VAN- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- KESK’e bağlı BES iş kolunun Van Şube Başkanı ve ekoloji aktivisti Seher Kadiroğlu Gazeteci Hamza Özkan’nın sorularını yanıtladı.
Bizler doğa talanının atındaki asıl nedenin; doğal dünyaya hükmetme fikrini ortaya çıkaran şeyin yaşadığımız toplumun her zerresine nüfuz eden hiyerarşik zihniyet ve sınıf ilişkilerinin olduğunu kabul ediyoruz. Yani gerçek tahribat insanın-insana, insanın-doğaya olan tahakkümüdür. “Büyü ya da yok ol.” sözleriyle doğa tahribatının nedenlerine değinen Seher Kadiroğlu'luyla yaptığımız söyleşiyle başbaşa bırakıyoruz sizleri...



Seher Kadiroğlu kimdir; hayata nasıl bakar, hayatı nasıl anlamlandırır?

Ben Gewerdoğumluyum. Lise öğrenimimi Gewer’de bitirdikten sonra Balıkesir Üniversitesi’nde Maliye bölümünü okudum. 2013 yılında ayrı bir alan olan İş ve Meslek Danışmanı olarak Van İŞKUR İl Müdürlüğüne atandım ve 2017 de KHK ile işimden ihraç edildim. KESK’e bağlı BES iş kolunun Van Şube Eş Başkanlığını yürütüyorum. Aynı zamanda ekoloji aktivistiyim.Hayata bakışımda doğduğum topraklar,ailem ve içinde yaşadığım toplum belirleyici olmuştur.Dili, kültürü,benliği yok sayılan bir toplumda doğunca daha çocukken dayatılan sisteme karşı bir isyanla büyüyorsun ve emekçi sınıfına da dâhil olunca sistemin topyekûn baskısını hissediyorsun. Aradığım anlam özgür bir birey olmak için, özgür bir iradeden başka kaynaklara da ihtiyaç vardı, bu kaynak benim için sömürülmeyen bir doğa,cins,toplum,sınıf için bütün gücümle karşı çıkmak, mücadele etmek.



Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin (MEH) amacı nedir, hedefleri nelerdir,MEH hangi çalışmaları yürütüyor?

MEH ‘in amacı toplumsal ekoloji görüşüyle doğa-insan uyumu çerçevesinde doğa talanına karşı durmaktır. Bizler doğa talanının atındaki asıl nedenin; doğal dünyaya hükmetme fikrini ortaya çıkaran şeyin yaşadığımız toplumun her zerresine nüfuz eden hiyerarşik zihniyet ve sınıf ilişkilerinin olduğunu kabul ediyoruz. Yani gerçek tahribat insanın-insana, insanın-doğaya olan tahakkümüdür. “Büyü ya da yok ol.” Kuralıile gözü doymaz sistemin toprakları kuruttuğu, verimli arazileri beton yığınlarıyla doldurduğu, hava ve suyu zehirlediği ve büyük çaplı iklim, hava değişikliklerine yol açtığı bu yüzyılda, alternatif olarak kolektif bir güçle bu talanın önünde durmayı hedefliyoruz. Aslında çalışma alanımız üretimi komünleştirmek, doğal tohumları çoğaltmak, herkesin suya erişimini sağlamak gibi bir sürü şey sayılabilir ama maalesef Kürdistan coğrafyası öyle bir talan ve katliama uğruyor ki her kentte ayrı bir yıkım bizim çalışma alanımız oluyor. Amed’te Hevsel Bahçeleri, Sur, orman yangınları, Van da HES’ler,gölün korunması, JES’lere,GES’lere karşı çalışma, Dersim'de ormanyangınlarına karşı çalışma gibi her ilde başka bir tahribat başka bir çalışmayı doğuruyor.



Ekoloji ve ekosistem deyince ne anlamalıyız, ekosistemdeki dengeyi korumak neden hayati bir önem taşıyor?

Ekosistem; en basit tanımıyla bir alanda canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden çevreyle ilgili sistemlere denir.(orman ekosistemi)Ekoloji; canlıvarlıkların yaşam ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen bir disiplini açıklamak için kullanılır. Tabiekoloji kavram olmanın ötesine çıkmış, birçok bilime konu olmakla birlikte artık bir bilim dalı. Asıl dikkat çekmek istediğimiz ekolojik tahribatların nedenleri ve nasıl önüne geçebileceğimizdir. Sorunun gerçek nedenini görmediğimiz zaman yanlış teşhis yanlış tedaviye götürecektir bizi. Dünya ekosistemlerinin sağlığını, bütünlüğünükorumak ve onarmak hayati önem taşıyor. Kopacak bir halka bütün canlıların yaşam alanlarını geri dönüşü olmayacak şekilde etkileyecektir.



