Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
27 Mayıs Darbesi, Türkiye'nin siyasal sürecini kesintiye uğratan ilk askeri darbe olarak tarihe geçecekti.
Atatürkçü Türk modernleşmesinin tedrisatından geçen küçük ve orta sınıf katmanları ve oralardan gelme küçük burjuva sol kesimlerin önemlice bir bölümü, 1960 Askeri Darbesini politik olarak ilerici, demokrasinin önünü açan bir zorunlu müdahale, bir zorunlu hareket olarak gördü.
Onlara göre 27 Mayıs, darbe bile değildi.
Bu bakış açısının faydasını en çok da muhafazakar/milliyetçi kesimler devşirecekti.
Türlü eğilimde darbecilerin, anti-DP koalisyonu olarak organize olduğu, zaten nispi olan demokrasinin ‘nispi’ unsurlarını da rafa kaldırmaya aday faşizan/darbeci eğilimlerin üzerinde durulmadı.
Nitekim darbenin güçlü Albayı Alparslan Türkeş tarafından radyoda okunan, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesini gerekçeleriyle birlikte ilan eden bildiride geçen, "demokratik düzeni korumak için demokrasiyi askıya alma” görüşü, 12 Mart ve 12 Eylül Darbeleri başta olmak üzere, bütün darbelerin ortak görüşü olacaktı.
Ordunun hala tek parti döneminin ‘bağımsız’ ordusu yanılsaması yaşanıyordu.
Tek parti dönemiyle ilgili yanılsamalar bir yana,
Ne Türkiye Atatürk döneminin Türkiye’siydi ne de ordu…
Köprünün altından akan sular aynı sular değildi.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasının zamanlarına ‘ayak uydurma’ manevrası üzerinden çok partili demokrasiye geçmişti.
Egemen sınıf partilerinin serbest, işçi ve emekçi sınıf ve katmanların partilerinin yasaklı olduğu bir demokrasiydi bu!
Devrenin başında Amerikan emperyalizminin olduğu, aşağıda iplerin askerin eline bırakıldığı Pentagon icazetli Milli Güvenlik Doktrini çerçevesinde Yeni Sömürge demokrasisine geçmişti Türkiye.
Sivil siyaset-askeri kışla ilişkilerinin devlet dersinin dışına çıktığında darbe yapılacağını, ama askerin de ipi kaçırdığı her seferinde ‘devlet dersinde’ ısrar ettiğinde ‘darbelerin darbeleri kovalayacağı’ bir demokrasiydi bu!
Sovyet sistemi ile emperyalist sistem arasında süren Soğuk Savaş'ta, Türk dış politikası dışarıda Amerikan çıkarlarına göre yürütülürken, ülke içinde “iç düşman” esasına göre düzenlenecekti askeri düzen.
Amerikan emperyalizminin 'düşmanı düşmanımız, dostu dostumuz' olacaktı.
Dış güçleri de dışarıda aramak külliyen yalan dolan olacaktı.
Dış güçler içimizdeydi, emperyalizm iç olguydu artık.
En büyük kaygımız da güvenlikti.
Kime karşı?
Amerika’nın işaret ettiği düşmana, Sovyet komünizmine karşı…
Öyle ki…
27 Mayıs Darbesinin -üstelik- sahadaki derinlerinden Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı, güvenlik-demokrasi ilişkisinde Türk Genel Kurmayına yedirilen Amerikancı Milli Güvenlik Doktrinini şöyle yorumlayabiliyordu:
Bu ülkede pirinç fiyatlarından karayollarına ve turistik yörelere kadar ulusal güvenlikle ilgili olmayan tek bir sorun yoktur. Eğer çok derin düşünürseniz, bu da bir ulusal güvenlik meselesidir.
Allah aşkına, bu kafadan demokrasi çıkar mı?
Çıkmaz!
‘Pirinç fiyatlarından, karayollarına ve turistik yörelere kadar ulusal güvenlik’ ancak darbe çıkar bu ‘NATO kafa mermer kafa’dan.
Gerekçesi de "demokratik düzeni korumak için demokrasiyi askıya alma” olur…
Hele de idamlar…
Çok partili demokrasinin oyun kuralı sözde seçimle gelenlerin seçimle gitmesiydi.
Ancak seçimle gelenler darbe ve tabutla gönderilecekti.
