Merhaba arkadaşlar! Nasılsınız :) Benim başıma gelen, sizin de başınıza gelebilir (umarım hiç gelmez) ama yaşamın anlamına ve özüne inmeye çalıştığım bir gerçeği dile getirdim, okursanız sevinirim. Lütfen okumayanlar beğenmesin! 13 Kasım 2017'de, geçirmiş olduğum kaza sırasında, kafamdan aldığım darbeyle yaralandım.
Merhaba arkadaşlar!Nasılsınız :) Benim başıma gelen, sizin de başınıza gelebilir (umarım hiç gelmez) ama yaşamın anlamına ve özüne inmeye çalıştığım bir gerçeği dile getirdim, okursanız sevinirim. Lütfen okumayanlar beğenmesin!
13 Kasım 2017'de, geçirmiş olduğum kaza sırasında, kafamdan aldığım darbeyle yaralandım. Dikişlerim alındı, tedavim bitti, şimdi çok iyiyim! Bu süreçte, başta kurtarıcıma ve oğluma, sonra iyileşinceye kadar, desteğini esirgemeyen kızkardeşim ve enişteme, arayarak soranlara, teşekkür ediyorum.. Ve tekrar aranıza döndüğüm için de mutluyum, sevinçliyim!..
Öncelikle; her başa gelen olaydan, bir ders alma özelliği, alışkanlık yarattığı için bende, bu olaydan aldığım dersin, duygularımda yarattığı etkiyi, paylaşmak istiyorum sizinle..
13 Kasım 2017, Pazartesi günüydü, duşumu aldım, en sevdiğim kıyafetlerimi giydim, hazırladığım bir dava dosyam vardı, belgelerin ve gerekçeleriyle yazmış olduğum dilekçemin, çıktılarını almak için çarşıya gittim. İçim kıpır kıpır, neşeyle, yaşama sevincimi, pozitif enerjiye dönüştürerek, davayı kazanma inancımı da kattığım, dosyamın hazırlıklarını tamamlayarak,işimi halledip, eve döndüm. Baktım evde eksik birkaç şey var, üstümü çıkarıp, eşofmanımı giysem, oturacağım bilgisayarımın başına, açlıktan ölsem ekmek almaya dahi gitmeyecek, oğlum okuldan dönerken alıp gelene kadar onu bekleyeceğim. Biliyorum ya huyumu, sıcağı sıcağına markete gittim. Alacaklarımı aldım da, eve dönüyordum. Her zamanki alışkanlığımla, evimin yolundaki benzinlikten yürüyordum. Hava kararmış, sokak lambalarının ışığı ve benzinliğe uğrayan arabaların yaktığı farların yanmasıyla, her taraf gözümü alan ışıkla kaplıydı. Yıkanan arabalardan, benzin deposundan sızan, mazot ve yağ suya karışmış, parlak ve yağlı bir tabaka oluşturmuştu, asfaltın üzerinde. Üstümde koyu yeşil örgü bir elbise, karanlıkta arabalar tarafından güvenliğim için fark edilsin diye açık yeşil yağmurluğum ve ayağımda o gün ilk giydiğim haki spor ayakkabılarım. Beni fark etmemeleri mümkün değil araçların. Buna rağmen baktım, benzinini dolduran, işini bitiren araçlar üzerime doğru geliyor, benim yolum iken, ben yol verdim onlara, kendimi sağa vurdum. Yol rampa ve araçlar üzerinden gide gele, aşınmış sivri bıçak gibi, küçüklü büyüklü taşlarla dolu. Olsun dedim, gidebileceğim son noktaya kadar, kenardan yürüyorum. İşte o an elimde de market poşetleri, ne oldu anlayamadım, ayağımın altından dünya kaydı, beni bilmediğim bir boşluğa fırlattı sanki, rampadan aşağı. Kafamı vurmuş, kanlar içinde yere yığılmışım. Yanımda hiç kimsem yok! Oysa benim oğullarım, kardeşlerim, akrabalarım, arkadaşlarım, o kadar çok tanıdığım insanlar var ki, ama kimse yok!.. Hemde şu anda, bayılıp kendimden geçeceğim şu anda, kimsem yok, bundan sonra neler gelecek başıma hiç bir fikrim de yok. Üç öğrencinin yardıma koştuğunu gördüm o an. İçlerinden kız olanı bağırıyor, "kanı durmuyor ablanın, ambulans! ambulans çağırın"! Sonra elinde koca bir peçete kutusuyla, genç bir adam koşarak geliyor, kafama tampon yaparken, kendimden geçiyorum. Ambulansın geldiğini göremiyorum. İnsanlar başımda, sürekli soru soruyorlar, duyuyorum ama o soruların cevabı yok bende.. Kimim?, kimsem var mı? bilmiyorum! Çantamdan cep telefonumu ve günlüğümü çıkarıp, oğlumun telefon numarasını buluyorlar, çocuk derste, telefonu kapalı. Okulu arayıp ulaşana kadar, benim en yakınım hiç tanımadığım, sokakta karşılaşsaydık normal şartlarda, tanımadığım için selam vermeden yanından geçeceğim o genç adam, ambulansın arkasından, poşetlerimi de arabasına atmış, arkamdan