Yazar-Barış Vakfı Yöneticisi Hakan Tahmaz'ın bugünkü köşe yazısında, "Tarihi fırsat penceresi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Tarihi fırsat penceresi

İlk adım olarak, TBMM'de 'tarihi fırsat penceresi'ni bir biçimde pozitif değerlendiren partiler tarafından, diğer partilere de açık ortak çalışma komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyonun TBMM iç tüzüğüne uygun olması sağlanarak, TBMM'nin merkezde olduğu bir süreç geliştirilebilir. Sorunları ve konuları istişare edebilir. Böylece süreç bir üst evreye geçer.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Meclis grup konuşmasında, Kürt meselesindeki çağrısıyla yeni bir perde açtı. Umut hakkı çıkışıyla büyük siyasi sükse yaptı.

MHP Genel Başkanı, 21 Ekim hamlesini, “Öcalan gelsin, TBMM'de DEM parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini açıklasın, sonra da umut hakkı için başvurusunu yapsın” sözleriyle işin ciddiyetini gösterdi.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, aynı gün partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında, üç haftadır adı konulmadan sürdürülen tartışmaları, “Cumhur İttifakı tarafından açılan fırsat penceresi kişisel hesaplara kurban edilmemeli” çağrısı yaptı. Süreci Tarihi fırsat penceresi diye tanımladı. 

DEM ve CHP genel başkanlarının dünkü açıklamalarından anlaşılacağı gibi, onlar da bu “tarihi fırsat penceresi”ni, cumhuriyetin yüzyıllık Kürt sorununun çözümüne kapı aralayan bir fırsat olarak değerlendirmekteler.

Bunlar, dört büyük partinin, sürece pozitif yaklaşım konusunda bazı kritik adımlarda ortaklaşma ihtimalini akıllara getiriyor.  

Diğer yandan çeşitli düzeylerden ve yönlerden sağlı, sollu karşı çıkışların varlığı da bir gerçek. Bunların, ideolojik ve politik olarak Kürt ve Kürt hareketi düşmanı olanlarını kapsamaya çalışmanın, beyhude bir çaba olacağı görülmektedir.

Ancak, 2016 sonrası uygulanan politikalar nedeniyle derinleşen güvensizliğin yansıması veya sonucu da olan eleştirilere kulak kapatmak da olamaz. Bu, 2013- 2015 çözüm sürecinde olduğu gibi, toplumsal desteğin sınırlandırılması olur. 

Ya da lanet TUSAS terör saldırısı gibi silahlı eylemlere uygun kaosa açık elverişli atmosfer oluşur.  Ama adresi kim olursa olsun böylesi çete sürüleri barışın gelişini engellemesine izin verilmemeli.

Bu her iki durumu dikkate aldığımızda, öncelikle parti genel başkanları Meclis kürsüsünden birbirlerine mesaj göndermeye son vermeliler. Süreci bir tık ileriye taşımanın tam zamanı.

İlk adım olarak, TBMM'de 'tarihi fırsat penceresi'ni bir biçimde pozitif değerlendiren partiler tarafından, diğer partilere de açık ortak çalışma komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyonun TBMM iç tüzüğüne uygun olması sağlanarak, TBMM'nin merkezde olduğu bir süreç geliştirilebilir. Sorunları ve konuları istişare edebilir. Böylece süreç bir üst evreye geçer.

Komisyonun ilk çalışması, 10 Temmuz 2014 tarihli 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun ve 1 Ekim 2014 tarihinde bu kapsamda yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esasları belirleyen Bakanlar Kurulu kararlarının“ güncelleştirilmesi, işlevli hale getirilmesi olabilir. Bunlar aynı zamanda Meclis komisyonu ve diğer çalışmalar için bir dayanak olabilir. Kanun ve Bakanlar Kurulu kararları yürürlükten kaldırılmış değil.

Öncelikle barış gazeteciliği iddiasına sahip olanlar, sürecin ağırlığını ve geçmişe göre çok daha fazla hassas olduğunu göz önüne almak durumundalar. Hakikatin açığa çıkarılması çabalarında geçmişteki yanlışlara düşmeden, barış gazeteciliği ilkelerine daha bir özen göstermeliler.

