Yazar-Barış Vakfı Yöneticisi Hakan Tahmaz'ın bugünkü köşe yazısında, "Bahçeli’nin DEM Parti hamlesine barış açısından bakmak" başlıklı bir yazı kaleme aldı
Bahçeli’nin DEM Parti hamlesine barış açısından bakmak
Bu sözlerin cazibesine kapılarak sahte umutlar yaymadan, barışın toplumsallaşmasına katkı sunmanın, Kürt sorununda yeni bir demokratik barış sürecine kapı aralanmasını sağlamanın, gerçekçi olup imkânsız için mücadele etmenin ve diyalog geliştirmenin imkânlarını çoğaltmanın zamanıdır.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim’de Meclis açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Partili milletvekilleriyle tokalaştı.
Bahçeli bu hamlesini önce, “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barış sağlamak lazım” sözleriyle izah etti. Bahçeli’nin tokalaşma hamlesi sırasında, yanında AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala’nın bulunması dikkatlerden kaçtı.
MHP lideri, Salı günkü TBMM partisinin grup toplantısındaki konuşmasında, bu hamlesini: “Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir” biçiminde gerekçelendirdi.
Çarşamba günü ise Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısındaki konuşmasında “85 milyonun kardeşliği adına çok anlamlı buluyorum. Cumhur İttifakı’nın uzattığı elin muhatapları tarafından da layıkıyla anlaşılmasını umut ediyoruz” ifadeleriyle Bahçeli’ye destek verdi. Anlaşıldı ki bu bir Cumhur İttifakı hamlesi.
Bütün bunlardan sonra, doğal olarak “yeni bir çözüm süreci, yeni bir barış süreci mi başlıyor” tartışması gündem oldu. Bu soruları pozitif ve negatif anlamda tartışanlar, soranlar var. Ne yazık ki ülkede son sekiz yıldır yaşananlar, toplumun iyi, pozitif duygu ve düşüncelerle bu soruların sorulmasını fazlasıyla zora sokan nitelikteydi. Nitekim toplumun ezici çoğunluğunun bu hamleye negatif yaklaştığı çok açıktır.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Cumhur İttifakı son sekiz yıldır barış istemeyi suç sayıyor, cezalandırmaya çalışıyor. Barışın sözünü edenleri “terörist, bölücü ve hain” ilan etmekte, yaftalamaktalar. Adeta ülkeyi cehenneme çevirdiler. Bu gerçeğin üstünü hiçbir şey örtemez ve örtmemelidir. Başta demokratik Kürt hareketi olmak üzere, toplumun çok çeşitli demokratik muhalif kesimleriyle aralarına ciddi büyüklükte güvensizlik duvarı ördüler.
Bunlar Cumhur İttifakı’nın yeni bir beka siyaseti planı yaptığına dair güçlü emareler. Bu da her kesimde kaygıları, negatif duygu ve düşünceleri daha da çoğaltıyor, toplumun korkularını katmerleştiriyor. Bunları aşan bir açıklıktan söz edilemez.
Ancak geçmişe çakılıp kalmak, çoğu zaman geleceği inşa etmeyi engeller, çeşitli düzeylerde fırsatların kaçmasına neden olabilir. Geçmişi unutmadan geleceği ilmek ilmek örmek, geçmişten sağlıklı dersler ve sonuçlar çıkarmak gerekir.
Bahçeli’nin “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barış sağlamak lazım” sözleri, barış fikrinin güçlüğünü göstermekte. Bölgesel ve küresel gelişmeler “Türkiye’yi Kürtlerle barışa zorlayacak” öngörüleri doğrulanmıştır. Sekiz yıldır izlenen beka ve Kürt hakları karşıtı siyasetten elde edilmek istenen sonucun elde edilemeyeceğinin anlaşılmış olma ihtimali var.
BAHÇELİ’NİN SÖZLERİ, BARIŞ FİKRİNİN GÜÇLÜĞÜNÜ GÖSTERMEKTE
Bahçeli’nin açıklamalarının ve hamlesinin yeni bir çözüm süreci ve barış sürecinin başlangıcı için ilişkileri normalleştirmek amaçlı mini minnacık bir adım olma ihtimali de gözardı edilemez. Aksine konuya barışın toplumsallaşması açısından bakmak, barış isteyenler için elzemdir.
