Yazar Zarif Laçin, bugünkü köşe yazısında, "Anıların Gölgesinde Yaşamak: Sobelenen Hayatlar" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

ANILARIN GÖLGESİNDE YAŞAMAK: SOBELENEN HAYATLAR

Elleri duvara dayalı, yüzü ise ellerine. Gözleri kapalı. Saklanmalarını istiyor. Yanındaki herkes bir yerlere koşuşturuyor, alelacele. Ayak seslerini duyabiliyor, onlardaki telaşı.. Saymaya başlıyor; bir, iki, üç.... Ona kadar sayıyor. Yüzü hala duvara dönük ve gözleri kapalı. Saymayı bitirince bağırıyor ve o sihirli sözleri sıralıyor; “Sağım solum sobe, saklanmayan ebe!”. Üzerinden epey zaman geçmiş. Herkes saklanmış saklanacağı yere. Etraf çok sessiz, nefes dahi almıyor sanki kimse. Bu kez sırtı duvara dönük ve gözleri açık. Ama hâlâ kimseler yok etrafta. Etrafa bakınıyor önce, yakın yerlere. Sonra gittikçe daha uzaklara... Taşların, ağaçların arkasına, yıkık evlerin içine, saklanabilecekleri en karanlık, en kuytu yerlere bakıyor. Ama kimseler yok ortalıkta. Dönüp geriye bakıyor, oyunun ilk başladığı yere. Zamanın kıvranmasından anlıyor ebelenecek hiç kimsenin artık kalmadığını. Gözünü kapattığı o süre içinde öyle çok zaman geçmiş ki, saatler, günler, aylar ve yıllar hatta mevsimler ard arda birbirini kovalayıp durmuş. Gün geceye, gece güne dönmüş birbiri ardına. Kış beyaza, İlkbahar çiçeğe, güle, sümbüle, ağaç dalları tomurcuğa. Sonbahar sarıya, yaprak kızıla, kızıllık toprağa dönmüş. Kışlar yaza, yazlar bahara...

Her şey değişmiş. Köyler, kentler...Sokaklar, caddeler... Elini dayayıp gözünü kapattığı o evlerin duvarları, kapıları, renkleri hatta o evlerin içinde yaşayan insanlar... Herkes çekip gitmiş. Yabancılaşmış birbirine. Bir zamanlar kilitlenmeyen kapılar tüm geçmişin üzerine sıkı sıkıya kilitlenmiş, bir daha açılmamak üzere. Birlikte oynanan oyunlar, paylaşılan tüm güzel duygular, aşklar çekip gitmiş.Terk etmiş o evleri, sokakları, caddeleri ve kaçamak bakışlar atan o çocukları...

Evin en küçüğü diye ekmek almaya gönderildikleri bakkal amcalarını, camını kırdıkları, kapı ziline basıp kaçtıkları Ahmet amcalarını, ipteki çamaşırlarına kir bulaştırdıkları Meryem teyzelerini ardından bırakıp çekip gitmiş sobelenen çocuklar.

Bir gözü oyulmuş, bir kolu olmayan oyuncak bebek sokakta öksüz bırakılmış...

Ebelemeyi beklediği o çocuklar çoktan büyümüşler ve her biri ayrı ayrı evlere, sokaklara, kentlere dağılmışlar. Yabancılar birbirine. Bol zamanlarından ayıracak zamanları yok artık. Kimini adının önündeki etiket telaşı, kimini aş telaşı, kimini de her şeyden daha fazlasını elde etme, yalan ve ihanet telaşı, geriye kalanını ise, onuruyla yaşama telaşı sarmış...

Masal gibi bir oyunun içinde, masum çocukların oyunu bitiyor böylece. 

Şimdi kocaman hayatlarında dünyanın sahne olduğu bir yerde, kalabalık oyuncuların arasında, tek başına, sobelemeye çalışıyorlar birilerini...

Zarif LAÇİN