“Havanının güneşli olması bile mutlu kılmıyorsa beni nedir o halde bu huzursuzluğumun eksikliğimin sebebi diye, yazmışım önümdeki kağıda. .
“Havanının güneşli olması bile mutlu kılmıyorsa beni nedir o halde bu huzursuzluğumun eksikliğimin sebebi diye, yazmışım önümdeki kağıda..Zihnimin tünellerinde gezinen bunca sorunun, ağrının tek ilacı kütüphanem. Ne zaman bir şeylerden kurtulmak istesem ya da gerçek sorunların dışında bırakılmak istesem hemen içine benim bütün dünyamı doldurduğum kütüphaneme yönelip yeni bir soruyla baş başa kalmak isterim: Hangi yazarın düş dünyasını kurcalayalım bu sefer? Bunu yapan bir dünya insan biliyorum, kütüphanelerin dehlizleri olduğuna inanan, yazarların kendi gölgeleriyle bir başka dünyadan geldiklerine şahit olmuş olanlar ve bunu kamu yararına herkese açıklamaya kalkanlar, yazılarında kendi labirentlerini oluşturan OULİPO’cular geliyor aklıma. Calvino ve Perec kendi satranç tahtalarını kurgularken, Quino bir zaman tünelinde yaşamayı seçer. Bizde, bunun en etkin örneklerinden, yerli olanı, Reşit İmrahor da vücud bulan “Reşit İmrahor Yaşadı mı Hiç ?” olayıdır.. Türk edebiyat tarihinde yaşanan “gerçeğin yan(ıl)sıması” dediğim bu olay biraz da edebiyatın sanıldığı kadar ciddi, yazarın sandığımız kadar gerçek olmasa da olur fikrine itmişti beni.
80’lerin sonu 90’ların başında Argos gemisinin tayfası olarak tanımıştık önce. Her dönemin dahisini yaratmış olan bu camiamızda o dönemlerde “Edebiyatın Dahi Çocuğu” olarak karşımıza çıkmıştı Cem Akaş. Sonraları edindiği gizil edebi gücüyle bunu kanıtladı da aslında. Edebiyatın içerisinde bir oyun bozan olarak yeni bir oyunun içerisine de çekmişti okuyucuları. Kimi zaman Reşit Eğriboz, kimi zaman Reşit Eğribor olarak tanınmadan, tanışmadan da yazarın varlığını sürdürebileceğini söyleyenlerin arasında yerini alarak.
Reşit İmrahor’u ele veren jurnalist o’ydu. Edebiyatın Judas’ı olarak yer aldı gönüllerimizde.
Kitap raflarından geleceğimin haritasını ararken rastladım Kant Klubüne.. Cem Akaş’ın Gidemeyecekler İçin Urbino’dan hemen önceki bir eseri. Elimde evirip çeviriyorum önce. Neyle karşılaşacağımı biliyorum sanki. Cem Akaş’ı 7 romanıyla tanımıştım. Çok gülüp çok eğlenmiş, zekice çıkışları olduğundan kandırılmıştım bile çoktan. Kant Klubü’nde de aynı şaşkınlıkları yaşadım. Öncelikle kitabın çağrıştırdığı ilk şey, Dumas Klubü olmuştu. Oysa ki Kant Dumas dan farklı olarak, bir felsefeciydi. Dumas ise ünlü Üç Silahşörlerin yaratıcısı. Kant, modern çağa damgasını vurmuş argümanlarıyla, yinelenerek günümüze kadar ulaşmış olan bir bilim ve ahlak felsefecisi aynı zamanda romanın çizgisel yön vericisiydi.
Yazar, yarattığı kahramanları aracılığıyla yükselen değerler, günümüzün toplumsal ve bireysel çıkışları, milenyum ve teknoloji çağı, felsefenin insanlığın geleceğine yön verirkenki çırpınışlarını, roman örgüsüne ince ince yedirmiş ve bu sorunlar romanın ana teması olarak vücuda gelmiş. Teknoloji çağının hastalıkları yine teknolojik devrime umut bağlanarak giderilmeye çalışılıyorken yöntem olarak Kant’ın felsefesindeki bireyin başlı başına bir araç olması idesi öne sürülüyor. Kitap, sekülerleşen insanlığın, kendi kaderine yaptığı yolculukta öne çıkardığı gizli örgüt motifiyle teleolojik açılımı ima eden sivil din anlayışının ayak izlerini süren bir tezi işaret ediyor gibi. Romandaki Klugel örgütü yeryüzüne ve insan aklına indirgediği inanışlarıyla insanın büyük kaderine yol alışının küçük serüvenini yansıtıyor.
