ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in Başkenti” ilan etmesi dünya ve Ortadoğu siyasetinde büyük bir çalkantıya yol açtı. Bu karar, 1991’den beri sürdürülen “barış süreci” parodisine de bir son verdi.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in Başkenti” ilan etmesi dünya ve Ortadoğu siyasetinde büyük bir çalkantıya yol açtı. Bu karar, 1991’den beri sürdürülen “barış süreci” parodisine de bir son verdi. “Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti” temelinde iki devletli bir çözüm öngören Oslo Anlaşması’nın tarihe karışmasına yol açtı. Epeydir iç çatışmalarla bölünmüş Filistin ulusal kurtuluş hareketini de sarstı ve canlandırdı. Amerikan ve Avrupa fonlarıyla yaratılmış sahte bir “Filistin Özerk Yönetimi” veya AKP-Katar ekseni tarafından yoldan çıkartılmış bir Hamas, mücadeleye ne kadar hizmet edebilir soruları Filistin halkından yükselmektedir.İsrail, ırkçı bir devlettir. Kendisini “Yahudi Devleti” olarak tanımlamaktadır. Bu devlette Yahudi olmayanlar ikinci sınıf vatandaş sayılmakta, aşağılanmakta, hor görülmektedir. Bu bakımdan İsrail rejiminin Güney Afrika’da 1994’te yıkılan ırkçı Apartheid rejiminden hiçbir farkı yoktur. Irkçı sistemde bir hiyerarşi dizgesi mevcuttur. ‘67 Arapları en altta, ‘48 Arapları “vatandaş statüsünde” olmakla biraz daha üstte, Dürziler Arapların biraz üstünde, Afrika’dan gelen “Falaşa” Yahudileri onların biraz üstünde olsalar da, kara derileri nedeniyle aşağılanırken, Avrupa’dan gelen “Beyaz” Yahudiler ise, en üsttedir.
1991 sonrasında “Filistin Özerk Yönetimi” olarak adlandırılan Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinli Araplar ise, İsrail vatandaşı değildirler. Filistin Yönetimi ise, bir devlet değildir, gerçekte belediye yönetiminden fazla bir yetkisi de yoktur. Batı Şeria hali hazırda İsrail askeri işgali altındadır. Gazze’nin içinde İsrail askeri yoktur; ama onun da denizden ve havadan işgali sürmektedir. Doğu Kudüs ise, Filistin Yönetimi’nin alanına girmediği gibi, Kudüs nüfusunun %37’sini oluşturan Arapların sürekli biçimde evlerinden göçertilmeye çalışıldığı, en küçük ulusal kıpırdanmaların en ağır biçimde cezalandırıldığı bir cehennemi andırır. Üstelik Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da sürekli ve sistematik biçimde yasadışı Yahudi yerleşimleri yapılmaktadır. Bu yerleşim bölgeleri İsrail ordusu tarafından korunmakta, dahası yerleşimciler silahlı ve saldırgan bir güruh olarak sivil Filistinlilere sürekli saldırmakta, katletmekte, ama asla ceza almamaktadırlar. Kısacası İsrail, işgal altında tuttuğu bütün coğrafyayı hem fiilen yönetmekte, hem buralara sürekli nüfus yerleştirmekte, askeri varlığını sürekli geliştirmekte, hem de bu bölgelerdeki Filistinleri her türlü siyasi ve sosyal haktan yoksun bırakmaktadır.
İşte Oslo Anlaşması, bu ırkçı devlet sisteminin üstünü örten bir şaldı. Trump bu şalı çekip aldı. Artık ortada Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar tek bir işgal devleti vardır. Buna karşı özellikle Filistin solunun girişimiyle uluslararası alanda bir “Boykot, Yatırımların Çekilmesi ve Yaptırım” (BDS) kampanyası yürütülmektedir. Bu kampanya, özellikle ABD ve Britanya’da çok güçlüdür. Filistin solunun ortaya koyduğu mücadele perspektifi, “Nehirden Denize” demokratik, laik ve bütün halkların birarada yaşayacağı bir Filistin’dir. Örnek aldıkları model, uluslararası bir boykot kampanyası sonucunda Apartheid Rejimi’nin yıkılarak demokratik bir dönüşümün yaşandığı Güney Afrika’dır. Bu görüş açısından, İsrail’in Filistinlilere dayattığı statü farklılıklarının hiçbir önemi yoktur. İster ‘48 sınırları içinde yaşasın, ister ‘67 sınırları içinde, isterse sürgünde, Filistin bütün Filistinlilerin anavatanıdır ve tümünün eşit yurttaşlık temelinde yaşama hakkı vardır. Yahudiler de iki uluslu Filistin’in eşit vatandaşları olacaktır. Bu perspektifin HDP’nin savunduğu “demokratik ulus” perspektifiyle benzerliği dikkat çekicidir.
Boykot hareketinin en zayıf olduğu ülkelerden birisi de Türkiye’dir. AKP iktidarı asla İsrail’le ekonomik, askeri, devletsel ilişkilerini kesmemiştir. Özellikle son bir yılda İsrail-Türkiye ilişkileri rekor düzeyde geliştirilmiştir. Mavi Marmara anlaşmasıyla, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ilk ülke de Türkiye olmuştur. Bir dönem Filistin ulusal direnişini yürüten partilerden Hamas’ın rotasından saptırılması ve İsrail’le 1967 sınırları çerçevesinde uzlaşmayı kabul etmesi de, AKP’nin müdahalesiyle gerçekleşmiştir.
Filistin ve Kürt ulusal hareketleri arasındaki ilişki çok eskiye dayanır. Bu ilişkide son yıllarda gözlenen gerilimin temel kaynağının El Fetih ve Hamas liderliklerinin çizgileri olduğu söylenebilir. FHKC temsilcisi Halid Barakat’ın New York’taki etkinlikte yaptığı “Filistin ve Kürdistan hareketlerinin bir forumda buluşarak, açık diyalog geliştirmesi” önerisi anlamlı ve değerlidir.