Suruç Kimin Yurdudur! İki kaşının arasında boşluk olmayan esmer yüzlü çocukların, önce kalemleri sonra oyuncaklarını kırdılar, oyunları bozulmasın diye beylerin! Sonra bu esmer yüzlü yurtta bir anne, “biz alışkınız, ya bu batıdan gelen çocukların ölümüne, ne diyeceğiz annelerine…” bu bir annenin vicdan sesi değil de nedir.











Suruç Kimin Yurdudur!

İki kaşının arasında boşluk olmayan esmer yüzlü çocukların, önce kalemleri sonra oyuncaklarını kırdılar, oyunları bozulmasın diye beylerin! Sonra bu esmer yüzlü yurtta bir anne, “biz alışkınız, ya bu batıdan gelen çocukların ölümüne, ne diyeceğiz annelerine…” bu bir annenin vicdan sesi değil de nedir. Hiç bir bayrağa bakmadan kalbini insana örten bu Kürt annenin kederine ne denilebilir!

Hangi bayrak, hangi yurt, hangi silah, hangi devlet ölçebilir bunu ve hangi tarih yazabilir bu bayraksız acıyı. Otuz üç gencecik bedenin acısı otuz üç gün sürmedi. Ne vicdanı yitik bir toplumuz be! Ben inanıyorum ki ellerinde silah taşıyan kara yüzlü adamlar, sürek avına çıkan üniformalılar ve kuşağının altında insanlığını sıyırıp bomba bağlayan intiharcının şehitliği şehitlik midir, tanrı biliyordur…

yoksa tertemiz, hala parmakları büyümemiş ellerinde oyuncak taşıyan o gencecik çocuklar mıdır şehit olanlar. Tanrı birdir, doğru da, adalet de, vicdan da… kanayıp durun ey kara tarihin oyuncakları, siz kanayıp durun…



ama tarihi sonunda insan yazacak ne kadar kaldıysa artık!… Suruç kimin yurdudur, biz bu çocukların annelerine ne diyeceğiz diyen bir annenin mi yoksa o bombayı patlatan bilmem ne şey(h)i bilmem nesinin mi? Bu yurt kimin.

Hangi genetik yanılgıdır sizi yeryüzüne indiren hata. Hangi zulmün sesisiniz siz. Bozguncu Ye’cüc ve Me’cüc’ün tarihi kalıntısı katiller misiniz, belki de (kutsal kitaplar da sizi yazmış ya, bakın Kehf suresi 93. – 99. Ayetlerine) siz iki dağ arasındaki söz dinlemeyen o milletsiniz…

Şimdi temmuzdur kuşlar üşür Suruç’ta bir tutam saç üşür kuşların ağzında, sonra kederli bir annenin yurtsuz sesinde tutuşur bir tutam saç… Sevinsin şimdi bir gram vicdanı olmayan tarihin kirli kalıntısı insancıklar! Uşak, bir kentin adıyken güzel de birine hizmet karşılığı olunca kahrediyor insanı.

Uşaklık nasıl olursa olsun, milli olunca da beş para etmez aşağılık bir duygudur. Suruç Ankara’nın öncesidir. Otuz üç gencecik bedenin ellerindeki oyuncaklara olan tahammülsüzlüktür. “İnsani yardım yüklü oyuncaklar!” değildi bu çocukların ellerinde taşıdığı oyuncaklar, insan insanlık yüklü çocuklarımızın bize hatırasıdır Suruç. Dün, bu hatıranın üçüncü yılıydı, o parmakları büyümemiş çocukların hatıralarının üçüncü yılı. Yazar Muazzez Uslu ablamın da içinde yer aldığı bir anma gerçekleştirilmek istendi Kadıköy Operada ve başkaca yerlerde… uçan tekmeli, gazlı müdahalelerden biri olmuş yine, meçhul güçler tarafından “insani yardım amaçlı!” müdahale olmuş!!!

Geçmiş olsun diyorum yarasına bakan herkese ve ablam Muazzez’e…

Suruç kimin yurdudur?

Orada bedeni tohum gibi insanlığa serpilen otuz üç gencin mi? Yoksa araçlarla bomba taşıyan güruhların mı? Suruç kimin yurdudur? Oraya bomba yüklü, bandrolleri bile olan, gerçek araçların mı yoksa içinde çocuk vicdanı yüklü, merhamet yüklü oyuncak araçların mı? Oyuncaklar konuşamaz değil mi!!!

Suruç kimin yurdudur? Gencecik çocukların bedenlerini iktidarlarının çınarı yapmaya çalışanların mı yoksa “biz bu çocukların annelerine ne deriz” diyen o annenin yurdu mudur? Suruç kimin yurdudur? Katliamın üçüncü yılında toplanıp “ahh adalet” diyenlerin mi yoksa o adalet diyenlere kalkan kalkanlı ellerin mi yurdudur Suruç! Ahhh, hiç biri sizin kitabınızın sesi değil, değil mi? Siz de yok o dediklerimizin hiç biri! Merhamet nedir ki, muslukta bedava aksa yüzünüzü tutmazsınız siz siz siz!!!

İktidarınız var olsun, tırlarınız dolu kalsın, milli kalalım yeter… yaşasın vatan, millet, Bolu, Hendek, Adapazarı ve PARA!