Bilinç Dışı ve Empati Duygusu
İnsan, diğer biyolojik evrimi geçiren türlerden, canlılardan; gelişmiş zihin, bilinç yapısıyla ayrılır. İnsan; primitif, ilkel toplumlarla gözle görülür bir şekilde zihinsel bir devrim yaşamıştır. Öncesinde temel gereksinimlerini karşılamakla yetinen insanoğlu, gelişmiş organizasyon yapısıyla bilinç dışından bilince, zihinsel evrime, kültürel devrime uzana bir tarihe tanıklık etmiştir. Zihin gücüyle diğer türlerden ayrışmaya başlayan insanoğlu; normatif bir sistem geliştirerek belirli başlı ahlaki, etik normlarla yaşamaya başlamıştır. Öncesinde herhangi bir ahlaki, etik norm olmadan hayvani güdülerinin yönlendirmesiyle beraber yaşayan canlı türlerine tanıklık eden doğa; zihni gücüyle toplumsal yaşamı oluşturan; rekabet, savaş hali, bencillik gibi duyguları ve durumları aşarak tensel hazların ötesinde yeni bir tinselliği, ruhsallığı geliştiren insanoğluna tanıklık etmiştir.
İnsanlığın, yukarıda bahsedildiği şekilde bilinç dışından bilince, reflekslerden ve güdülerden akli eylemlere geçiş yaparak kültürel, toplumsal bir devrimi gerçekleştirmesi dünyevi bir dönüşüm yarattığı kadar; spritüal bir dönüşüm de yaratmıştır. İlk din, topluluk, etnisite gibi olguların primitif toplumlarda meydana gelmesi; insanlığın gelişmiş organizasyon, kolektif hareket edebilme kabiliyetinin ürünü olarak tezahür etmiştir.
Anaerkil toplum yapısındaki klan içi cinsellik tabusu, modern dünyadaki ensest tabusunun geniş bir hale evrildiği cinsel tabu, insanlığın hayvanilikten, biyolojik türlerden arınarak toplumsal bir yaşama geçiş yapmasının ilk aşamasıdır. Her türlü üreme faaliyetinde bulunabileceği bireyi cinsel obje gören insanoğlu, anaerkil toplumlarla beraber merhamet, duygudaşlık, eşit bölüşüm gibi ilkelerle yeni bir toplum modeli tayin etmiştir.
İlk dinlerin (Budizm, Maniheizm, Zerdüştlük, Konfüçyanizm vb.) birçoğunun vejetaryenliği tasvip etmesi, ayriyeten eşitçil, barışçıl içeriklere, komünal değerlere sahip olması; anaerkil toplumsal formasyonun kültürel yapısının ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Klan tabusu komünal, eşitlikçi, toplumcu bir yaşama bütün insanlığı ortak ettiği gibi; evliliklerin klan dışında gerçekleşmesi enternasyonalleşmeyi, dar kabileciliğin aşılmasını da beraberinde getirmiştir.
Sümer Rahip Devleti ile başlayan devletçi uygarlık toplumsal ahlakı dejenere ederek pozitivist hukukun gelişiminin önünü açmıştır. Köleci ve feodal toplumlarla beraber klan tabusu yıkılmış, toplumsal yapı dejenere olmuş, ataerkil ahlaka geçiş yavaş yavaş başlayarak anaerkil toplumun komünal değerleri yok edilmeye başlamıştır. Roma’da ve Atina’da cinsel hedonizmin tekrar öne çıkışı, özel mülkiyetin hukuki tanımlamalarının yapılması, çarpık insan ilişkilerinin yaygınlaşması, zevk için hemcins ilişkilerinin oğlancılık şeklinde gündemleşmesi bahsedilen geçiş süreci adına önemli kantılar arz etmektedir. Özellikle Roma’nın kültürel emperyalizmi, eğlence ve tüketim endüstrisi aracılığıyla ideolojik uyuşturmanın temellerini atması, özel mülkiyetin yasallaşması; gelişmiş ataerkilliğin prototipi burjuva ulus devletlerinin primitif versiyonuna örnek teşkil etmektedir. Buna karşın anaerkil toplumlardan miras alınan belirli başlı ahlaki normlar ve siyasal işleyiş; ademi merkeziyetçilik, karşılıklı yardımlaşma ortaklaşacı komünal değerler hala korunmakta ve semavi dinlerde de yer almaktadır. ‘Benim milletim, benim çocuğum’ gibi mülkiyetçi düşünceler tümden egemenlik kuramasa da ‘benim dinim’ kavramı ortaya çıkmış, klan yapısı geniş aile yapısına evrilmiş; lakin metropoldeki çekirdek aile yapısına, diğer etnik kimlikleri yok sayan ulus devlete kıyasla daha komünal bir yapı mevcut olmuştur. Ayriyeten halk arasında kutsal devlet düşüncesi oluşmaya başlamış; anaerkil toplumun yarattığı kültürel devrim, bilimsel ilerlemeler ataerkil toplumsal yapıya atfedilmiştir. Mitolojideki İnanna-Enki çatışması bu tarihsel gerçekliğe adeta gönderme yapmaktadır.
