Yağmur usul usul çalıyor baharın son şarkısını.
Masalla, rüyadan arta kalanlar arasında bir yerde duruyorum. Yıpranmış, çıplak kalsa da kimsenin dönüp bakmayacağı bedeniyle uyumuyor, uyutmuyor gece. Aynada yüzüme takılıyor gözlerim, dudağımın kenarında sızı. Mesutları bu kadar az memlekette ertelemeden, kırılmadan yaşamak? Sessizce yüreğin duvarlarını sıvamak ...
İnsanı insandan koparan dünyada, ne ki mutluluk? Koynumuzda sakladığımız, görmezden gelinmiş nice inceliği tekrar tekrar bağrımıza basmamız değil mi çoğu zaman? Ya içimize bir taş gibi oturan yalnızlığın ağır aksak büyüyüşü. İnsan olmaya çabaladığımız günden beri yolumuzu gözleyen keşkelerimiz? Daha güçlü, daha büyük bir bütünün parçası olamayınca; küçük, yolunu şaşırmış uyumsuz bir şey mutluluk. Beklenti ve yaşanılan arasında kalan satırlar. Biraz ileri gitsek ya Tanrı'nın işine karışmış oluyoruz ya iktidarların. Üstelik bizden çok hızlı ve güçlüler. Çabamız zirvesine ulaştığında yorgun düşüyoruz . Sonra yeniden başlamak, başlamanın ısrar etmek olduğunu öğretmişler. Canımızı okuyuncaya kadar hep baştan başlıyoruz. Niye okuyoruz da dinlemiyoruz canı oysa?
Yağmur usul usul çalıyor baharın son şarkısını.
Nazım Bey göründü Talat Bey sokağın köşesinden. Babası çok kızdığı için eve yaklaşırken tövbekar. İnce belli bardakta yuvarladığı beyaz şerbeti bir de vatansız şairin şiirlerini çok seviyor. Kabul gören şeylerle barışık değil. Hiç yaşlanmayacak bir korkusu var, kimsesizlik. Altı aylıkken kaybedince annesini, büyüdüğü evin arka bahçesinden bile korkmuş. Oysa el bebek gül bebek büyütülmüş. Ortaokul yıllarında iyi yetişsin diye İstanbul'un köklü ailelerinden birinin yanına okumak için yerleştirilmiş. Cebinde o günlerden miras küçük bir not defteri, gerçeğiyle düşü arasındaki şeyleri orda karalıyor.
Karşı komşumuz, iyi geceler, diyerek gözden kayboluşunu izliyor Nazım Bey'in. Uzun boyu, zarif elleriyle çekici kadın Firdevs Abla. Duvar kağıtları sökülmüş kagir bir evde oturuyor. Sevgilileri hep hüsran. Çok sigara içiyor. Tezgahlar, müşteriler, onları mutlu mutsuz eden kıyafetler arasında yaşlanıyor güzel kadın. Gerçegiyle düşü arasında dumanlı gözyaşları.
Aç ve soluksuzum. Senin kızı bana ver, diyen İlya Amca'ya üşümüşsünüz daha fazla ayakta kalmayın, diyor babam. Arnavut kaldırımlı soğuk sokakta; kırmızı mantolu, sarı saçlı kız babasının sıcacık ellerinde yokuş aşağı yürüyor. Sokağın tadı kaçıyor sonra, İlya Amca'yla Vitali gidiyor.
Yağmur usul usul çalıyor baharın son şarkısını.
Anneannemin odası gece vakti reyhan kokuyor
Yıldız avladığım saatler sarışın bir gün olmak için sabaha eriyor...