TÜRK EDEBİYATI, TÜRKÇE EDEBİYAT ÜZERİNE
Sanırım dört yıl önce Kanon Dergisi benden ''Türkçe Edebiyat mı? Türkiye Edebiyatı mı'' üzerine makale istemişti. Şimdi görüyrum ki bu konu üzerinde basında ve sosyal medyada ciddi bir tarışma var '' Türkiye veya Türkçe edebiyat diyen yayınevlerine, yazarlara boykot kampanyası açmışlar.'' Ve bu gündemi hiç soğutmamak gibi bir dertleri var.
Ki eğer bir cephe açmışlarsa benim onların dergisinde yazdığım bu yazıdan sonra bana da ''hasım'' gibi bakmaktalar Aşağıdaki dergi linkini tıklayaray yazımın tümünü okumanız mümkündür.
''TÜRK EDEBİYATI MI TÜRKÇE EDEBİYAT MI?''
Muazzez Uslu Avcı:
Kavramları kanırtmak bazen temel sorunları çıkmaza
götürür. Belli ki, ''Türk edebiyatı mı- Türkçe Edebiyat mı?''
ile açılan başlık üzerinden başlatılan bir tartışma ''ya bir mesaj
niteliğinde, ya da bir alerji vakası'' olarak algılanmakta. Bu
tartışma umarım, her iki taraf içinde '' bir milliyetçilik'' algısı
üzerinden yapılmıyordur.
Dünyadaki tüm uluslar edebiyat, şiir, sanat, felsefe alanında
hem birbirinden etkilenmiş, hem de birbirinin içinden
geçmiştir. Türkiye’de yaşayan birçok ünlü/ ünsüz şair, Fransız,
Rus ve İngiliz edebiyatından ağzına kadar etkilenmişken,
''Türkçe Edebiyat mı?'' tartışması, olsa olsa sadece dilin üst
başlığı altına hapsolur. Edebiyat, şiir, sanat hem yerel hem
evrenseldir. Dünyada, yerel ve evrenselin birliğinden birçok
eser çıkmamış mıdır, edebiyat/sanat dünyasında? Türkiye de
kaç şair Baudelaire, Milton, Shakespeare, Firuğ'dan
etkilenmemiştir? Kaç romancı Dostoyevski, Gogol, Balzac,
Babel, Wolf’dan etkilenmemiştir. Ayrıca Türkçe Edebiyat arı
mıdır? İçinde ne kadar Arapça, İngilizce Fransızca terim vardır?
Kürtçe de öyledir. Zira egemen dilin birçok kalıntısı vardır
içinde. Türkçede egemen/sömürgen ulus dillerinin etkisinde
kalmıştır. Sanatın, edebiyatın evrensel yanı ''...ce, ...ca'' başlığı
altına sıkışamaz. Sıkışırsa sadece kendi bağında yetişen
meyveyi tadar.
68
Diyelim ki, ''Türkçe Edebiyat'' peki bunu Türklük olarak
algılayan bir kesim, farklı etnik yapıdan ve dinsel çevreden
gelen edebiyatçılara getto muamelesi yapmış olamaz mı?
Türkiye sınırları içinde ürün veren azınlık eserlerini
görmemezlikten gelerek edebiyatımızda milliyetçi edebi
kanonu oluşturmak gibi hevesleri olanlar hep vardı, hala da
var.
''Son yıllarda edebiyatı meşgul eden İki kavram''
diyorsunuz. Bu iki kavramdan hangisi kullanılmalıdır?
Meselesinde konuyu biraz açmak isterim.
Amerika'nın kullandığı İngilizce, İngiltere'nin de İngilizce.
Amerikalı Carl Sagan'ın edebiyatına İngilizce edebiyat mı
demeliyiz? Yoksa Amerikan edebiyatı mı demeliyiz? Ya da adı
üstünde çok uluslu birleşik devlet olan Amerika da, çok dilli
edebiyat olmaz mıydı? Ama egemen ulus başlığı ABD olduğu
için orada ABD vatandaşlığını kabullenmiş ve kendini
Amerikalı hisseden bir şair, Amerikan Edebiyatı başlığı altında
var olmak istiyorsa kime ne! Ayrıca İngilizce emperyal ve
taşıyıcı bir dil olduğu için ve birçok insanın 2. lisanı olduğu
için, Her ulusun vatandaşı İngilizce Şiir yazamaz mı? Yazar ise
de, bu şair Bulgar vatandaşı ise, ''Bulgarca Şiir'' değil de
''İngilizce Şiir'' yazmış. Bu şiir Bulgar Edebiyatına mı ait, İngiliz
Edebiyatı' na mı? Efendim şair, İngilizcenin daha zengin bir dil
olduğunu düşünerek öyle yazmak istemiş. Ne diyelim?
