Sanırım ilk olarak Tayyip Erdoğan tarafından, 1 Kasım seçimlerinden önce yapılan bir miting konuşmasında duyduk “yerli ve milli” kavramını: “550 yerli ve milli milletvekili istiyorum” demişti (İstanbul mitingi, 20 Eylül 2015). Bu çıkışının, gerçekte fiilen başlamış bulunan AKP-MHP ittifakının şifresi olduğu, seçimin ardından anlaşılacaktı.
Sanırım ilk olarak Tayyip Erdoğan tarafından, 1 Kasım seçimlerinden önce yapılan bir miting konuşmasında duyduk “yerli ve milli” kavramını: “550 yerli ve milli milletvekili istiyorum” demişti (İstanbul mitingi, 20 Eylül 2015). Bu çıkışının, gerçekte fiilen başlamış bulunan AKP-MHP ittifakının şifresi olduğu, seçimin ardından anlaşılacaktı.MHP’nin 7 Haziran’da kazandığı ek oyları AKP’ye iadesiyle 1 Kasım’da başlayan AKP-MHP fiili koalisyonu, o tarihten bu yana Türkiye’yi yönetiyor. Bu ittifakın parolası da “Yerli ve Millî”.
Bu ittifakın dışında kalan bütün siyasal partileri kökü dışarıda, yabancı, Haçlı, gayrı-milli ilan etmeyi zımnen içeren bir slogan bu. Özelde Kürt düşmanlığını, genelde Nihal Atsız’varî bir yabancı düşmanlığını büyük kitleler nezdinde örgütleyen, geliştiren bir cepheleşme hamlesi. İnsanlığın evrensel demokratik kazanımlarına düşman, içe kapanmacı, boğucu ve kesif bir Türk milliyetçiliği zemininde gelişiyor. Menderes’in son dönemlerinde kurduğu, “vatandaşları” ikiye bölen “Vatan Cephesi”ni anımsatıyor.
İşte bu ittifak, nihayet resmilik kazandı ve seçim pusulalarına “Cumhur İttifakı” olarak kaydedilecek. Yapılacak yasa değişikliğiyle, 1957 yılında Menderes hükümeti tarafından yasaklanan seçim ittifakları yeniden yasalaştırılacak. Böylece eriyen ve baraj altında kalacağı kesinleşen MHP bir biçimde Meclis’e sokulmuş olacak. Bir seçimden ziyade “milli” ve “gayrı milli” unsurlar arasında bir “kutsal savaşa” dönüştürülen 2019 oylamasında aynı “safta”, aynı “cephede” yer alacak bu iki parti.
“Yerli ve Millî” sloganı, özellikle Türk halkını zehirlemek için kullanılmaktadır. Buradaki “yerlilik” aslında tam anlamıyla özünden boşaltılmıştır. Eğer mevzu yerlilikse, Kürt halkı Anadolu ve Mezopotamya topraklarında daha eski ve daha yerlidir. Tıpkı, bugün artık büyük bir nüfus oluşturmayan Rum, Pontos ve Ermeni halkları gibi. Aslında, Nihal Atsız’dan Alpaslan Türkeş’e, oradan Devlet Bahçeli’ye devrolunan Türklük kurgusu; yerli olmayan bir Türklüktür, göçebe ve yerleşimci bir Türklüktür. Yerli olamayan, yerleşemeyen, birlikte yaşadığı halklarla ortak bir vatan oluşturamayan, eşitlik hukuku kuramayan bir Türklük kurgusudur bu. Onlara göre, aslolan Anadolu toprağı değildir, aslolan ezel-ebed Türklüktür, Türk kavimleri nerede ise orasıdır. Eğer Türk, birlikte yaşadığı halklarla eşitlenirse bitmiş demektir. O yüzden yerleşemez, yerleşimci köklerini her daim akılda tutmak, kendi kimliğini mutlaka Uzak Asyalı genleriyle birlikte tanımlamak zorundadır. Aslında, bu zihniyete göre, Türk halkı yersizdir. Yurtsuzdur. Mutlaka bir yurdu zor yoluyla elde tutmalı, mutlaka başka halklara zor yoluyla boyun eğdirmelidir, onları kendisine köle etmelidir. Tersine, HDP’li, sosyalist ve demokrat Türklere göre; Türk halkı birlikte yaşadığı halklarla, başta da Kürt halkıyla bir demokratik ulus içinde kaynaşmalı, bir eşitlik hukuku kurmalı ve birlikte yaşamı kökleştirmelidir. 7 Haziran’da HDP’nin %13’lük oyu içinde, genç nüfus ağırlıklı olmak üzere, hatırı sayılır bir Türk halk katılımı da vardı. Bu kitlesel tutumun anlamı, tam da yerleşmekti aslında, Türk halkının artık bu toprakların bütün halklarıyla gerçek anlamda kaynaşmasıydı, bir eşitler hukuku içinde birleşmesiydi. MHP için ise bu bir beka sorunuydu, hakim millet olamayacaksa, diğer halkları kölelik durumu içinde zorla tutamayacaksa, Türklük bitmiş demekti.
Millî’lik mevzusuna gelince, aslında gerçekler çok da söze yer bırakmıyor. Türk milliyetçiliğinin bütün köreltici haykırışları, Türkiye’nin emperyalizmin mali ve ekonomik sömürgesi olduğu gerçeğini gözlerden gizleyemiyor. İsteyen 15 yılda tümüyle çökertilen tarımın durumuna baksın, isteyen dolar kuruna. İsteyen özelleştirilen şeker fabrikalarına baksın, isteyen Borsa İstanbul’la yabancı sermayenin yaptığı vurguna. “Yerli ve milli silah sanayi” denilen şeyin Alman sanayisinin ürettiklerini monte etmekten ibaret olduğunu itiraf eden Binali Yıldırım’a kulak versin, isteyen. Sonuç değişmez: Emperyalist küreselleşme şartlarında, emperyalist sistemden kopmayan hiçbir ülke bağımsız olamaz, bölge halklarıyla, dünya halklarıyla sımsıkı kaynaşmayan hiçbir halk da emperyalizmden kopamaz. AKP iktidarı gibi, emperyalizmin pastasından biraz fazla pay almak için bölgesel savaş maceralarına atılanlar, er geç emperyalizmin insafına kalır. O zaman onlar saraylarını korumak için yeni Sevr’lere imza atarken, bu ülkeyi para için değil, harcında emeği, toprağında alınteri olduğu için sevenler bu ülkeyi yeniden kurmak için kollarını sıvarlar.