Her ne kadar teknik üstünlük belirleyici olsa da insan faktörü savaşta kazanan esas unsurdur. Ötekilerin Gündemin takipçilerin yeni yıllını kutlarım…
Filistin-İsrail Yurt Edinme!
Theodor Herzl Yahudilerin bir yurdu olması için Avrupa’nın birçok ülkesinde arayış içine girer ancak bu arayış başarısızlıkla sonuçlanır. Bazı tarihçilerin iddialarına göre Theodor Herzl, Osmanlı İmparatorluğunun son padişahı olan Mehmed Vahdeddin ile dahi görüşür. Filistin devletinin bulunduğu topraklardan yer ister, bu topraklar karşılığında ise Osmanlı İmparatorluğunun dış borcunu ödeme önerisinde bulunur. Ancak padişahın bu öneriyi reddettiği söylenir. Bunun doğruluk payı nedir bilemiyorum ama bilinen bir gerçek var ki; o da dünyanın Yahudilere dar bir hale getirildiğidir. Kendilerine yurt kuracak bir toprak parçası bulamazlar, ta ki Ortadoğu’da Filistin Devletinin bulunduğu topraklara yönelene dek. Fakat bilinmelidir ki Filistin sıradan bir tercih değildir. Öyle ki Yahudilerin tarihsel kökleri bu bölgeye dayanmakla birlikte inançlarının da merkezi konumundaydı. Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’a göre Tanrı; Mısır yarımadasında bulunan Sina Dağında Musa peygambere on vahi ile on emiri yazılı ve sözlü olarak burada bildirdiğine inanılır. Bundandır ki; Yahudiler açısından bu topraklar kutsaldır.
…
Theodor Herzl ve bir grup Yahudi’nin birlikte organize ettiği Siyonistlerin ilk kongresi 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde gerçekleşir. Dünyanın birçok ülkesine dağılan ve yaşadıkları topraklarda horlanan Yahudi ulusu açısından bu kongre çok önemliydi.
Gazeteci ve aynı zamanda da politik kimliği olan Theodor Herzl’in, Ortadoğu’da Yahudilere ait bir devlet kurma çalışmaları sonucunda, dünyanın birçok ülkesinden Yahudiler parça parça Filistin’e geçerek buraya yerleşirler. Theodor Herzl, Siyonist bir devletin kurulabileceği umuduna sahipti ancak bu planın ete kemiğe büründüğünü görmeye ömrü yetmedi. Yahudilerin uzun yolculuklar sonucunda vardıkları bu topraklarda yerelde yaşayan halk tarafından kucaklanılarak sahiplenilmeleri ile birlikte adım adım kalıcılaştılar. Ayrıca Hıristiyan nüfusunun o dönem burada yoğun oluşu ve İngiliz devletinin denetiminde olması, Yahudilerin daha rahat hareket etmesine vesile oldu. Bu tarihi gelişmeyi sıradan bir hadise imiş gibi değerlendirmemeliyiz.
Yurtsuzları kucaklamak en büyük insani erdemlerden birisidir. Dönemin Filistin Halkının da yaptığı buydu. Bir çınar gölgesine birlikte sığınmak, korunmak ve birlikte yaşamak halkların özlemi ve arzusudur. Filistin halkı da bunun gereklerini yerine getirmiştir.
Yurtsuz olan Yahudiler, dünyanın birçok ülkesine savrulmuş vaziyette iken tarih perdesini ikinci emperyalist paylaşım savaşına açtığında Yahudiler biçare kalmışlardı. Avrupa’da doğup dünyayı fethetmek gibi büyük bir amacı olan Nazi-Faşizmi, Almanya’da iktidara geldiğinde üstün ırk yaratma gibi hastalıklı bir ideoloji ile iktidarını perçinlerken, Yahudileri de hedefine koymuştu. Bu yurtsuz ulusun başına gelenleri bizler daha sonra dehşetle okuyacak ve öğrenecektik.
