21 Şubat: Ana Dilleri İçin Mücadele Günü Geçen günlerde Elazığ depreminde bir sağlık görevlisinin Kürtçe konuşması gündem oldu. Nasıl gündem olmasın! Hayatta kalmada dilin önemini ortaya çıkaran bir konuşmaydı.
21 Şubat: Ana Dilleri İçin Mücadele Günü
Geçen günlerde Elazığ depreminde bir sağlık görevlisinin Kürtçe konuşması gündem oldu.
Nasıl gündem olmasın! Hayatta kalmada dilin önemini ortaya çıkaran bir konuşmaydı. Enkaz
altında kalan kadına Kürtçe seslenerek onun hayatta kalmasını sağlayacak son derece hayati
talimatlar veriyordu. Kadına kendi anlayacağı dilden seslenmese kadın orada hayatını
kaybedebilirdi.
Bu olay anadilin, ana dilde eğitimin, kamuda çok dilliliğin önemini bir kez daha açığa çıkaran
bir örnekti. Bunun gibi hayati önem taşıyan bir çok örnek sıralanabilir. Mesela yangın, sel,
çığ, fırtına vb gibi doğa olayları, uçaktaki anonslar, trafik işaretleri ve kazalar, hastaneler,
turizm vb. vb. sayılabilecek bir çok alanda anadilde bilgilendirmeler, talimatlar, uyarı ve
ikazlar, eğitici öğretici tanıtım levha ve broşürlerinin çok dilli ve yöre dilleri ile olması,
kamunun bu çok dilliliğe göre kendini organize etmesinin önemli olduğunu bildiren
olaylardır.
Bunların hiçbiri Türkiye’de yok. Anadili yasaklamanın yanlışlığı bu görünür örneklerle sınırlı
değil. Devletler açısından ana dili yasaklamanın, ana dilde eğitimin önünü yasa ve anayasa
ile kesmenin nedenleri daha derinlerde yatar.
Bir defa ana dili yasaklayan, çok dillilik yerine tek dili, kültürler yerin tek bir egemen kültürü
zorunlu yapmak sömürgeci amaçlara hizmet ettiğinin tarihi örnekleri vardır. Sömürgeciler dili
yok etmekle, o dili konuşan halkı da yok sayıyorlardı. Halkı dili ile birlikte kendi köleleri,
hizmetçileri durumuna getiriyorlardı. Dili tanımamak ve inkar etmek fiziki olarak o halkı
tanımamak ve yok etmekle eşanlamlı idi.
Halkların direnişi ve mücadelesi öz olarak dil ve kültür mücadelesidir desek bu mücadeleyi
küçültmüş olmayız. Çünkü ulusun, halkın, yerel etnik yapının varlığı, dünyayı kavrayışı o
dilin ve kültürün içinde vücut buluyordu.
Demokratik insanlık bu gerçeği ikinci dünya savaşı yıkımından sonra fark etti. Sömürgecilik
sistemi çöktü. Dilleri ve kültürleri inkar etmek, kültürel soykırımı uygulamak insanın ve
toplumun çıkarına olmadığı anlaşıldı.
UNESCO ana dilin önemine vurgu yaparak insanlığın ilerlemesi için ana dilin önemine dikkat
çekmeye çalıştı. 2000 yılında 21 Şubatı ana dil günü ilan etti. Bununla insanlara, toplumlara
ve devletlere bir mesaj vermek, hatırlatmalarda bulunmayı amaçladı.
Neydi bu?
UNESCO Genel Direktörü Audrey Azoulay, geçen yıl yaptığı bir değerlendirmede ana dil
günü için şöyle diyordu: "İçinde bulunduğumuz 2019'un Uluslararası Yerli Diller Yılı
olmasından dolayı, bu yıl Uluslararası Ana Dil Günü'nün teması, kalkınma, barış ve
uzlaşmanın bir faktörü olarak yerli diller olacaktır." dedi.
"UNESCO için, her anadil toplumsal yaşamın tüm alanlarında bilinmeyi, tanınmayı ve daha
fazla öne çıkmayı hak etmektedir fakat bunlar her zaman gerçekleşmeyebilir”
UNESCO yetkilisi toplumlar için önemli olan barış, güvenlik ve kalkınmada anadilin önemini
vurgulaması önemlidir. Sadece bu da değil, ana dil kimliğin, kişiliğin ifadesidir.
UNESCO yetkilisi bunu şöyle dile getirir:
"Anadil, okuryazarlık için hayati öneme sahiptir, çünkü öğrencilerin okul yaşamlarının ilk
yıllarında temel okuma ve yazma becerilerinin yanı sıra temel sayısal becerilerin edinilmesini
de kolaylaştırır. Bu beceriler kişisel gelişim için temel sağlar. Anadil, yaratıcı çeşitlilik ve
kimliğin benzersiz bir ifadesi ayrıca bilgi ve yenilik kaynağıdır."
