Yazar Hakan Tahmaz bugünkü köşe yazısında, 'Çökmüş Suriye'nin panzehiri çoğulculuk' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Çökmüş Suriye'nin panzehiri çoğulculuk

Çoğunlukçu Baas rejimi yerine çoğulcu yeni bir rejim modeli Suriyelilerin başkalarının hak ve hukukuna müdahil olmadan bir arada nasıl istiyorlarsa öyle yaşamalarının panzeridir. 19.yüzyıldan miras, tekçi, merkezi yönetim modeli yerine ademi merkeziyetçi yönetim modelinin tercih edilmesi, çökmüş Suriye'yi ayağa kaldırabilecek tek çıkış yoludur.

Suriye'de 8 Aralık 2024’de yalnızca iç savaş sona ermedi veya Baas rejimi devrilmedi. 13 yıl gibi oldukça uzun süren bir savaşta, Suriyeliler yakın tarihimizin en ağır bedelini ödediler.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, savaşta 500 binden fazla insan hayatını kaybetti. 6,8 milyon kişi yerinden oldu. 5,5 milyon kişi mülteci olarak başka ülkelere sığındı.

Farklı toplum kesimleri arasında giderilmesi kolay olmayacak husumet, ayrışma ve düşmanlıklar yaratıldı. Bir arada yaşama arzuları derinden sarsıldı.  Bunlar, Suriye’de inşa edilecek barışın kırılgan olma olasılığının zeminlerini oluşturuyor. 

Beşar Esad’dan geriye; dağılmış, parçalanmış ve çökmüş bir Suriye kaldı. Şimdi, bu parçaları bir araya getirip bir ülke kurmak sabır, empati ve sarsılmaz bir irade gerektiriyor. Suriyelilerin iyileşmesi, bu derin yarayı kabul etmekle ve yüzleşmekle başlayabilir.

Buna paralel mutlaka farklı inanca, farklı etnik kimliğe, farklı sosyal, siyasal toplumsal duyarlılıklara sahip Suriyelilerin bir arada yaşamalarını garanti altına alacak, toplumsal uzlaşmayla belirlenmiş, çoğulcu ve adil siyasal irade sergilenmesi bir keyfiyet değil bir zarurettir.

Bunlar, yeni bir Suriye kimliğine ulaşmak hedefiyle hareket edildiğinde başarılabilir. Bu zor ama vazgeçilmez sorumluluktur.

Suriyelilerin büyük bir toplumsal uzlaşı ve katılımcılıkla “sadece kendi hikâyelerini” yazma cesareti, sabrı ve beceriyi göstermeleri, küresel ve bölgesel aktörlerin bunu kolaylaştıran, dayanışan ve saygı duyan bir rıza göstermesi, yeni Suriye'nin inşasını hızlandırabilir.  Suriye yıkımında yitirilen değerler ve insanlık yeniden kazanılabilir.

Lübnan, Irak ve Afganistan’dan alınan dersler bu süreçte kritik bir yol gösterici olmalı. Her üç örnekte de toplumsal ve yerel dinamiklerin yapay mutabakatları veya gözardı edilmesi ve dışlanması söz konusu. Dış müdahalelere fazlasıyla bağımlı, açık ve sürdürülebilir olmayan yapay sistemlerin, eski rejimlerin yaralarının iyileşmesini sağlayamadığı ortada.   Bu iki örnek, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde yapılması gerekenlere dair önemli ipuçları veriyor.

Yeni Suriye rejiminin rotasını belirleyecek adımlar, peş peşe ve hızla atılıyor. Bunların en önemlilerinden bir de hafta başı Beşar Esad yönetimini deviren İslami silahlı grupların komutanlarıyla Ahmed el Şara liderliğindeki yeni yönetimin toplantısı oldu. Taraflar silahlı grupların Savunma Bakanlığı çatısı altında birleşmesi konusunda anlaştılar.

Bu konudaki tartışmaların esas odağındaki SDG Sözcüsü Ferhad Şami ise AFP’ye verdiği demeçte, entegrasyonun 'doğrudan tartışılması gereken' bir mesele olduğunu, sorunların çözümü için Şam ile doğrudan diyaloğu tercih ettiklerini açıklayarak ortak çözüme kapılarının açık olduğunu ifade etti.

Ademi merkeziyetçi yönetim, Suriye'nin toprak bütünlüğünün güvencesini daha da sağlamlaştıracağı gibi parçalanmış toplumu ortak payda ve duyarlıklarda gönüllü bir arada tutacak ve demokratik güvence altına alacak bir model olarak geliştirilebilir.

