Merhaba ey canlar ve dahi cânanlar! Anadolu yar dolu, pek âlâ hıyar dolu canım memleketimde baş döndüren, mide bulandıran ve dahi gaz yapan öyle hadiseler vuku buluyor ki, hangi birine yetişip kalem üşürüvereceğimizi şaşırıyoruz. Ne âlâ memlekettir bu böyle, a cancağızlarım! Türk’ün Türk’e, Laz’ın hamsiye, Kürdün düzene, düzenin düzülene, ebenin sobeleyene, kaçanın kovalayana, göbek atanının gerdan kırana, esmerin beyaza, mızrabın saza, hırlının hırsıza, körün şaşıya, suyun pişmiş aşa yaptıklarına bakın hele! “Ey Türk! Titre ve kendine gel!” deyu ünleyivereceğim amma, ahalinin farklı meşreptekileri ne yapsın? Kendilerine gelip ayılabilmeleri içün, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayıncaya dek bir güzel kılıçtan mı geçirilsinler? Elleri nasırlı, donu yamalı, yüzde yüz yerli ve dahi terelelliyim; doğruyum, çalışkanım, lakin sürüm sürüm sürünüyorum diyerekten haricî ve dâhili bedhahların kışkışlamalarına kanarak mırın kırın etmeye başlayan gafillere kalsa, saltanat kayığı henüz karşı kıyıya varmadan gölün orta yerinde sulara gömülecek.
Merhaba ey canlar ve dahi cânanlar!Anadolu yar dolu, pek âlâ hıyar dolu canım memleketimde baş döndüren, mide bulandıran ve dahi gaz yapan öyle hadiseler vuku buluyor ki, hangi birine yetişip kalem üşürüvereceğimizi şaşırıyoruz. Ne âlâ memlekettir bu böyle, a cancağızlarım!
Türk’ün Türk’e, Laz’ın hamsiye, Kürdün düzene, düzenin düzülene, ebenin sobeleyene, kaçanın kovalayana, göbek atanının gerdan kırana, esmerin beyaza, mızrabın saza, hırlının hırsıza, körün şaşıya, suyun pişmiş aşa yaptıklarına bakın hele!
“Ey Türk! Titre ve kendine gel!” deyu ünleyivereceğim amma, ahalinin farklı meşreptekileri ne yapsın? Kendilerine gelip ayılabilmeleri içün, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayıncaya dek bir güzel kılıçtan mı geçirilsinler?
Elleri nasırlı, donu yamalı, yüzde yüz yerli ve dahi terelelliyim; doğruyum, çalışkanım, lakin sürüm sürüm sürünüyorum diyerekten haricî ve dâhili bedhahların kışkışlamalarına kanarak mırın kırın etmeye başlayan gafillere kalsa, saltanat kayığı henüz karşı kıyıya varmadan gölün orta yerinde sulara gömülecek. Bu ne aymazlık ve dahi cığızlıktır, ey ihvanlar!
Her bir karışında fışır fışır şüheda kanının fışkırdığı memleket topraklarına, fethedildiğinden beri değmedik düşman ayağı kalmadı. Senede yedi kere mahsul veren bu bereketli ve dahi hareketli topraklar, ayrık otlarından geçilmez oldu.
“Ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım, lakin her başa gelen çılgının vurduğu zincirlerden bîzarım” diyerekten ulü'l-emre başkaldıran, diş bileyen hinoğlu hin, hain oğlu hainler gemi azıya aldı.
Ceddi şahanemizin “Ayağını sıcak tut, başını serin. Düşünme derin derin” diye bir güzel buyuruverdikleri söze kulak asmayan bu haddini bilmez, ipe sapa gelmez tipler hududu aşaraktan ve dahi olur olmaz taşaraktan ayak diretmeye kalkışıyorlar.
Topyekûn ayaklanıp, yediden yetmişe şaha kalkan asi mi asi, esmer çehreli eşkıya bozuntuları; at, avrat ve dahi envaitürlü silah kuşanan Osmanlı torunlarının fitil fitil burnundan getiriveriyorlar.
Takunyasız ayaklar baş, takkeli başlar ayak olsun da görün gününüzü, seyreyleyin o vakit memleketin hâl-i pür melâlini, ey ümmet-i Muhammed!
Devletlû padişahımızın hikmetinden sual olunmaz; olunursa da cebir, şiddet ve dahi kana doyulmaz fiiliyatlarını yerden yere vurarak dünya âleme bizi rezil rüsva eden külyutmaz, sabahlara dek uyutmaz mızıkçı taife, şer cephesini genişleterek, ahali arasında kızılcık şerbeti dağıtma cür’etinde bulunuyor. Bunlardan bazıları da, hakiki inek sütü yerine aslan sütünü kafaya dikerek, ne dişe dokunur, ne elle tutulur, ne de yenilir yutulur lakırdılar ediyor.
Devlet-i Âli’nin göbeğine dek açıkta bıraktığı incecik mintanıyla ortalıkla fink attığı bağrı yanık tebaası ile olan bölünmez, ekşimez, kokmaz birlik ve dahi bütünlüğüne kasteden fitne fücurun, hin-i hacette her daim bir arpa boyu önde olduklarını unutmayalım gayri!
Binâenaleyh, Şark bülbülü kesilip bir türlü ıslah olmayan hürriyet delisi şakilere de zinhar fırsat vermeye gelmez. Hizaya gelmeyenlerle her daim niza halinde olup, ya baş eğene veyahut da baş verinceye kadar cihad eylemek farzdır. Hatta ve bahusus, bunların alayını kulluktan âzâd edip, memleketi düzlüğe çıkarmak icab eder.
Bu ahvâl ve şerait altında kendilerine vazife çıkaran ayranı kabarık yerli ve milli taife, sultan-ı şahanemizin mabadındaki bir kıl bile olamayacak, her daim nizam ve intizamdan kıl kapan başıbozuk takımına karşı mukavemette bulunarak; memleketin istiklâli, sarayın istikbali, hilafetin ihyası uğruna kelle koltukta o biçim mücadele içün birbirleriyle yarış halindedir.
Kükremiş sel gibi bendini çiğneyip dağları, tepeleri ve dahi hendekleri aşan işbu yiğitler, “Benim iman dolu göğsüm gibi Recebim var” diyerek, yedi düvele meydan okumaktadır.
Kılıcı keskin, uçkuru düşük ceddimizden bizlere emanet; üç bir yanı deniz, dört bir yanı hasımlarla çevrili çiftliğimizde istedikleri gibi at koşturan, İ'lây-ı Kelimetullah'a burun kıvırıp, Nizam-ı Âlem'e başkaldıran ve dahi her şeye maydanoz olan sırat-ı müstakim düşmanlarının sayısı bire inene kadar durmak yok, yola yırtık çarıklarla devam bre mücahitler!
Eski hâl muhal; ya Receb Sultan başa veya izmihlâl, eyyy saltanat düşmanları! Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek sancak altında, tek bir kucağa oturup, usulü edebince hizaya gelmesini bilmiyorsanız, teker teker inlerinize girip, bir tek Osmanlı tokadıyla yere sermesini biliriz evvelallah!