…
Nazi-faşizmi, Yahudileri, fırınlarda yakarak buharlaştırdı. Düşünün ki; Avrupa’nın semalarında oluşan bulutların, yakılarak katledilen Yahudilere ait olduğunu… İstesen de o bulutları kucaklayıp sahiplenemiyorsun… Filistin… Filistin kucak açar… İbranilere…Yahudilere…
Bin derecedeki fırınlara atılan Yahudiler, birkaç dakikalık can çekişmeden sonra yaşamlarına veda ettiler… Peki, Nazi faşizminin kamplarında yaşayanlar, onlar ise yaşadıkları ağır işkenceler sonucunda ölümü düşlemek zorunda kaldılar fakat ölüm onlara yük oldu!
…
Filistin’de toplanan Yahudilerin, devletleşmesi bilindiği gibi 1948 yılında gerçekleşmiştir. Yani bu tarih, ikinci emperyalist paylaşım savaşının hemen sonrasına denk gelir. Bunun yanında Filistin’de Yahudilerin devletleşmesi, İngiliz Manda rejiminin ise o bölgeden çekilme sürecinin tartışmalarının yaşandığı bir zaman dilimi içerisinde olgunlaşmaya başlar. Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki; İsraillin, devletleşmesinin arka planında İngiliz devletinin birinci derecede rolü vardı. Ayrıca ikinci emperyalist paylaşım savaşından imparator olarak çıkan ABD’dir. Ortadoğu’da oluşan Siyonist devletin, ABD emperyalizminin, bölgedeki jandarması olduğunu tarih bizlere kanıtlamıştır. Yahudi lobisinin çalışmaları da bu durumu hızlandırmıştır. Kendi çıkarlarına göre bölgenin yeniden el altından dizayn edilmesine uluslararası devletler dahildir. Örneklendirirsek; BM’de Kasım 1947’de kabul edilen plana göre; %42 Arap devleti, %56’lık kısmı Yahudi devleti, Kudüs’te ise uluslararası gözetim denetiminde bir bölgenin kurulması yönünde karar vermiştir. İngiliz Manda rejiminin sona ermesiyle birlikte Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulduğunu ilan etti ve bu coğrafyanın kaderi değişti-değiştirildi. Böylece buna karşı çıkan Araplar ile ilk İsrail savaşı başladı ve bu savaşta İsrail devleti topraklarını %56’dan %78’e çıkardı. Arap devletlerinin Filistin halkına sahip çıkma uğruna başlattıkları savaşta; İsrail, topraklarını %22 daha da büyüttü. Sadece bu savaşla yetinilmedi elbette. Suriye, Irak, Ürdün, Mısır gibi devletler ile de İsrail arasında dört kez büyük savaş yaşandı. Enteresandır ki savaşa Mısır yirmi bin, Irak 18.000, Ürdün 12.000, Lübnan 1.000, Suudi Arabistan 1.200, Arap Kurtuluş Ordusu ise 6.000 asker ile katıldı. Toplamda savaşa katılan asker sayısı 58.200’dür. İsrail ise bu savaşa 29.677 askeri güç ile başlar. Ancak ikinci hamlede bu sayıyı 115.000’e çıkartır. Görüldüğü gibi beş Arap devleti ve bir de Arap Kurtuluş Ordusu örgütünden oluşan kuvvetlerin toplamı dahi aynı güce varamıyor. İsrail ordusu 51.800 asker daha fazla güce sahipti.
Bu oran makul müdür? Sonrasında Arap devletleri ile İsrail arasında geçen yarım asır dahi bu dengeyi değiştirmemiştir. Savaş hali içerisinde olan bu Arap devletleri, iktidarda olan aileler tarafından dikta biçiminde yönetilmişlerdir.
Her ne kadar teknik üstünlük belirleyici olsa da insan faktörü savaşta kazanan esas unsurdur.
Devamı yarın…
Ötekilerin Gündemin takipçilerin yeni yıllını kutlarım…