Dünyanın başına gelmiş en büyük felaket çoğu zaman insan gibi geliyor bana; insanın hangi faaliyetleri Ekosistemi tehdit ediyor?

Bu yaklaşım aslında toplumun doğayla olan etkileşimin doğru biçimde kavranması bakımından sorunludur. İnsanı felaket olarak görmek doğa ve insanı/toplumu iki ayrı dünyaymış gibi değerlendirmek doğru bir bakış açısı değil. Tüm organizmalar gibi, insanlar ancak doğa içinde ve doğayla birlikte yaşar. Pek çok canlı türü gibi insanda hava, su, toprak ve doğanın sunduğu değerler olmadan yaşamını sürdürmesi imkânsızdır. Böyle yaklaşmak ne kadar yanlış ise insanın evrenin merkezine yerleştirilmesi de o denli yanlıştır. Sürekli ya insan doğaya egemen ya da doğa insana egemen düşüncesi öğretilir oysaki doğa ve toplum uyum içindedir. Kapitalist,sömürgeci,yüksek kar hırsı, getirim ve sermayedarların doyumsuz, sınır tanımayan tüketim çılgınlığı asıl tehdittir.



-Haklısınız, insanın merkeze konmasının yarattığı problemler kimi zaman bizde de doğayı merkeze koymak gibi yanlış algılara neden oluyor…



İnsan faaliyetlerinin başında üretim geliyor şüphesiz ve üretimle beraber rant kavgaları; tüm bunlar gelecekte ekosistem üzerinde nasıl etkiler bırakacak sizce?

Evet, insanın doğaya katma değer sağladığı alanların başında üretim geliyor tabi ki hangi üretim, nasılüretim, kimin için üretim soruları çok önemli.Endüstriyelleşmişüretim nedeniyle doğaya, su kaynaklarına, hayvan ve bitkilere,  insan sağlığına zarar verilir.Tektip,maliyetiucuz,seri ve sadece kar amacı güden üretim tabi ki sermayedarlar arasında rant kavgalarına hatta savaşlarına neden oluyor. Mevsimsel ve coğrafi koşullara uygun olarak doğaya, hayvana, bitkiye, insana zarar vermeden; bölgenin yerlileri tarafından ve bölge ihtiyaçlarına uygun kimyevi hiçbir madde içermeyen üretim yapılıp adaletli erişim olunca hiçbir kavgaya sebep kalmaz. Gelecekte dememize gerek kalmadı aslında şu anda çıkan etkileri görüyoruz.Nesli tükenen hayvanlar, kuruyan su kaynakları, yakılan devasa ormanlar, ot bitmeyecek hale getirilen toprak, kirlenen hava ile doğaya ve bütün ekosistemlere zarar veriliyor.



Son zamanlarda Türkiye genelinde ve bölgemizde tarihi mekânlar, akarsular, doğal güzellikler, tarımsal alanlar rant merkezlerine dönüştürülüyor devlet eliyle. Bunun ülkeye ve dünyaya zararları neler olacak, gelecekte hangi koşullarla karşı karşıya kalacağız?

Türkiye’nin ve Kürt coğrafyasının tamamı aslında talan, tahribat ve bir sömürü altında. Artık devletin ranta açmadığı bir yer kalmadı. Tarım arazilerinin imara açılması yerel üretimi bitirerek bölgeyi ve ülkeyi dışa bağımlı hale getirdi. Mevcut ekonomik krizin sebeplerini dışarda arayan zihniyet bunları görmelidir. Akarsulara, nehirlere, göllere ve denize zarar verilmesi gelecekte su ekosistemi ile bütün canlıların yaşamını etkileyecektir.Bizim suyumuzu alıp paketleyip bize geri satan sisteme bağımlı hale geleceğiz. Çeşmemizden, deremizden su içmek hâla bir özgürlük, bu yaşam hakkı elimizden alınacak. İçe Vadisindeki suyun barajlarla önün kesilmesi sadece ulusal bir sorun değil aynı zamanda sınırları aşan bir sorun haline gelecek. Dünya ekosistemi birbirine bağlı bir zincir halkasıdır Dersim’in ormanları yanarken sadece bölge değil, ülke değil bütün dünyanın ciğerleri yanar ve oradaki sayısız endemik canlının yaşamı zarar görüyor. Tarihimekânlar insanlığın hafızasıdır, belleğidir. Belleksiz bir insanlığın geleceği de olmaz. Hafızamızı, toprağımızı,suyumuzu,havamızı koruyalım derken bütün dünyanın bu konuda aynı hassasiyeti göstermesi gerekiyor.

