Bir defasında, "iyileştiğimde en çok seni görmek istiyorum Zarif" demişti. Yakın bir zamanda aramıştım onu "Tedavim iyi gidiyor. Toparlanır toparlanmaz seni ararım yanıma, işyerime gelirsin" demişti. Sesi yorgun geliyordu.

DUVAR'DA BİR RESİM EKSİK

Kitabım yayınladığında beni arayıp on adet kitabımı hemen kendisine ulaştırmamı istedi. Birini kendi kitaplığında tutacağını diğerlerini de dostlarına ve arkadaşlarına hediye edeceğini söylemişti. Ahh! Bir kitap ne güzel bir hediye olur insana. Hele ki kitap ve arkadaş dediğimiz iki dost buluşunca ne derin ve duygulu anlamlar çıkar ortaya. Gelen hediyeden mutlu olmayacak insan yoktur sanırım. Hele ki kitap ile gelen dostane hediyeler neredeyse kusursuz ve tarifsiz bir duygudur. En azından belli bir kesim için bu böyledir. Tabi belirleyici olan, insanın neye ne kadar değer biçtiğidir. Bu noktada, şimdiki zamanı değil ama lise yıllarımın tam da bu değer anlayışıyla örtüştüğünü söyleyebilirim. Çünkü arkadaşlığın içinin boşaltılmadığı o lise yıllarından tanırım Songül'ü. Aynı sınıfta okuyorduk, tebeşir tozunun sardığı aynı havayı soluyorduk. O dönemlerde, fikir çatışmaları çok yoğun yaşanırdı. Okul koridorlarında ya da okul bahçesinde iki gruptan oluşan öğrenciler olurdu. Bu çok belirgin bir durumdu. Farklı fikirlere sahip olmamıza rağmen bana saygısı ve sevgisi hep derin ve anlamlıydı, elbette benim de ona. Birbirimizi incitmeden, üç yıl boyunca yol aldık o koridorlarda. Lise bittikten sonra uzun bir zaman birbirimizden haberimiz olmadı. Ama benim anılarımda yer almaya devam etti. Yıllar sonra İstanbul'da tekrar yollarımız kesişti ve Aralık 2013 yılında üç arkadaş yeniden buluştuk. Özden'm, Songül'üm ve ben...

Oturup uzun uzun sohbet etme imkanımız oldu. Geçmişi yad ettik. Kimi zaman gülümseyerek, kimi zaman duygulanarak ama gözlerimizdeki özlemleri ve parıltıyı yitirmeden. O yılların izini taşıyorlardı hâlâ. Üçümüze göre hiçbirimiz değişmemiştik ve yıllar bizden çok da bir şey götürmemişti. Ama aslında çok fazla 'zamanımızı' çalmıştı bizden. Bunları konuşurken, gözlerimize düşen nemden ve hüzünden bunu anlamak mümkündü. Saatlerce oturduk, dertleştik. Geçen süre içinde kimin neler yaptığını nerde olduklarını konuştuk durduk. Güzeldi ama daha önemlisi anlamlı ve içi dolu bir buluşmaydı. O gün, zaman bizden daha hızlı ilerledi ve bir daha buluşmak üzere vedalaştık. Nokta koymadık buluşmamıza ya da ettiğimiz sohbete, sarf ettiğimiz sözlere sadece bir virgül koyduk, sadece bir virgül, nerde kaldığımızı unutmamak için. Ama ne yazık ki ikinci buluşmamız olmadı ya da daha da fazlası. Meğerse zaman, bizden habersiz nokta koymuş buluştuğumuz günün sonuna.