SSCB döneminde ''Sovyet edebiyatı'' denildi, şimdi Rus
edebiyatına döndüler. Hem Sovyet edebiyatı yazarlarından
69
olan Yahudi asıllı Isaac Babel Aynı zamanda Yahudi edebiyatı
yazarlarındandır. SSCB Dönemi’nde Babel İbranice yazsa idi,
edebiyatına İbranice edebiyatı denilebilir miydi? Denilebilirdi
belki ama kime rağmen? Egemen bir ulusun dayatmasını nasıl
aşarak?
Başka bir post yapısalcı yaklaşıma göre, Minör Edebiyatı’n
Deleuze ve Guattari'nin tarafından yapılan şekle bağlı
tanımıdır; Etnik bir azınlığa mensup yazarın yaşadığı ülkenin
dili ile yaptığı edebiyattır. Buna örneklerden biri Franz
Kafka’dır. Kafka, bilinçli bir tercihle, entelektüel bir Almancayı
ya da içinde büyüdüğü baskın Yahudi dilini kullanmadığını,
Çek köylülerinin dilini kullandığını belirtir. (Bu konuda
Deleuze ve Felix Guattari’nin Kafka/ Minör Bir Edebiyat İçin
Yazılarından daha ayrıntılı okunabilir)
Edebi metinler ayrıca evrensel metinlerdir. İspanyol
edebiyatı hem yereldir hem evrenseldir. Ve İspanya'nın faşist
diktatörlüğü tarafından öldürülen devrimci, sanatçı. Lorca'nın
şiirleri de evrenseldir. Evrensel olduğu için, Lorca'nın şiirleri
Türkçeye veya başka dillere çevrilebilir/çevrildi de. Ama
Lorca'nın şiirlerini Türkçe edebiyatıyla okuyup anlayabiliriz.
Türkiye edebiyatıyla değil. Ayrıca, dil ve lehçe isimleri yapan,
''ce, ca'' yapım ekleriyle, soyutlamak üzerinden bir dile aidiyet
vurgulamak isteniyorsa bunun altında bir bastırılmış lığın, dilin
asimilasyonunu filan aramak gerekir... Çingenelerin yoğun
olduğu Granada bölgesinde büyüyen Lorca, eğer Çingene
70
olsaydı, Çingene Edebiyatı mı denemeliydi? Denilebilirdi,
aslında mahsuru da yok.
Tarihsel gerçekliğe baktığımızda ise, her dönemin, dilini,
edebiyatını, sanatını, felsefesini döneme ait sistemlerin alt
yapısı belirliyor. Dünyadaki uluslar, kapitalist sistemden azade
olmadığına göre de belirleyici olan kapitalizm oluyor. Kültür,
dil, edebiyat, sanat, felsefe, eğitim... Üst yapı kurumlarına ait
olduğuna göre, alt yapıyı kapitalist üretim ilişkileri belirliyor.
Nihai olarak, kapitalizmde kültür, edebiyat, sanat, tam insanlığı
kapsayan değil, taraflı, eksik, kirli ve tüketim pazarına uygun
oluyor. Şimdi biz kavramlar içinde boğulurken, asıl olan insan
ve vicdan dilini oluşturamamaktayız. Örneğin; ''insanca
edebiyat, vicdanca edebiyat’ ‘gibi bir edebiyat alanı
açamıyoruz. Çünkü içinde bulunduğumuz sistemlerinin
koşullarından tamamen arınmış olarak düşünemiyor ve
yazamıyoruz
Burjuva dilinin kültürün ve emperyalist yayılmacılığın
olduğu dünyada, dil, kimlik, cinsiyet, türcülük üzerinden, daha
çok bütüncül bir yaklaşımdan çok parçaları üzerinden açılan
çatışmalarla boğuşuyoruz. Bu, kavramları genişletmek de
mümkün. Sadece dil ve ulus aidiyeti üzerinden değil. Cinsiyet
üzerinden de yapılmakta Şimdi bir de ''kadın edebiyatı, kadın
dili'' gibi bir kavram üzerinden de tartışmalar olmakta. Sanki
kadın erkeğe göre konumlandırılmış, sanki kadın ve erkek iki
ayrı kalede oturmuş ve her an savaşmakta. Sanki kadın,
tarihten, kültürden, toplumdan kopuk olarak var olmuş. Sanki
71
''kadın edebiyatı'' adı altında kadınlara bir kota verildiği için
var olmuş, sanki kadın ve erkek ayrı dillerden konuşuyor.
Sanki, şair kadın veya şaire denilmese Ayşe şiir yazamayacak!
