni ve morarmış elleriyle oda diğerleri gibi, bir an önce satmanın peşindeydi. Hem de onunla ilgilenmeyen kişilerin önünden en az bir, iki defa geçip yaşça büyük olmasına rağmen nezaketle alır mısın? “Abla, Ağabey” diyerek.
Kadının yanından ikinci kez geçtiğinde teklifine fırsat vermeden “bir tane verir misin?” dedi ve ücretini sorarken üzerindeki giysiler dikkatini çekti. Soğuktan korunmak için giymişti onları ama, üzerinde o kadar büyük duruyorlardı ki, sanki başkasına aitmiş gibi. Ceketin omuzları geniş, boyu uzun, kolları elindekileri rahat tutabilmek için geriye kıvrılmış, pantolonun genişliğini ise, taktığı kemer bile kapatamamıştı.
Bu giysilerden rahatsız olması yetmiyormuş gibi, bir de ayakkabısının büyük oluşu rahat yürümesini engelliyordu.
Bunlara rağmen temizliğine dikkat eden yaşlı adam, “mahcup bir sesle, 1.5 lira Abla” dedi.
Çantasını karıştıran kadın 1 lira var, 20 lirayı bozar mısın? demesi üzerine hoş bir ses tonuyla “canın sağ olsun, sende 1 lira ver ” dedi ve mendili uzattı.
Bu arada şoför kapıyı açmış, yolcularda binmişti. Okulların çıkış saati oluşu, koltukları daha çok öğrencilerle doldurmuştu.
İleri durakta binen yaşlı teyzeye yerini veren kadın arkaya ilerledi. Ayağının önünde çantası, kucağında küçük çocuğu ve yanında 7-8 yaşlarında, biraz kilolu ve sol kaşının üzerinde ki beni ile dikkat çeken oğluyla bir kadın oturuyordu. Sonraki durakta yaşlıca bir amcanın binmesiyle kadın etrafa baktı gençlerden kimse yer vermeyince oğlunu kaldırdı ve “Sende hastasın ama!.. amca ayakta kalmasın” dedi.
Bu konuşma pek de, kimsenin dikkatini çekmemişti.
Bir, iki durak sonra “sürahiden su dökülür” gibi gelen sesle arkasına dönen kadın birde ne görsün?
Annesinin hasta olmasına rağmen kaldırdığı çocuk istifra etmiyor mu?
Şaşkınlıkla ilk aklına “çantasında taşıdığı poşet” geldi. Hemen çıkarıp çocuğa uzattı.
Kucağındaki çocuğu ile anne hiç bir şey yapamıyor, sanki etraftan yardım bekliyordu. Birkaç kişi ile birlikte üzeri kirlenen kadın buna aldırmadan, ıslak mendilden birkaç tane çıkarıp çocuğun ağzı ve elini silmesi için verdi ve inene kadar kendi üzerine hiç dokunmadı. İndikten sonra o halde yürüyemeyeceği için ıslak mendille onu eve götürebilecek şekilde temizledi. Tabii; içinden yaşlı adama binlerce kez teşekkür edip, elinde olmadan 50 kuruşunu kestiğine üzülerek.
20 Lirayı bozabilirdi. Zaten kazanacağı kârı “50 kuruştu” ama o gene de insanlığından ödün vermeden “canın sağ olsun” Abla demesini bilmiş, o yaşlı bedeni ve soğuğun altında üşüyen teni ile “ekmek parasını” paylaşmıştı.
Kadın, o gün unutulan bir çok değere üzülürken, yaşlı adamın davranışına da, hayran kalmıştı.
İçinden, biz nasıl bir toplumduk şimdi bu hale geldik?
Kimler getirdi? diyerek, kafasında cevaplanması gereken bir çok soru ile evine doğru yürüdü .