ADEMİ MERKEZİYETÇİ BİR REJİM

Bu doğrultuda, her alanda atılacak her türden adımın; dil, din etnik ve kültürel gibi birçok yönden çoğulcu olan Suriye’nin siyasal, sosyal, kültürel yapısına uygun, çoğulcu, demokratik, insan hakları rejimine uygun olması bir zorunluluktur. Siyasal, kültürel, sosyal, etnik, inançsal çoğulculuğu esas almayan bir sistemin inşa edilmeye çalışılması beyhude bir çaba olacağı gibi, yeni Suriye'de çeşitli kesimler arasında çatışmanın farklı biçimlerde ve boyutlarda sürmesinin toplumsal zeminini oluşturacaktır.

Başka bir ifadeyle, toplumun birçok kesimini dışlayarak ve gerçek anlamda kapsamlı olmayan, çoğunlukçu bir yaklaşımla davranan veya farklılıkları çoğunluğun himayesi altına alan bir rejim, Baas rejiminin başka bir versiyonundan başka bir şey olamaz.

Çoğunlukçu Baas rejimi yerine çoğulcu yeni bir rejim modeli Suriyelilerin başkalarının hak ve hukukuna müdahil olmadan bir arada nasıl istiyorlarsa öyle yaşamalarının panzeridir.

19.yüzyıldan miras, tekçi, merkezi yönetim modeli yerine ademi merkeziyetçi yönetim modelinin tercih edilmesi, çökmüş Suriye'yi ayağa kaldırabilecek tek çıkış yoludur.

Merkez, yerel yönetim arasındaki yetki ve görev paylaşımının, Suriye'nin, sosyal, siyasal toplumsal gerçekleri ile uyum içinde, büyük bir uzlaşıyla ve isabetli olarak kurulmasından başka her türde arayış, yeni kriz ve sorunların habercisi olacaktır.

Ademi merkeziyetçi yönetim, Suriye'nin toprak bütünlüğünün güvencesini daha da sağlamlaştıracağı gibi parçalanmış toplumu ortak payda ve duyarlıklarda gönüllü bir arada tutacak ve demokratik güvence altına alacak bir model olarak geliştirilebilir. Bunun dünyada birçok örneği olduğu gibi, iç savaş döneminde fiili olarak Doğu ve Kuzey Suriye deneyiminden de yararlanarak Suriye’nin bütününe yönelik özgül bir model geliştirilebilir.

Böylesi bir model geliştirmek, Türkiye'nin Doğu ve Kuzey Suriye modelini bekasının gerekçesi olarak algılamasının önüne geçecek şekilde, sınırların güvenliğinin merkezi yönetime bırakılması ya da mevcut yeni yönetimin çağrısında olduğu gibi tek çatıda toplanırken kent içi güvenliği yerelde seçilen yerel yönetime bırakan modellerle aşılması imkânı yakalanabilir.  SDG sözcüsü Ferhad Şami'nin yukarıda aktarılan sözleri de bunun işaretleri ve arayışı olsa gerek. 

Tekçiliğin ve merkeziyetçiliğin Şam'a taşıması terk edilmeli

Ankara üç haftadır Suriye'nin yeniden yapılanması konusunda fazlasıyla iştahlı. Aynı zamanda ağır bir sorumluluğun altına da girildi. 8 Aralık öncesi İran'ın pozisyonunu almaya soyundu. Tabi bunu bölgesel güç odakları ve aktörler sineye çekmeyecekler mi, yaşayıp göreceğiz.

Arap Baharı’nda olduğu gibi  “yeni Osmanlıcılık”  hayaline kapıldığını gösteren davranış ve yaklaşım sergiliyor.

Çözmediği Kürt sorununu, bütün yön ve boyutlarıyla Suriye'nin yeni yönetimine taşıyan, kırmızı çizgilerle yeni Şam yönetimine rota çizen bir durumda.

8 Ekim öncesi sınır güvenliğinden ve beka sorunundan söz eden Ankara, şimdi bütün enerjisini kendisiyle iyi ilişki içerisinde olmayan Kürtlerin, Suriye demokratik muhalefetinin Suriye'nin geleceğinin belirlemesinde etkisiz olması için harcayan bir görüntü veriyor. Suriye'deki Kürt demokratik güçlerine düşmanca yaklaşmayı ve tasfiye arzusunu terk etmeli.

Meselenin Türkiye için salt beka ve güvenlik değil siyasal tercih olduğu açığa çıktı. Demokratik Kürt hakları karşıtlığı Suriyelilerin sırtlarına yükleniyor.

Ankara, kendisine hayrı dokunmayan, tekçi, çoğunlukçu ve merkeziyetçi yönetim modelini Şam'a taşımak gibi büyük bir yanlışa düşmemeli. Aksi halde ortaya çıkacak sorunların da ilk sıra sorumlusu olacağı gerçeğini unutuyor. Parçalanmış, düşmanlaştırılmış ve kutuplaşmış toplumları soba zoruyla veya tekçilikle ilelebet bir arada tutmanın imkansız olduğu da unutulmalıdır.