Bu açıdan Bahçeli’nin “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barış sağlamak lazım” sözleri, barış fikrinin güçlüğünü göstermekte. Bölgesel ve küresel gelişmeler “Türkiye’yi Kürtlerle barışa zorlayacak” öngörüleri doğrulanmıştır. Başka bir ifadeyle sekiz yıldır izlenen beka ve Kürt hakları karşıtı siyasetten elde edilmek istenen sonucun elde edilemeyeceğinin anlaşılmış olma ihtimali var.
Bölgede bütün taşların yeniden oynadığı bir dönemde, Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü şiddet ve güvenlik politikalarını sürdürme imkânı her geçen gün azalıyor. Türkiye, böylesine kritik bir süreçte devre dışı kalmış durumda, yeni bir yol arayışında.
Tabi burada esas meseleyi, barışın ne anlamda kullanıldığı ve barıştan ne amaçlandığı oluşturmakta. Çözüm sürecinde de tarafların farklı beklentileri vardı. Çözümden çok farklı şeyler anlamaktaydılar. Başka ülkelerde de barış süreçlerinde, benzer farklılıklar, tarafların amaç, hedef uyuşmazlıkları her daim olmuştur.
Barış arayışlarında başarılı olanlar; bu farklılıkları diyalog kuran, müzakere süreçlerinde ve barışın toplumsallaşması çalışmalarında ortaya çıkan fırsatları doğru ve zamanında değerlendiren, barış arayışının ihtiyaç duyduğu esnekliği gösteren ve siyasi manevra yapabilenlerdir.
2013-2015 çözüm sürecindeki barış arayışları; çatışma çözümü süreçlerinde bu türden olasılıklar karşısında nasıl davranılması ve değerlendirilmesi gerektiğini gösteren derslerle dolu. En azından bu süreçte ne yapılmaması gerektiğini öğrenmiş olmamız gerekiyor.
Bunların başında gelenlerden biri, esas ve tek kendi gücüne güvenmek gelir hiç kuşkusuz. Ancak kendi gücünü abartmanın da baltayı taşa vurmak olacağı yaşanarak görüldü. Cumhur İttifakı liderlerinin açıklamalarında buna dair bir emare yok. Bu da ilişkilere hala yukardan bakıldığını ve güç gösterisi olarak yaklaşıldığını göstermektedir.
Bir diğeri ise bütün dünyada barış arayışlarının ilk döneminin “arka kapı diplomasisi” ile inşa edildiği bilgisinin aksine, “her şey şeffaf ve kamuoyu bilgisi dahilinde yürütülecek” yaklaşımının, çözüm sürecinde nasıl olumsuz sonuçlar ürettiğinin hiç akıllardan çıkarılmaması gerektiğidir. Arka kapı diplomasileri çatışmaların şiddetlendiği dönemlerde ve barış arayışlarının ilk döneminde hayati ve zorunlu nefes alışlardır. Örneğin bu türden yanlışlarda ısrar etmek, Kürt demokratik güçlerine bir şey kazandırmadığı gibi, bu tür gerçekliği olamayacak yaklaşımlar, taraftarlardaki güvensizliği derinleştiriyor. Barışa olan güven, zamanla artar.
Barış isteyenler; Bahçeli’nin “siyasette hiç kimseyle konuşup çözemeyeceğimiz bir şey yoktur” ve “dünyada barış isterken kendi ülkemizde barış sağlamak lazım” sözlerini, sık sık başta Cumhur İttifakı’na, CHP’ye ve diğer tüm taraf ve siyasal kesimlere hatırlatmak ve gereğini yapmaları için toplumsal basıncı güçlendirmek göreviyle karşı karşıyalar. Bu sözlerin cazibesine kapılarak sahte umutlar yaymadan, barışın toplumsallaşmasına katkı sunmanın, Kürt sorununda yeni bir demokratik barış sürecine kapı aralanmasını sağlamanın, gerçekçi olup imkânsız için mücadele etmenin ve diyalog geliştirmenin imkânlarını çoğaltmanın zamanıdır.
İktidar ortaklarının hamlesinin, İsrail ve PKK arasında muhtemel gelişecek işbirliği ve Gazze savaşı sonuçlarının yaratmakta olduğu bir mecburiyet olduğunu unutmadan.