Yağıyordu yağmur bardaktan boşalırcasına ve gökten inerken sanki toprakla dans ediyor, onu, nefesi kesilinceye kadar yağışıyla ıslatıp sıkıyordu. Bazı bazı taşıyor, adını insanoğlunun bıraktığı heyelan ya da dere taşımı gibi küçük küçük gölcüklerin oluşmasına neden oluyordu.
Yağıyordu yağmur bardaktan boşalırcasına ve gökten inerken sanki toprakla dans ediyor, onu, nefesi kesilinceye kadar yağışıyla ıslatıp sıkıyordu. Bazı bazı taşıyor, adını insanoğlunun bıraktığı heyelan ya da dere taşımı gibi küçük küçük gölcüklerin oluşmasına neden oluyordu. O kendini sıktıkça gökten inen yağmur da sevgiden mi intikamdan mı bilinmez ama yağmaktan vazgeçmiyordu. Bunlar olurken bende penceremden onları seyrediyordum. Birden durdu oluklara sığınan kuşların cıvıltıları, ıslanmışlığıyla hayat bulan ağaç yapraklarının dansı, suyun o güzel coşkusu ve güneşin sevinçle yaydığı aydınlık...Sabahın seher vaktiydi bunlar olurken, açtım penceremi ortalıkta kimsecikler olmamasına karşın sesler duyuyordum. Neyin nesiydi bu sesler anlayamamıştım. Merakıma yenik düşerek attım kendimi dışarı. Aman Allahım o kadar dalmışlardı ki beni fark etmediler bile. Konuşan kuşlar, yapraklar, börtü böcek, güneş ve topraktı. Hepsi bir ağızdan toprağa yükleniyordu. Neden sen, neden? Toprak da benim ne suçum var, kimden bahsediyorlar diye düşündü ve dile geldi: Ademoğlunun benden olup bana döneceği doğrudur. Benim parçam onlar inkar edemem ama doğdukları anla ölecekleri yani bana dönecekleri ana kadar yaşayıp yapacakları hiçbir şeyden ben sorumlu değilim dedi. Beni yaradan onları da yaratmış ve Rabbim hiçbirimizde fazlaca olmayan en güzel şeyi yani aklı onlara vermiş diye ekledi. Kuşlar duydukları karşısında gülerek cevap verdiler toprağa. Birbirleriyle kuşbeyinli diyerek alay eden insanoğlu maalesef bizim kadar olamıyor. Çünkü bizde sevgi varken onlarda kin ve nefret var. Yapraklar da dayanamayıp söze karıştı. Salına salına bizde hoşgörü varken onlarda düşmanlık var dediler. Güneşin de diyecekleri vardı elbet. Bende bu rengarenk ışıklar varken, onlarda karanlık fikirler ve körlükler var dedi. Su da duramadı. Ya bende ki berraklık ve bolluk varken onlarda her türlü hile hurda dalavera... Börtü böceğin de sitemi vardı. Biz hayvanlar doğayı hep beraber olduğu gibi paylaşırken, şu zavallı insanlar ve bunlar senden üstelik neden paylaşamıyorlar seni?
Kardeşçe barış içinde yaşamak varken neden hep çirkin hesaplar peşindeler?
Nasıl da gözü doymayan, gönlü doymayan, cebi dolmayan bir varlık şu insan...
Toprak çok üzüldü duyduklarına. Hem mahçup hem mahsun başladı içini dökmeye. Benim bunda bir suçum yok. hepsine de yeterim... Gelin görün ki doyumsuzluk ve sevgisizlik ademoğlunun en kadim hastalığı. Kendilerince koydukları dünya kanunlarıyla boğuşurken gaflete kapılıp birbirlerine kıyıyor, kan akıtıyorlar. Düşünün ki ben bir de benden olanın kanını içime alıyorum. İşte ondandır içim kan ağlıyor. Buranın ötesini hiç düşünmüyorlar.
İrkildi hepsi. Üzüldüler toprağa. Dile geldiler hep birlikte. Sana inanıyoruz toprak kardeş dediler. Şu güzelliğinin tadını biz çıkaralım varsın onlar hiç anlayamasın, hiç bilemesinler seni. Yağmurdan sonra ki kokun ne de güzel diye eklediler. Bırak yağmur sana ağlasın, zavallı insanoğlu da kendi zavallılığına..
Bu sesler arasında biri bana kalk hadi uyan, bak dışarıda ne güzel yağıyor yağmur diye seslendi. Yağmuru duyunca fırladım yatağımdan rüyaydı hepsi ama gördüğüm rüyada işittiklerim hiç hoşuma gitmemişti. Yorganı başıma çektim ve usulca tekrar gömüldüm yatağıma..