Köleci ve feodal toplumsal formasyonlarındaki kültürel daralma, kapitalist toplumla beraber en üst düzeye ulaşmıştır. Kapitalizme hizmet eden bir bilim anlayışı geliştirilmiş, toplumsal ahlak bertaraf edilerek yönetim ve asayiş devlet bürokrasisinin yarattığı pozitivist hukuka bırakılmış, ademi merkeziyetçi yapı dağılmış; özel mülkiyetçiliğin, bencilliğin ve narsizmin prototipi çekirdek aile yapısı ve ulus devletler meydana gelmiştir.
Ekonomik parametreden bakıldığında zanaatla, loncalarla, teşkilatlarla ilerleyerek dağılan sermaye; ulus devletin ortaya çıkışıyla tek bir sermaye tekelinde toplanmış, geniş aile yapısı tümden çözülerek yerini ataerkilliğin en çarpıcı örneği olan çekirdek aile yapısına bırakmış, mülkiyetçilik en gelişkin haline bürünmüştür. Küreselleşmeyle beraber görünürde çekirdek aile yapısı çözülmüştür, gerçekte ulus devletler ve çekirdek aileler daha da güçlenmektedir. Toplumsal ahlakın bozulması, insanların tüketim için yaşayan özneler haline gelmesi, eğlence ve tüketim endüstrisinin gelişmiş bir hale bürünmesi; insanları çekirdek ailenin, devletin ve onları kumanda edecek herhangi bir başka otoritenin gönüllü köleleri haline getirmiştir.
İnsanlık kapitalist toplumsal formasyonla, kapitalist moderniteyle beraber, sahip olduğu bilinçte yabancılaşma geçirmiştir. ‘Benim devletim, mülküm, çocuğum’ düşüncesi insanı tekrar biyolojik evriminin başına göndermiştir. Normal koşullarda kültürel bir devrimle bilinç dışını aşarak bilince ulaşan insanlık, bilinç düzeyine ulaştığını unutarak kültürel emperyalizmin tekeline girmiştir.
Homoseksüellere, etnik azınlıklara, transeksüellere, farklı dine mensup olanlara duyulan nefret bu yabancılaşmadan türemektedir. Zira bilinç dışında herkes insandır lakin yabancılaşmış insan bilinç dışından bilince ulaştığı gerçeğine yabancılaştığı oranda empati duygusundan da uzaklaşmıştır. Ortaklaşa, sınırsız yaşayan insanlık; devletlere, çekirdek ailelere bölünmüş (özellikle Victoria Dönemiyle) insan olduğu gerçeğini atlayarak farklı kimliklere düşmanlaşmış; aile kurmak, tüketmek, cinsel ilişkiye girmek, çarkın içinde üretmek dışında hiçbir vasfı olmayan özneler haline gelmiştir.
Kapitalist toplumun yegane yapıtaşı orta sınıfın faşizmle bütünsel ilişkisi, Avrupa'da gelişen ulus devletlerin ve radikal milliyetçiliğin prekarya, küçük burjuvazi temelli olması, çekirdek aile yapısının Victoria dönemiyle doruk noktasına ulaşması, bahsedilen bilinç dışına yabancılaşma olgusunu gözler önüne sermektedir. İnsanların arasında çizilen yapay sınırlar kültürel, cinsi, cinsel yönelim, etnik farklılıkları düşmanlaştırıcı bir yapıya iterek empati duygusunu dumura uğratmıştır.