“Bin yıllık kadim topraklarda dolaşan Dervişlerle, Dersim dağlarından nur ışığıyla birlikte inerek, gezdiğini söylüyorlar.”

   -Öykü-

Adır, bir kez daha eğildi, Bawe Bertal’ın kurşun geçirmez şalvarını öpüp anlına götürdü. Bu işlemi üç kere yaptıktan sonra vedalaştı. Adır, Palavra meydanından yönünü Şeyh Usen’e çevirdiğinde, Bawe Bertal; “Giitttt, Pirlerin Piriii, Evliyalar evliyasından dessstuuurr issttee” diye peşinden bağırdı. 

Hızlı adımlarla geldi, Şeyh Usen’nin heykeli önünde durdu. Diri diri betona gömülmüş, sıradan bir politikacının heykelmiş gibi geldi Adır’a. Doğanın, dervişlere atfettiği doğallığından kopmuş, uyum kavramından öte bir şeydi gördüğü. Sonsuzluk sınırsızdır. Kanun ve yasalara aykırı davranan, aile kavramını elinin tersiyle iten Şehy Usen, şimdi betona gömülmüş halde karşısında öylece duruyordu. 

Peşinden gelenler, Adır’ın etrafında toplandılar. 

Adır, Şeyh Uşen’in parmaklarının arasındaki sigaraya dikti bakışlarını. Onun, kerametini görür gibi oldu, eğildi heykelin önündeki toprağı öptü.  

“Bin yıllık kadim topraklarda dolaşan Dervişlerle, Dersim dağlarından nur ışığıyla birlikte inerek, gezdiğini söylüyorlar.” dedi Adır, mırıldanarak. 

Adır’ın etrafında toplanan insan yığını arasında homurtular yükselmeye başladı.  

Cılız bedeniyle ayağa dikildiğinde, yüzü gerilmişti, cehenneme atılan bir ruh hali yerleşmişti Adır’ın yüz hatlarına. 

Dağlı köylülerin de çay muhabbetlerini yarıda keserek, gelip Adır’ın etrafında toplanmaları kalabalığı daha da büyütmüş, konuşmalarının uğultusu gittikçe yükselmişti. Adır’ın, garip davranışlarına alışmışlardı ama bu duruma ilk defa tanıklık ediyordular.  

Rüzgârda dalgalanan sarı paltosu ve ağzındaki sigarasının dumanı kafasının ardından akıp giderken, bastonuyla topluluğu araladı, Bawe Bertal. Alandaki kalabalık, Şeyh Uşen’nin heykeli önünde duran Adır ile Bawe Bertal’ın etrafında daire oluşturdu. 

 “Büyük bir törenle Evliyalarınnnn evliyayaaasını betona gömdüler” diye kekeleyerek söylendi, Bawe Bertal.  

Kalabalık topluluğa bir sessizlik çöktü. 

Bawe Bertal elindeki asası ve keskin sözleriyle bıçak gibi parçalamıştı, etrafında toplananların dalgalı konuşmalarını.  

Adır, son bir kez Şey Uşen’e baktı; sağ elinin işaret parmağını dudaklarıyla birleştirdi sonra anlına götürdü. Döndü Bawe Bertalın, kurşun geçirmez şalvarını bir kez daha öptü, onu da anlıyla birleştirdi, destur istercesine bakışlarını Bawe Bertal’ın gözlerine dikti. Bawe Bertal, sol elini Adır’ın kafasına götürdü onun saçlarını okşayarak, “Yürüüü…Yolun açık olsun…” dedi. 

Etrafında toplanan kalabalığa aldırış etmeden, onların arasından geçti Adır. Seyit Rıza meydanında durdu. Eli, kolu bağlı bir yaşlı bilgenin, yağlı urganın boynuna geçirildiği anı hayal etti. “Ayıptır, Günahtır…” diyen Seyit Rıza’nın, sesi çınladı kulaklarında. Seyit Rıza’nın, Elazığ Buğday meydanındaki rap rap yürüyüş sesleri Adır’ın peşinden geldi. Çıldıracak gibi oldu, boğazında hissetti yağlı urganı, jet hızıyla meydanı baştan sona geçti ve yönünü Munzur vadisine çevirdi. 

Palavra Meydanında volta vuranlardan birisi,  

“Yazık, Adır budalası kendini dağa vuracak, sırlar diyarına kavuşacak, Şeyh Uşen onu yanına çağırıyor” dedi. 

Bir diğeri “Kırklara karışacak desene” diyerek, yanındakini onayladı. 

Sararmış bıyıklarının arasındaki, ağızlığına takılı olan sigarayı yakan Bawe Bertal, “O, Waştiya Xo fetilino… O, sevgilisini arıyor” dedi sonra bakışlarını dağların bağrından kopup gelen Munzur suyuna dikti.  