Bu durum ne siyaseten ne de vicdanen kabul edilebilir gibi değildi.
İdamların aile efradında ve muhafazakâr kesimlerde yarattığı çok haklı mağduriyet duygusu bir yana,
Onların asılmasıyla önlerinin açılmasının keyfini yaşayan Demirel gibi Amerikancı, demokrasi yalancısı popülist siyasetçiler, on yıllarca bu mağduriyet duygusunu istismar edeceklerdi.
60 Darbesine karşı olacaklardı…
Ancak 71 Darbesinin arkasında duracaklardı.
1960 Darbesinin idamlarına karşı olacaklardı…
Ancak “üçe üç” çığırmalarıyla 12 Mart 1971 askeri darbesinin idamlarını onaylayacaklardı.
Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un, ne 60 Darbesiyle ne de 60 idamlarıyla ilgileri olmadığını bile bile cinayetten sakınmayacaklardı.
12 Eylül 1980 Darbesine karşı olacaklardı…
Ancak, Milliyetçi Cephe kisvesi ardında toplumu cepheleştirecek, terör stratejisiyle toplumu darbeye hazır hale getirecek, sol toplumsallığı tasfiye edip iktidarı kendilerine teslim edeceği düşüncesiyle, Cumhurbaşkanlığı seçimini kilitleyecek, 12 Eylül Darbesinin önünü açacaklardı…
12 Eylül darbecileri sağıyla soluyla 20 genci asarken kılları kıpırdamayacaktı.
50 yıllık tanıklığımdır;
Sağcı, muhafazakar, milliyetçi partiler darbelere ve idamlara karşı olmadılar…
Sadece onlar mı?
“Ulusalcı” kesimler de olmadılar…
Bakmayın siz bazılarının yalandan Deniz Gezmiş aşkına…
Onların aşkı devrimci Deniz’e değil, imal ettikleri ulusalcı Deniz’edir…
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamına, ‘üçe üç’çü Demirel, Adalet Partisi ve diğerleri yanı sıra, bir grup CHP’li milletvekilinin de onay vermesi rastlantı değildi.
Hiçbirinin ama hiçbirinin 12 Mart ve 12 Eylül Darbe mahkemeleri kararlarının ‘yok hükmünde’ sayılması, bu kararlardan doğan mağduriyetlerin tazmin edilmesi yönünde bir tutumu olmadı.
İşte cumhur iktidarı bu geleneğin devamıdır.
Yaptığı apaçık fırsatçı istismar siyasetidir.
Bu siyaset ancak teşhir edilir.
Çünkü darbelere ve idamlara karşı olmak başka bir şey, idam mağduriyetleri üzerinden fırsatçı istismar siyasetine karşı olmak başka bir şeydir.
Bitirirken, 27 Mayıs destekçilerine…
(ek, birkaç cümle)
Tarihe bakalım…
Her şey bir yana, 1960’lara doğru DP iktidarı ciddi olarak yıpranmıştı.
Gençlik, hareketlenme eğilimi gösteriyordu.
En önemlisi bu hareketlenme, işçilere ve köylülere sirayet etmeye başlamıştı.
1960’lara doğru, dünya da hareketlenme eğilimi içine girmişti.
Yani DP iktidarı o şekilde süremezdi zaten.
Darbe bütün bunların önünü kesti.
Eriyen siyasete ‘can simidi’ oldu.
Demirel’li Adalet Partisi üzerinden yeniden iktidara taşınmasında önemli bir katkısı oldu.
27 Mayıs Darbesi, 12 Mart ve 12 Eylül Darbelerinin önünün açılmasına da örnek oldu.
27 Mayıs Anayasasında, darbe sürecindeki icraatlarından dolayı darbecilerin yargılanmasını yasaklayan ‘4'ncü madde’, 12 Eylül Anayasasında ‘Geçici 15'nci madde’ oldu.
MBK tavsiye kararları, 12 Mart ama özellikle 12 Eylül Anayasasında siyasetin öncelikleri arasına girdi.
Söz konusu bu darbeci sızmalara rağmen, 27 Mayıs Darbesinin yarattığı en olumlu sonuç, Birinci Meclis Anayasası’ndan sonra en demokratik anayasasını yapmak oldu.
Ancak onu da aslında askerin yapmadığını, bu çatlaklar üzerinden öğretim üyelerinin, bilim insanlarının yaptığını unutmamalı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.