30 yıldır, insan hakları mücadelesi içindeyim. Yaşadığımız tüm zamanlar zordu. Her dönemin farklı zorlulukları vardı. Bu nedenle iktidarda kim olursa olsun ‘devlet’ faktörünü hiç dışlamadan bakmak gerekiyor, yaşadıklarımıza…

Aslında biz aynı zihniyetten beslenen iktidar ve muhalefet olarak şekillenen ancak İttihatçı devlet ideolojisinin iki kolu tarafından hapis edilmiş bir toplumuz. Devletin işlediği suçlar ile yüzleşmek istemeyen Kemalist ve muhafazakâr iki grubun “sahte kavgası”nın ortasında tüm hak ihlallerine karşı mücadele etmeye çalışıyoruz. Onlar kavga ediyor görünseler de temel meseleler gündeme geldiğinde hemen birleşiyorlar.

Ermeni soykırımı, Kürdistan sorunu, Kıbrıs’ta yerleşik militarizm gibi konularda ne farkları var?

Hiç…

Bugünün geçmişten tek farkı “sosyal medya” ile oluşan görünürlük. Eskiden yaşanan hak ihlallerini devlet istediği gibi gizleyebiliyordu. Ve bunu başarıyordu. Gözaltında kayıplar, işkenceler, köy yakmalar, cezaevinde yaşanan hak ihlalleri, kadına yönelik şiddet. Hepsini sadece bu alanda çalışan bizler ve küçük bir kesim biliyordu.

Bugün sosyal medya ile yaşanan hak ihlalleri, dünyanın birçok yerine anında ulaşabiliyor. Bu kadar görünür şekilde yaşanan hak ihlallerinin bu kadar rahat bir şekilde devam edebiliyor olması…

Asıl şaşırtıcı olan bu!

T.C devleti, birçok uluslararası sözleşmeye imza atarak, kendisini bağlamış. Üstelik Anayasa’nın 92’nci maddesi ile bu sözleşmeleri kendi iç hukukunun üzerinde saymış. Ama sadece yazılı olan bu. Uygulama çok farklı. T.C devleti bugün altına imza attığı hiçbir sözleşmeyi uygulamıyor.

İşkence, Türkiye Devleti’nin gerek iç hukukta gerekse altına imza attığı sözleşmelerde yasak bir sorgu yöntemi olarak belirlenmiş. Oysa bu devletin İçişleri Bakanı bir operasyonla ilgili olarak “Yakalarsanız lime lime edin, talimatını verdim” diyebiliyor.

Ya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış, AİHM’nin yetkilerini tanımış olmasına rağmen T.C devleti Selahattin Demirtaş kararını uygulamayabiliyor. Çok sayıda sivil siyasetçi Osman Kavala, Ahmet Altan, Selçuk Kozağaçlı sadece düşünceleri nedeniyle uzun yıllardır cezaevinde kalabiliyorlar.

Kadınlar, her gün erkekler tarafından katledilirken devleti yönetenler İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açabiliyorlar.

Gökhan Güneş, kendilerini “Görünmeyenler” olarak tanıtan kontra güçler tarafından kaçırılıp işkence edilerek bırakıldı. Cemaat mensubu olduğu iddia edilen çok sayıda kişinin kaçırılmasının ardından kendilerinden haber alınamamış.

Gerçekten 30 yıl boyunca, 90’larn en kötü günleri de dahil kendimi bu kadar “öngörüsüz ve yalnız” hissettiğim bir dönem olmadı.

Hukuksuzluğun en derin halini yaşıyoruz. Ama vazgeçecek miyiz? Asla! Çünkü biliyoruz, dünyayı direnenler değiştirir!

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin Gündemi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

(Yazarımız makalesi ilki Yenim Yaşam Gazetsinden yayınlamıştır https://yeniyasamgazetesi2.com/hukuksuzlugun-en-derin-hali/)