Hasankeyf’in durumunu pekçoğumuz merak ediyoruz, koskoca bir tarih sular altında mı kalacak, Ilısu Barajı ve HES projesi neden 12 bin yıllık bir tarihe tercih ediliyor?

Hasankeyf’in 12 bin yıllık tarihi; orada yaşayanların evleri, anıları ve gelecekle ilgili hayalleri; bitki ve hayvan türleri ile birlikte Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak. Dicle Vadisi'nde bir yaşam bitecek.Barajkültürel,ekolojik,sosyal ve psikolojik yıkıma neden olacak. Hasankeyf’indinamitlenmesi, taşınması, yok edilmesi hem bu ülkenin hem de ses çıkarmayan kesimlerin tarih boyunca utancı olacaktır. Türkiye tarihi boyunca bu utançla var olacaktır. IlısuBarajı Projesi kime ne vadediyor ki 12 bin yıllık tarihten, hafızadanvazgeçiliyor, bununirdelenmesi gerekir.Birçok endemik türün yaşam alanı olan Dicle Vadisi’nin her yerine baraj kurulmasıyla son bulacak. Ilısu Barajı Projesi Hasankeyf gibi yüzlerce yerleşmeyi de etkilediği, baraj suyu altında kalmasından dolayı bazı hayvan ve bitki türlerinin besin ve habitatlarının yok edilmesiyle birlikte kitlesel balık ölümleri, iklimde yumuşama ve doğal yaşamda değişim gibi birçok ekolojik ve çevresel etkileri olacak. Ekolojik kazıları tamamlanmayan Hasankeyf ile birlikte aydınlanmayan bir tarih de sulara gömülecek. Kürt coğrafyasında yaşanan bütün katliamlara dünyada sessiz kalmakta UNESCO ‘nun dünya miras listesinde yer alan Hasankeyf için kimse bir şey yapmamıştır. Greenpeace’in Dersim’deki orman yangınlarına sağır olmasından bu uluslararası kurumlarının da birilerinin tekelinde olduğu anlaşılıyor.

 


HES’ler (hidroelektrik santrali) JES’ler (jeotermal elektrik santrali)ve barajlar Kürt coğrafyasını nasıl etkiliyor, buna ilişkin projelerin amaçları neler, sonuçları neler olacak?

HES’ler, JES’ler Kürt coğrafyasının sularını, toprağını, havasını, bitkisini büyük bir hızla zehirliyor yok ediyor. Sularımız güvenlik barajları ile tekelleşiyor doğa için can suyu bile bırakılmıyor. Topraklarımız tarım yapılamaz hale getirildi. Bu projelerin nihai hedefi bölgenin insansızlaştırılması ve göçe zorlanmasıdır. Coğrafyamızda insanlar yaşamlarını dayanışarak, doğa ile uyumlu bir şekilde sürdürmekte kapitalist sisteme muhtaç kimseler olmadan tarım, hayvancılık, arıcılık yaparak yaşamlarını idame etmektedir. Bölge HES cehennemine döndürülmüş durumda, şimdi de Jest projeleri ile toprak, su, hava zehirlenecek ve hiçbir canlının yaşam alanı kalmayacak.



Dersim ve Lice sık sık orman yangınlarıyla gündeme geliyor, bu yangınların nedenleri nelerdir, nasıl sonuçlar doğuracak gelecekte?

Kürdistan’daki orman yangınları politik yangınlardır. Ormanlar stratejik savaşın bir silahı olarak kullanılıyor. Ormanlar uluslararası birçok sözleşme ile korunmaya alınmasına rağmen ve Türkiye bu sözleşmelerin tarafı olmasına rağmen her sene Dersim, Lice, Bingöl, Çukurca, Şırnak da ormanlar devlet eliyle yakılıyor. Yasaklı bölge denilerek yangınları söndürmek için giden insanlara izin verilmiyor ve bu orman yangınlarının tahribatı valiliğin orman yangını listesine girmiyor.90’lı yıllarda başlayan çatışmalı süreçten beri yakılan hektarlarca alana ağaç dikimine de izin verilmiyor. Orman ekosistemi içerisindeki bütün canlılara geri dönüşüimkânsız zararlar veriliyor. Bölgedeki endemik canlı türleri yok ediliyor. Hayvancılık, arıcılık yapan yurttaş ekonomik olarak zarara uğruyor ve bu işlerini yürütemediği için topraklarını terk etmek ve zorunlu göç etmek durumunda kalıyor. Göçe zorlanan insanların toprakları tekelleşiyor ve devletin, rantçılarının tasarrufuna sunuluyor.