hastahaneye gelmiş. En yakınım bu genç adam olmuş bir anda. Sevgilim mi? eşim mi? kardeşim mi? kim bu adam? hiç bilmiyorum. Çünkü hafızam kaybolmuş! Gelmişim, geçmişim yok olmuş, kafamı çarptığım anda. Bu kadar kolay yani, sahip olduğun hiçbirşeyin sahibi değilsin. Bir hiçsin. Akıl ve şuur olmayınca, yabani bir ottan, daha değersiz. Bunları düşünüyorum ağrılar içinde ama söze dökemiyorum. Kelimeleri de unuttum. Sanki cami avlusuna bırakılmış, yeni doğan bir bebek gibi. Kimler bulacak beni bilmeden düşünürken, ilk ayılmam kafama çivi çaktıklarını sandığım anda oldu. Güldü doktorlar, "hoşgeldin dünyaya" dediler, "çivi değil, zımba, kafandakilerin açık kapı bulup, dışarı kaçmalarını önlemek için, hafızandaki bilgileri, dosyalıyoruz" der gibiydiler. Yine o genç adam baş ucumda, kim bu ya? Hiç ayrılmıyor, ne kadar da endişeli, merhamet dolu yüreğini, okuyorum gözlerinden, acıyorum adama, "benim için üzülme" diyorum içimden. Tetkikler, acil müdahaleler derken, gözlem odasına alınıyorum, yine yanımda bu adamdan başka hiç kimsem yok! Sıyrılamıyorum bir türlü sahipsizliğimden. saatler geçerken, gözlem odasına bir çocuk giriyor, kan çanağına dönmüş gözleri, hastahaneye gelirken. Bu benim oğlum diyorum bağırarak, çok şükür benden olan ilk şeyi hatırladım, diğeri de var diğer oğlum geliyor aklıma, benden uzakta. Adım hala yok aklımda, oğlumu teselli ediyorum, bakma kan revan halime, iyiyim ben, hadi evimize gidelim diyorum. Doktor geliyor içerden, tetkikler temiz, ama ilk 24 saat tehlikeli, sürekli soru sor annene, bilinç kaybı olursa hemen geri gelin diyor, yanımdan hiç ayrılmayan o genç adamın da yüzü, oğlum gibi tebessümle doluyor. "Artık seni oğluna emanet edip gidebilirim" diyor, oğluma soruyorum bu kim diye? O sana yardıma koşan, hiç tanımadığımız biri, zamanında hastahaneye yetiştirerek, hayatını kurtaran diyor, minnet duyuyorum, telefon rehberime adını, "kurtarıcım" diye kaydediyorum sonradan. Ve kırk sekiz saat, soru yağmuruna tutuluyorum, oğlumdan.. Yavaş yavaş gelen hafızamdan, tehlikeyi atlatıyorum. Kardeşlerim bir yandan, oğullarım bir yandan ve o genç adam, telefonla arıyor saat başı beni durmadan. Ayık tutmaya çalışıyorlar, uyursam tehlikeli olurmuş, uyumuyorum, kahve çay içiyorum durmadan. Kimseyi üzmemek için. Sonra kızkardeşimle eniştemin aklı kalıyor bende, dayanamıyorlar, alıp götürüyorlar beni Elazığdan. Yaralarımı sarmak, ve beni iyileştirip göndermek Diyarbakır'a kalıyor. Seviniyorum, kimsesiz olmadığımdan. Ama o kaza anında, hiç kimsem yoktu ya, belki ölebilirdim o an, son gördüğüm kişi olacaktı ya o yabancı adam, nasıl duyurabilirdim ki, sevdiklerimi çok sevdiğimi ve nasıl diyecektim, dünyanın malı dünyada kalıyormuş, giderken insan hiç oluyormuş, ayrılmayın hiç, birbirinize olan sevgiden ve bağlılıktan. Bir de yabancı diye selam vermediğimiz, kayıtsız yanlarından geçtiğimiz o insanlardan, uzak tutmayın kendinizi, bir tebessüm, bir nasılsın sözcüğünü esirgemeyin, tanımadığınız insanlardan, bunları diyecektim, bulup yakınlarımı tek tek ulaştırırmıydı sözlerimi bu genç adam. Ve içim burkuldu, insanların hırs, makam ve para için, birbirlerini kırıp, bir meziyetmiş gibi övündükleri o saçma gururdan. Hiç farkı yokmuş, en varlıklıyla en yoksul insan, sokağa çıktığı "o" an, kimsesi yoksa yanında, sokaklar kadar ıssız ve yalnızmış ve her insan muhtaçmış, yüreğinde sevgiyi, vicdanı, insani değeri yitirmeyenlerle, aydınlanan bu yaşamdan koptuğu an, ne güç ne mevki, ne varlık yetmiyormuş, bir anda bir sokak köpeği gibi, anlamını yitiren kimliğiyle, cezalandırılarak alınıyormuş bu hayattan... 1. resim kaza günü. kazadan bir iki saat öncesi içime doğmuş gibi,kendi kendimi çektiğim resim. Neyse ki son resmim olmadı :) Tamamen iyileştim. Dost sevinsin, düşman üzülsün ki ölmedi yine, içimden dolup taşan sevgi seliyle, atıyor şu kalbim, yine sevdiklerimle birlikte! Saygılarımla ve sevgilerimle...bediş