Yazar Zarif Laçin, bugünkü köşe yazısında, "Dicle'den Akan Tarih" başlıklı bir yazı kaleme aldı. 'Ağır ağır, derin düşünceler sarıyor insanı.'
DİCLE'DEN AKAN TARİH
Diyarbakır'ın büyüleyici havasını soluduğum gün, Dicle Nehri'nin her iki yakasını birbirine bağlayan Dicle Köprüsü'yle tanıştım. Şehir merkezine 3 km uzaklıkta bulunan ve 1065 yılında. 10. ya da 11. yüzyılda, Yukarı Mezopotamya'da (Irak'ın Kuzeyi ile Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusu) 100 yıl boyunca hüküm süren Kürt hanedanından olan Mervaniler tarafından yapıldığı düşünülen antik dönemin simgelerini taşıyan ve On Gözlü Köprü olarak bilinen Dicle Köprüsünü anlatmadan geçip gitmek olmaz. Diyarbakır eksik kalır ve darılır o zaman. Birkaç defa restore edilen köprünün muazzam güzelliği ve dokusu gece oldu mu tüm ihtişamıyla ortaya çıkıyor, adeta büyülüyor insanı. Yıldızların bir araya gelerek seyre durduğu On Gözlü Köprü geceye göz kırptığı andan itibaren müzik ve insan sesleri ile yankılanıyor. Müzik eşliğinde halaya duranlar, Dicle'yi selamlayarak müziğin ritmini adımlıyor her gece. Öbür yandan Dicle kenarında oturup Dicle'yi seyretmek inanılmaz bir duygu seli yaratıyor insanda. Bu duygular Dicle'nin yer yer durgun yer yer hırçın ve asi sularına karışıyor ve öylece akıp gidiyor, sessiz sedasız, susarak... Farkına varabilen o sularda derinleşiyor, derinleştikçe içine dönüyor. Gece, yükselen müzik sesleri arasında bir bardak çayın tadıyla demlenip duruyor. Tarihin dokusunu bütün cürettiyle taşıyan antik taşlaŕın ayak tabanlarımızda bıraktığı derin izleri hakkıyla taşımamak büyük haksızlık olur. Geceye saçılan rengarenk ışıklar Dicle'nin suyuna karışıyor ve yıldızlardan kayarak yüzümüze düşüyor. Yüzümüzden yüreğimize sıcacık bir coşku bırakarak... İnanılmaz bir duygu karmaşası. Çok uzaklara götürüyor insanı, çok yakınken bile.
Ağır ağır, derin düşünceler sarıyor insanı.
Her adımda Dicle'nin sesi eşlik ediyor insana ve sesi karışıyor ayak sesimize. Kendine dost bilene, dost tebbesümüyle...
'Ne çok geç kalmışız, çok önceden karşılaşacaktık' dedirtiyor insana Dicle...
On Gözlü Köprü'nün tebbesümlerini dört ayaklı minare bölüyor. Kanlı pusulara tanıklık eden minare, şehri, hızla büyüyen metropol görünümünün aksine yaşadığı acıları, uğradığı zulümleri resmeden tarihsel dokusuyla ikiye bölüyor. İnsan akınına uğrayan minare, çekilen fotoğrafların arka yüzünde hüzünlü suretleri resmediyor. Gülümsemelerin arka perdesini yırtan bu gerçekle yüzleşmek çok ağır gelse de, Diyarbakır'ın özünü koruduğu, Suriçinin önemli bir parçası. Minarenin ayaklarının altında çekilen her fotoğraf, insanın suretine ve sırtına binen kanlı bir geçmişin ağırlığını derin bir karmaşa ile ağır bir biçimde hissettiriyor. Dört ayağın hıncını ve tanıklık ettiği kanlı pusunun görsel ve duygusal boyutunu ve derinliğini resmediyor aslında...
Tahir Elçi'nin ardında bıraktığı o derin izleri görmemek mümkün değil. Oraya vardığımda birkaç saniye duraksadım, ayaklarım beni taşımakta güçlük çekti desem hiç abartmış olmam. Ruhumun ve kalbimin acısını duydum. Bağırıyorlardı...
Diyarbakır'ın sıkı sıkıya tutunduğu ve surların boylu boyunca uzandığı Diyarbakır Kalesi 30'dan fazla farklı meddeniyetleri içinde barındırmış ve onlara ev sahipliği yapmış. Surlara dokunduğunuzda bu izlere rastlamak mümkün. Yeniden restore edilen kale, Hevsel Bahçeleri'nin eşsiz güzelliğiyle besleniyor ve ayakta duruyor adeta. İlk ve Sonbahar'ın muazzam renkleriyle kendini donatan bahçenin büyüsü, kalenin ihtişamıyla birleşerek büyük bir güç oluşturuyor. Tüm saldırılara ve baskılara direnen bu ikili, tarihe ışık tutuyor. Yaşanan tüm acıları resmeden kurşun izlerine rağmen Suriçi Diyarbakır Kalesi'ne tutunmaya devam ediyor hâlâ. Hevsel Bahçeleri'nin yemyeşil renklerine gönül bağlayarak... Bir yandan hızla büyüyen şehir, öbür yandan tarihin derin dokusunu inatla taşıyan Suriçi, Balıkçılarbaşı-Kapalıçarşı...
Sokak aralarına girdiğiniz andan itibaren, attığınız her adımda muazzam bir duygu sarıyor sizi, büyülüyor insanı. Yıllara meydan okuyan dar sokaklar ve bir sokak arasından öbür sokağa boylu boyunca yerde uzanan taşlar ve tarihi kapılar...
Tüm bunların yanısıra Suriçi'ni derin yaralayan adeta cezaevi görünümlü, soğuk ve hiçbir duygu vermeyen onlarca yapı. Yapılan zulmü resmeden cinsten, sıra sıra dizilen evler... Kalenin kuşattığı bu evlerde hiçbir ruh yok gibi. Kim kimi kuşatmış, adeta durumun ruhsal ve fiziksel boyutunu resmeder gibi bir hali var...
Diyarbakır Kalesi'nin Surları'ında yer alan Harput ve Mardin Kapısını birbirine bağlayan Ulu Cami'nin tarihi dokusuna dokunduktan sonra;
Diyarbakır'ın üzerimde bıraktığı derin ve sarsılmaz etkisini
Saint George Kilisesi'nde, tüm inançların sevgi ve saygı içinde bir arada yürümesine dair temennimi, yaktığım bir mumla taçlandırarak, Amed'i sonsuzluğa taşıdım bir kez daha...
Diyarbakır ile yaptığım bu birkaç günlük buluşma, bir sonrakilere kapı araladı.
Tarihin ve günümüzün derin izlerini taşıyan bu şehirde yüreğimi bıraktım...
Bence, Diyarbakır anladı beni...
Zarif LAÇİN