Perdenin arkasındaki güçler, Dünyanın gizli elleri, belki de o kadar içimizde. Bu belli belirsiz varoluş, bizim aramızda bir iddiadan öte gidemezken, son yıllarda sıkça, yazılan romanlarda, çekilen filmlerde, anlatılan öykülerde ve yaratılarda hayal dünyamıza kesinlik ve netlik içeren fantastik ve farazi görüngüler sunuyor.
Kant klübü de bu yolda soluk soluğa bir maceranın tam orta yerine sürüklediği kahramanlarıyla, dünyanın kötü gidişatını ters yüz etmeye çalışan Klugel ve Zürafaları Lekeme Komitesi adlı gizli örgütler ve bunlar arasındaki yapboz oyunlarıyla insanı fantastik dünyanın kapılarına sürükleyen bir hikâye örgüsüyle çıkıyor okuyucunun karşısına.
Cem Akaş’ın Kant Klübü’nde yarattığı Su, Kerim gibi kahramanları, geleceğe, tarihi avuçlarına alarak yön veren; büyük ideallerde masumiyeti çağrıştıran ilişkiler dizgesinin genç
nefesleri... Klugel ve Zürafaları Lekeleme komitesinde gençlere verilmiş bir misyonla karşılaşıyoruz. Kitapta gençlik, yarının şekillendiricisi ve yönlendiricisi misyonuyla çıkıyor karşımıza. Roman gençliğin serzenişinden çok seslenişini ve mizah dürtüsünü ön plana almış.
Yazarın gençlere hitap eden kelime buluşları, lakapları, isimleri ve matrak benzetmeleri konuyu eğlenceli bir biçime sokmuş ve aksiyon filmlerini andıran bir havaya bürünmüş. Bu anlamda günümüz gençlerini eğlendirirken düşündürmüş. Akaş, romanında kendi kendini ve diğer kitaplarının benzer temalarını ti’ye almış, son zamanlarda benzerlerine çok rastladığımız gizli örgüt temalarıyla da burada dalga geçmiş. Oyun içersinde oyun kurmacası sahnelediğini hissettirerek romanın bir uydurma olduğu konusunda kendi kendini ele vermiş.
Romanda Aklan Toker ve Buzcam karakterleri aksiyonu tetikleyen iki ana ögedir, Aklan Toker’i kendi halinde bir konservatuar öğrencisi olmaya çalışırken, geleceği kurtarmaya çalışan bir fizikçi olmaya ikna edilmiş olarak buluyoruz. Tıpkı 7 deki Kronk dininin kurucusu olduğu sanılan Peygamber Cem gibi. Peygamber Cem de keman çalıyordu... Buzcam da kurtarılmışa yol alan serüvenler, kesintiye uğratılan planlar, eyleme davet eden örgüt temalarını kendi bünyesinde toplayan büyük bir örgüt lideri olarak gençleri umut kulvarlarına doğru yolculuğa çıkarıyor. Romandaki eğlence güldürü ve aksiyon okuyucuyu motive edici bir mobilite yaratıyor. Entrikalar, aşklar tuzaklar Akaş’ın diğer kitaplarında olduğu gibi Kant Klübünde de başka bir kimliğe bürünerek karşımıza çıkıyor.
Su ve Aklan ilişkisinde duygunun düşünceye dâhil veya yenilmek zorunda olduğuna ait mesajlar Cem Akaş’ın diğer kitaplarının seri düşüncelerine paralel bir biçimde yinelenmiş gibi.
Büyük idealler, aşkı gölgesine alıp geleceğe, insanlığa feda edilebilir mi? Yoksa aşkın tezahür ettiği anlık kesişmeler, zaman aralıklarının daralttığı duygu yoğunlaşmaları, idealler içinde eriyip gidebilir mi?
Kısaca tüm bunların cevabı ince ince işlenmiş bir şekilde Cem Akaş’ın “Kant Kulübü” isimli kitabının satır aralarında okunmayı bekliyor.
Şefin salatasından herkesin damağına hizmet eden lezzetler bulunabilmesi dileğiyle.
Afiyet olsun!