Öyle ya,
önce cinsiyetini belli etmeli, mazallah şiirin erkek mi kadın
mı olduğunu nasıl anlayacağız?. Virginia Wolf kendine ait Oda
isimli kitabında '' Belki de katıksız erkek olan bir zihin yaratıcı
olamaz, katıksız kadın olan bir zihin de, diye düşündüm. "
Yani, kadın erkekten, erkek kadından soyut iki ayrı zihin değil.
Ortak tarihin, ortak kültürün ortak insanın mirası. Ayrıca o
dilleri kadın, anne önce yoğuruyor. Geldiğimiz şu çağda hala
200 yıl ötesinin kadın durumuyla kıyaslayamayız. Mitler,
masallarla nesnel gerçeği yok sayamayız. Neden ''şair'' başlığı
altında birleşemiyoruz? Bir başka toplumsal cinsiyetçilik de
kadın ve erkek şair ayrımcılığı üzerinden olmakta, şiir yazan
kadına ''Şaire'' denilmesi gibi. Bu kavramların kasıtlı olarak
kullanılması ancak cinsler ayrımını derinleştirir, kaynaştırmaz
onarmaz. Tam da post modernizmin istediği gibi; kavramlar
üzerinden kavgaya tutuşmaktır yapmış olduğumuz.
''Türk Edebiyatı mı- Türkçe Edebiyat mı'' meselesine
gelirsek. Türk edebiyatı desek alt segmentde ezilen halkaları
rencide etmiş oluruz. Türkçe Edebiyat desek, yukarıda
bahsettiğim gibi altı doldurulamayan bir kavram kargaşası
yaşarız. Türkiye’nin çok kültürlü, çok dilli yapısı olduğunu
bilerek de; gönül ister ki, herkes kendini hangi dile ait
hissediyorsa öyle ifade edebilme/yazabilme, üretebilme
72
özgürlüğü olsun. Ermenice yazan, yazar kendini ''Ermenice
edebiyat''ı, Kürtçe yazan, '' Kürtçe Edebiyat''ı diye bilmeli. Bu
coğrafya kavim kültürleriyle bezenmiş. Kültürler diller
birbirinden etkilenmiş. Dört ülke içinde var olan Kürt halkı, çok
zengin edebiyat ve şiir üretmiş. Eğer ''Türk Edebiyatı'' başlığı
altında uzlaşacaksak ''Kürt Edebiyatını'' nereye koyacağız?
Ancak, her ezen ulusun, bir ezdiği ulus olduğu sürece Ezen
ulusa ait üst başlık altında geçen her kavram, ezilen ulusu
yaralayacaktır. Ezen Ulus her kimse, Örneğin ''A ülkesi
Edebiyatı'' diyelim. ''B Halkının dilini '' görmezden geldiği ve
asimile ettiği kuşkusundan kurtulamaz. Çünkü ''A Ülkesi'',
kendi egemen ulus dilini dayatmıştır. Ayrıca, bir ulus içinde
heterojen dillerin üzerinde asimilasyon, kimlik baskıları
uygulandığı sürece, egemen ulus adıyla çağrılan ''Türk
edebiyatı, Fransız Edebiyatı, İspanya Edebiyatı'' gibi, ezen ulus
adları, insan vicdanında sorunludur. Kimi ezilen ulusların,
müstakil olma hakları olduğu halde başka bir ezen ulusun
gölgesinde ezen ulusun edebiyatına dâhil olmak istemiyoruz
diyorlarsa, istemiyorlardır. Bu talebe saygı duymak lazım.
Ancak, ezilen ulus kendi ana dilinde özgür olduğunda diğer
etnik azınlıklar da kendi ana dillerinde eğitim
yapabildiklerinde ve onların sözlü yazılı edebiyatları önündeki
engel kalktığında ''Türk Edebiyatı'' kavramı meşru olur. Ama
ne yazık ki, sadece Türkiye'de değil, dünyanın birçok yerinde
edebiyat da hâkim ulus ismiyle anılıyor.
73
Son söz olarak, edebiyatın dâhil olduğu bir ulus ismiyle
anılması gerekiyorsa, alt dilleri ezen yok sayan, asimile eden bir
ulus edebiyatı değil; tam tersi, onların önünü açan, anadil
varlığını kabul eden, demokrasi, adalet ve eşitlikle altı
doldurulabilen bir ulusun üst başlığını kullanmak ancak insan
vicdanında yer bulacaktır.
Son olarak: Edebiyat, Şiir politik olana bulaşır, hatta
devrimci sözcelem işlevini ve rolünü olumlu olarak üstlenen de
yine edebiyattır.
Türkçe Edebiyat- Türk Edebiyatı kavramınını tartışmak şuan içinde bulunduğumuz sömürü ve faşizm
ile mücadeleye katkı sağlayacak bir kavram değildir.