Adır, vadinin ağzına indi. Munzur’un akışını dinledi. Yüzünü su ile öpüştürdü, uzun bir süre öylece kaldı. Sonra kafasını kaldırdı, bakışlarını sıralı dağ silsilesine çevirdi. Suyun akışının tam tersi yönüne doğru yürüdü. Arkasında bıraktığı kentin uğultuları yavaş yavaş siliniyordu. 

Adır, yürüdükçe terliyor, terledikçe dağdan kopan yel, gelip onu serinletiyordu. Kentin gürültülü uğultusunu geride bırakmanın huzuruna Halvori’de vardı. Halvori vadisinin içerisinde mola verdiğinde güneş tam tepesindeydi. Aklına yeniden sevgilisi düştü. Anlında biriken terler tıp tıp ayaklarına düşerek ses çıkarıyordu. Susamıştı. Kutsal Munzur’dan bir yudum su almak için nehrin kıyısına indi. İki dizinin üzerine çöktü, eğildi, avuçlarını tam suya daldıracağı an Şilan’ın silueti suda belirdi. Adır’ın gözleri büyüdü, sonra boğulacak gibi oldu. Elini Şilan’a uzattığında onun Munzur’un dalgalı akışına kapıldığını görür gibi oldu. Adır, hemen soyundu. Elbiselerini rast gele sağa solla attı, kendisini suya bıraktı. Su onu akışına aldı birkaç kayaya vurdu sonra aşağıda dışarı attı.  

Sudan çıktığında, “Arındım” dedi, sanki karşısında Şilan varmış gibi onunla konuştu. 

Kafasını gökyüzüne çevirdi sonra da tırmanacağı dağın en uç zirvesine bakışlarını dikti. Şilan’ın ondan önce oraya tırmanmış olduğunu gördü. Elbiselerine doğru yürüdü, hızlıca giyindi, dağın zirvesine doğru tırmanmaya başladı. Dağın ucuna kadar çıktı ama Şilan orada aniden yok oldu. Bu bir rastlantı ya da hayalden ibaret değildi. Adır, kan ter içerisinde kafasını iki elinin arasına aldı, bu hayal dünyasının içine daldı.  

Aniden “Şilannnnn…” diye bağırdı. 

Sessi, Munzur sıra dağlarının başladığı yerden dalga dalga yayıldı. Engebeli dağlar öyle yüksek öyle uzun ve ulaşılmaz geliyordu ki Adır’a. 

“Neredesin Şilan’ım? Nereye gidersen git, gelip seni bulacağım. Sen, kutsalımız dağ geyiklerinin narini olmuşsun! Onların sultanı, onların yoldaşı olmuşsun diyor, Dersim meydanında volta vuran Budala Bawe Bertal.” 

Adır’ın sesi kayalıkları dövdü sonra yankılanarak kendisine geri geldi. Dağların kayalıklarında yaşayan kuşlarla konuşuyormuş hissene kapıldı. Şimdi Şilan nerede idi? Suali kafasını kurcalayıp duruyordu. 

Adır, kayalığın başına geçti, çevresine bir güzel baktı. Şilan’ın gidebileceği yeri bulmaya, onun kokusunu alamaya çalıştı. Bahar gürül gürül akıyor, açan çiçek kokuları iç içe karışıyordu. Bu çiçekler içerisinde Şilan’ın kokusunu ayırt etmek çok zordu. Bir iz aradı. Sonra, Şilan’ın kokusunu burun direğinde hissetti. O an izini oradan sürmeye başladı. 

Adır, Laç deresinin en derin yerine geldiğinde yakılmış et kokuları birden çoğaldı, Adır telaşlandı. Sonra onu, yüzlerce yanık insan kokusu sarmaladı.  Tarihin örttüğü bu kokunun sırrının keşfine çıktı. Koku, üstü örtülmüş sahte bir tarihin altında eziliyordu.  

Çığlıkları gömülmüş bir hikâyenin gizemiyle ürktü. Kayalıklara tutuna tutuna mağaranın ağzına kadar, tarihi gizemli olan acılara doğru ilerledi.  

Şilan’ın kokusu uçup gitmişti, bir başka duygu sarmalamıştı onu. Mağara’dan içeriye girdi, yürüdükçe kömür karanlığına gömüldü. Çığlıklar sarmaladı, kokular her bir yanına sindi. Mağaranın her bir yanında asılı duran çığlıklar kulaklarında yankılandı. Sesler çoğalmaya başladı. Kendi etrafında döndü, seslerin geldiği yönleri bulmaya çalıştı. Korku düştü içine, sonra kayalıklara tutundu, sırtını kayalığa dayayarak olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü. Nefes alıp vermekte zorlandı. Gözlerini kapattı, “Şilan. Şilannnnn, neredesin, kurtar beni” diye bağırdı, Mağaradan koşarak kendisini dışarı attı. Nefessiz kalmış, gözleri de kocaman olmuştu. 