Görüşmemizden birkaç yıl sonra o lanet hastalığa yakalandığını öğrendik. Önce beyin ameliyatı geçirdi ve çok zor süreçlerden geçti. Daha sonra da Akciğer kanserine yakalandı. Telefon ve ziyaretçi yasağı olduğu için görüşme imkanımız olmadı. Hep yanına gitmek istedik ama doktorların uygun görmediğini söyledi, biz de uygun zamanı bekledik durduk. Onu yormadan, ona zarar vermeden telefonda durumuyla ilgili bilgi alıyordum kendisinden. Birkaç defa görüşmek, buluşmak istediğimi söyledim ama sağlığından dolayı bunu gerçekleştiremedik. Bir defasında, "iyileştiğimde en çok seni görmek istiyorum Zarif" demişti. Yakın bir zamanda aramıştım onu "Tedavim iyi gidiyor. Toparlanır toparlanmaz seni ararım yanıma, işyerime gelirsin" demişti. Sesi yorgun geliyordu.

"Sakın pes etme. Sen yeter ki iyi ol, en kısa zamanda seni görmeye geleceğim Songül'üm" dedim ve telefonu kapattık. Telefonu kapattıktan sonra içimi inanılmaz bir hüzün sardı. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, bir an nefes alamadığımı sandım. O yorgun sesi canımı çok acıtmıştı. Bu ay onun aramasını beklemeden yanına gitmeyi düşünüyordum. Gidemedim yanına ama o, hayatının baharında, bizden çok uzaklara gitti. 

Yine bir Aralık ayı. Üçümüz buluşmaya gebe kaldık sadece...

10 Aralık günü, saat 13:00'de üçümüz yine buluştuk ama Songül bu buluşmayı emrivaki yaptı. Bizi o değil, hiç tanımadığımız bir kalabalık karşıladı. O ise randevusuna buz gibi bir kapalı ahşap kutuyla geldi. Sarılamadık bir kez daha. Biz konuştuk o hep dinledi. Biz ağladık o sustu. Biz sessizce önünde bekledik, o tek kelime dahi etmedi. Öylece bakakaldık resmine ve resminin üzerinde yazılan "Kalbimizdesin" yazısına.. Sol yanına düşen siyah saçlarının altında yazılan "Songül Bağıran" yazısının altındaki 'sonsuzluk'(∞) işareti, yaşadığımız o anı simgeliyordu adeta. Biri eksik o üç arkadaşın buluşmasındaki derin hüzün senin gözlerinden kalbimize doğru aktı ve ruhumuzdaki yerini aldı. Her buluşmada seyrine dalacak olduğumuz tüm anılarımızda sonsuza dek yaşamayı pay edindi kendine. 

Sonra, sen doğduğun topraklara doğru, biz iki arkadaş başka bir yöne doğru yol aldık, bu kez vedalaşmadan...

Ahh! Bir konuşabilseydin neler neler söyleyecektin. Ama biz onu duyduk, hissettik ve anladık.

Eskiden arkadaşlar birbirini gerçekten ve tüm kalbiyle severlerdi. Pazarlıksız, hesapsız, öylece, tüm içtenliğiyle...

Ama birbirine geç kalmadan...

Fikirler çatışsa da, güzel sevmeyi ve saygı duymayı da başarabilirmiş insan.

Evet biz seni duyduk, hissettik ve anladık.

Ahh Songül'üm ne güzel zamanların içinden çıkıp geldik ve öyle bir zamanda tanışmanın o eşsiz güzelliğini yaşadık seninle.

Seni hep öyle güzel hatırlayacağım.

Tarifsiz ve tarafsız bir acı duyuyorum şimdi. 

İçimden; en sevdiğim, en değer verdiğim yıllarımdan bir parçam gitti, biliyorum.

Olmadı Songül'üm, olmadı. Böyle bir buluşma ve vedalaşmadan edilen bu veda olmadı...

Ne diyeyim;

Toprak hiç incitmesin seni Songül'üm, hiç incitmesin...

"Duvar" kitabından bir alıntıyla, seninle veda etmek istedim.

Daha önceleri

defalarca kâğıtlara

resimler çizmiş,

okulda kara tahtaya

renkli tebeşirlerle

evler, arabalar

yapmıştık ama

şimdi ilk defa

bir duvara

resim çizecektik.

Hem de koskoca bir duvara

(Songül Bağıran)