BARIŞ DİLİNİN, BARIŞ GAZETECİLİĞİNİN ZAMANI

2013-2015 çözüm sürecinden çıkarılması gereken en önemli derslerden biri de süreç hakkında yeterli ve gerekli hazırlıkların yapılması aşamasında partilerin yalnızca kendi tabanlarını konsolide etmeye yoğunlaşmaları ve odaklanmaları oldu. Barışın toplumsallaşması ve tarafların ortak paydalarda veya noktalarda buluşma ihtiyacının önemine yeterli ve gerekli özen gösterilmedi.  

Medya organları çoğu zaman tarafların manipülasyonu ile toplumsal algı ve araçları olarak işlev gördü. Tarafların medyayı küçük, anlık siyasal çıkar veya ihtiyaçlarına elverişli araç olarak kullanmaları, medyanın toplumda güvenilirliğini daha da zayıflattı. Masanın devrilmesi sonrasında toplumdaki derin hayal kırıklığının en önemli etmeni oldu.

Ne yazık ki, bugün bu durumun daha da kronik bir hal aldığının sinyalleri var. Öncelikle barış gazeteciliği iddiasına sahip olanlar, sürecin ağırlığını ve geçmişe göre çok daha fazla hassas olduğunu göz önüne almak durumundalar. Hakikatin açığa çıkarılması çabalarında geçmişteki yanlışlara düşmeden, barış gazeteciliği ilkelerine daha bir özen göstermeliler. Tarihi fırsat penceresinin hak, hukuk yönünde açılması ve barış dilinin yaygınlaşması için daha fazla katkı koymalılar.

Burada asıl sorumluluk sorunun siyasi taraflarına düşüyor. Her şeyden önce siyasi aktörlerin, kendi seçmen tabanlarını ikna etmek için diğer tarafın yaralarının yeniden kanamasına yol açacak veya toplumsal kesimlerin hassasiyetlerini gözetmeyen dil ve söylemleri ivedilikle terk etmeleri gerekiyor.

Bunların başında terör söylemi gelmektedir. Bu, algıları dar alana hapsetmek olduğu kadar, çağrıştırdığı güvenlikçi politikalar nedeniyle de muhalefet saflarında barış arayışları konusunda bile politik karşı duruşları güçlendiriyor. Sert pozisyonları keskinleştiriyor.

Kaldı ki terör söylemi, bütün dünyada her türden iktidarın elinde elverişli araç olma özelliğini çoktan yitirdi. Bu terör söylemi geniş kesimlerce artık yalancı meme olarak algılanmaktadır.

İsrail terör devleti ile barışma planı yapanların, soykırım karşısında etkin ve aktif duruş sergilemeyenlerin, IŞİD'e ve Taliban’a kucak açanların bu söylemi inandırıcı, ikna edici değil ama Kürt sorununun araçsallaştırılmasının ve Kürt karşıtlığının aracı olarak kullanıldı.

Devlet Bahçeli'nin bu türden söylemi kendi mahallesinde pozitif etki yaratabilir, olabilir. Bunun ötesinde bir şey yoksa gerçekten, çağrısının havada kalması kuvvetle muhtemel olduğunun çok farklı ülkelerden de biliyoruz.

Meselenin, Öcalan'ın çağrı yapmasında olmadığını devlet kurumları, Türk siyaseti çok iyi biliyor olsa gerek. 2013-2015 çözüm sürecinde ise yaşayarak tecrübe edinildi.

Tarafların birbirine verebilecek bir şeyleri olmayanlar barış arayışları sonuçlandıramazlar.  En fazla silahlı veya silahsız örgütün bölünür. Bu da hedeflenen sonucu engeller. Çatışma şiddetlenir, sorun daha da kronikleşir. 

Bahçeli'nin Selahattin Demirtaş ile Kandili, DEM Parti ve Abdullah Öcalan ile karşı karşıya getirmeye çalışması, ateşten topa dönüşme potansiyeli olan bir bakış. Bu türden yaklaşımlar çok tehlikeli, sonuçsuz kalacak daha önceleri çok kez denenmiş girişimlerdir.