Dünyanın yenileyebileceğinden daha fazlasını tüketiyoruz; bu dünyadaki ekosistem ve bizim için nasıl bir gelecek hazırlıyor?

Dünya ekosistemleri bizim için bir gelecek hazırlamıyor aslında biz bu ekosistemleri geleceği olmayacak şekilde tahrip ediyoruz. Doğanın kendini yenileyememesi aslında bu ekosistemdeki bütün canlıların da geleceğinin olmayacağı anlamına geliyor. Aşırı yapılan üretim için aşırı tüketen bir toplum yaratan kapitalist sistem, tersi de doğrudur, kar hırsıyla doğayı ve insanı tüketmekte, köleleştirmekte. BU kadar üretim ve tüketim varken neden dünyanın büyük bir bölümü açlıkla savaşıyor, temiz içme suyuna bileulaşamıyor. Afrika da çocuklar açlıktan ölüyor hâla. Öyleyse şunu söyleyebiliriz dünya gelirinin büyük kısmı küçük bir sermayedar, rantçı kapitalist sistemin sahipleri arasında bölüştürülüyor ve diğer kesim bu sistemin kölesi, işçisi ve sömürüleni haline getiriliyor.Tüketen, tüketim hastalığını bizlere dayatan bu sistemdir.



Devletlerin sorumlulukları nelerdir ekosistemi korumak konusunda, devletler bu sorumluluklarını yerine getiriyorlar mı? Türki’nin sorumlulukkarnesi ne durumda?

Devletlerin sorumlulukları ekonomik etkinliklerin doğa üzerinde oluşturduğu bozulmayı azaltacak, oluşacak tahribatları önleyecek düzenlemeler yapmasıdır. Uluslararası çevre rejimlerinin oluşumunda temel bir aktör olarak devletler yer alır. Ulusal düzeyde çevre politikalarını, düzenleyici araçları ve uygun hukuksal yapıyı oluşturması ve uygulamasını denetleyip izlemesi de  gerekendevletlerdir. Ulusal ve yerel düzeylerde türlü toplumsal kesimlerin doğanın korunmasına dönük etkinliklerde yer almasını desteklemesi gereken de devletlerdir. Bu sorumluluklarını yerine getirmeyi bırakın doğa devletlerin eliyle sisteme peşkeş çekiliyor. Türkiye’deki siyasal iktidar politikaları çerçevesinde doğaya,tarihimiraslara,kültürel varlıklara en çok zarar veren devletlerdedir Türkiye. Hatta kendi eli ile tahribatı yapıyor. Zira Dersim, Hasankeyf örnekleri karnenin ne durumda olduğunu somut bir şekilde gösteriyor.



Ekosistemi korumak için neler yapılmalı, önerileriniz nelerdir?

Ekosistemi korumak için öncelikli onarımcı ve önleyici politikaların geliştirilmesi gerekir. Kirliliğin ve atıkların havada, suda ve toprakta oluşturduğu olumsuz etkileri azaltmaya dönük çalışmalar yapılmalı. Kesilen, yakılan ağaçların yerine yenilerinin dikilerek, maden alanının ağaçlandırılması, toprağı altüst edilmiş bölgenin rehabilitasyonu gibi. Önleyici politikalar ise henüz zarar verilmeden amiyane tabirle iş işten geçmeden oluşacak zararların önlenmesi. Tabi doğa toplum ilişkisi içerinde gerçekleşebilecek önlemler bunlar; Kadının öncel olduğu, yerelliğin belirleyici ve komün bir ruhla tekrardan doğa ve insanla yürütülen savaşın sona erdirilmesi ile gerçekleşecektir.



Ve son olarak bizler bireyler olarak dünyamızı korumak için neler yapabiliriz?

Ben buna bir örnekle cevap vermek istiyorum ve örneğin bütün mesajları ileteceğini düşünüyorum. Hepimiz kendi atalık tohumumuzla komün bostanımızı geleneksel tarım yöntemiyle, hiçbir kimyevi ilaç kullanmadan, yüksek kar hırsına düşmeden, coğrafyamızın koşullarına uygun olarak ekip hasadımızı bölüştüğümüz zaman hem doğayı hem de kendimizi korumuş oluruz. 

Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz.

Sevgiler