Şilan’ı düşündü. Onun, kendisine anlattıklarını, Laç deresinde yaşananları bir bir hatırlamaya çalıştı. Öfkelendi. Gözleri doldu, sonra yaşlar yavaştan süzüldü, aktı, çenesinden ayaklarının dibine düştü. 

Adır, Laç deresinin zirvesine doğru uçurum geyikleri misali tırmanmaya başladı. Tırmandıkça terledi, nefesiz kala kaldı. Başı döndü, düşecek gibi oldu, hemen yere oturup sırtını kayaya dayadı. Bakışlarını aşağıda akıp giden Munzur suyuna çevirdi. Su kayalıkları döverek hırçın bir ses çıkarıyordu, maviye dönüşen Munzur’un deli dolu akışını uzun süre izledi. 

Güneşin, dağları arkasına almadan önceki vakitti, Erzincan tarafından gri bulutlar Munzur dağlarının zirvesinde toplanmaya başladı. Adır, biraz sonra yaşanacak olanları biliyordu. Kalktı, hızlı hızlı bir sağa bir sola yürüdü, sonra yukarıya doğru koşmaya başladı. Aradığı bir mağara ya da bir kaya gediği idi. Önündeki zirveye çıktı, sonra vadiye indi, beklenmedik bir mağara karşı yamaçta, tam önünde duruyordu. Koştu, koştu mağaranın ağzında son nefeste dizleri üzerine çöktü. Çobanların daha önceleri kullandıkları bir mağaraydı burası. Ateş yakılmış, çevrede odunlar dahi vardı. Adır, bu odunların kendisine yetmeyeceğini bildiğinden dışarı koştu, kuru ve yaş odun toplamaya başladı. Mağaraya öyle çok odun yığdı ki; bir gün değil birkaç gün kendisine yetecek kadardı bu odunlar. Adır, yorgun ve bitkin düşmüştü, mağaradan bir kez daha kafasını dışarıya çıkardığında dünya karanlığa gömülmüş, dağlar bulutların içerisinde kaybolmuştu. Ani bir şimşek dağları aydınlattı. Sonra birkaç kez daha şimşek kamçılayarak dövdü dağları. 

Adır, çabucak kuru ot ve çalı çırpıyı tutuşturdu. Duman mağaradan dışarıya süzülerek çıktığı an, bilye büyüklüğünde cam gibi dolu parçacıkları tak tuk seslerle, teker teker kayalıklara düşerek dağılmaya başladı. Dolu hızlandı. Geyikler kayalıklardan süzülerek mağaranın ağzında toplanmaya başladı. Geyiklerin meraklı gözleri Adır’ın üzerindeydi. Adır, onları sevgi dolu bakışlarla karşıladı. 

Şimalden kalkan rüzgârın esmeye başlamasıyla dolu yavaş yavaş yağmura dönüştü. Gök yarılıyormuşçasına sesler geliyordu dışarıdan. Şimşek dağları aydınlattı, aşağıdan akan Mavi Munzur’dan eser kalmamış, çamurlaşmıştı su. Adır, ateşi harladı. Ateş alevlendi, mağara apaydınlık oldu. Yanan odunların çıkardığı sesler Adır’ın yüreğindeki duyguya karışarak ritim yakalıyordu. Yağmur şiddetini gittikçe arttırmıştı. Mağaranın sağından, solundan ve üzerinden küçük seller akmaya başladı. Dağları sular yuttu. Hozat tarafındaki ormanlıklar tamda mağaranın kapısına bakıyordu. Ormanın içerisinde uğultular yükseliyordu. Rüzgâr, yağmur ile dalmıştı ormana, orman kudurmuş bir canavarı anımsatıyordu. Adır, bakışlarını ormandan aldı, alevlere dikti. Ateşin içerisinde Şilan’ı aradı. Buldu onu. Gözleri kocaman, saçları belini kaplamış, semah döner gibi alevler içerisinde dönüyordu. Şimşek birkaç kere daha dağları aydınlattı, mağaranın içine kadar düştü ışığı. Sabaha doğru rüzgâr çekildi, yağmur dindi. Adır, mağaranın en dip köşesinde geyiklerin yanına kıvrandı. Laç deresindeki yüzlerce insanın çığlığı ve Şilan’ın kocaman gözleri rüyasında dolandı.   

K. Koç