Bu konuda bir veri sunar:
“Öğrenicilerin anadillerinin, okulun ilk yıllarında nadiren öğretim dili olduğu belirtilen
UNESCO verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ı konuştukları veya anladıkları
bir dilde eğitime erişemiyor.
"Bu durum, anadil ile verilen komutların öğrenmeyi kolaylaştırdığını ve diğer dillerin
öğrenimine yardımcı olduğunu gösteren çalışmalara rağmen devam etmektedir.”
UNESCO verileri yok olmaya yüz tutan dillere vurgu yapar her yıl. Tedbirler önerir. Ana
dilin bir insan hakkı ve toplumun kollektif hakkı olmasından hareketle BM üyesi devletlere
çağrı yaparak ana dilin önündeki engellerin kaldırılması için çağrılar yapar. Ekonomide ve
siyasette demokratik atılımlar yapan devletler ana dilde eğitimi önündeki engelleri kaldırarak
bu gelişimlerini sürdürmeyi başarmışlardır. Ancak bunu yapmayan devletler de hala varlığını
korumaktadır.
Bunların başında da Ortadoğu ulus devletleri gelmektedir. Türkiye, İran, Suriye, Arabistan vb.
gibi. Bu devletler hala dili yasaklamaktan geri durmamaktadırlar. Halen asimilasyon
politikaları ile dilleri ve kültürleri yutmuş bir dinazor gibi yıpratıcı ve yıkıcı olmaktadırlar.
Ortadoğu’da 40 milyon nüfusu ile en kalabalık halk olan Kürtlerin konuştuğu Kürtçe, bu
devletlerin kıskacında var olma mücadelesi vermektedir. Kürtlerin dili ile ulus ve halk olarak
varlıkları birbirine bağlı olarak var olmanın somut bir örneğini sunmaktadır. Dili varsa ulusu
da vardır. Dili yoksa ulus da yoktur, ikilemi günümüz dünyasında en fazla Kürtler için
geçerlidir.
Türkiye hükümetlerinin dil, ana dil ve kültürel çoğulculuk konusunda izlediği politikalar tam
bir 20 yüzyıl klasiğidir: İkiyüzlü, ırkçı, inkarcı ve asimilasyocudur. Hükmettiği dilleri ve
kültürleri Türk uluslaşmasının alanı olarak kabul eden hükümetler, tüm yasa ve anayasasında
tek dili, tek kültürü öne çıkarır. Demokrasiyi dil ve kültür eşitliği ve özgürlüğünü öngören
uluslar arası anlaşmalarda da ilgili yerlere, bu politikaları doğrultusunda, çekinceler koyan
tek ülkedir.
Diğer bir çok dil ve kültür bu asimile edici politikaya karşı direnemezken Kürtler belki de
corafyasının asiliği ile orantılı olarak kendi dilinde ve kültüründe ısrar etmesi ve bunun için
mücadele etmesi sayesinde Kürt dili ve kültürü 21 yüzyılda da varlığını ve önemini korumayı
başarmıştır.
Ama hala dile ve kültüre yönelik tehdit sonlanmamıştır. Asimlasyon politikasının son devam
ettiricisi AKP hükümetleri tarihte görülmemiş çok yönlü saldırı ile Kürt halkının dilini,
kültürünü, tarihsel varlığını, edebiyatını, sanatını yok etmeye çalışmaktadır. Bunu sadece milli
misaki sınırları içinde değil, diğer parçalarda ve uluslar arası diplomaside de temel politika
haline getirmiştir. Kürtlerin dilini kültürünü, edebiyatını ve sanatını elinden almak, onu
Türkleşme alanı yapmak aynı zamanda Kürt halkına ve ulusal varlığına son vermek demek
olduğunu iyi bilen ulus devlet hükümetleri bu politikalarında ısrar etmektedirler.
Bu gerici ve ırkçı politikaların zamanı geçmiştir, doğru. 21 yüzyıl dillerin ve kültürlerin bir
çiçek bahçesi gibi bin bir renk ve çeşitlilik ile açıldığı bir çağdır. Bu da doğru. BM’e bağlı ,
Bilim, Külür örgütü olan UNESCO son yirmi yıldır 21 Şubat gününde ana dile, ana dilde
eğitimi öne çıkaran çağrılar yapıyor. Ana dilde eğitimin bilim, kültür kalkınma ve barış için
ne kadar önemli, olduğunu vurguluyor. Bu da doğru. Ama devletler bunu dikkate almaz.
Zaten almıyor da.
Bu sebeple dile sahiplik etmek, onu konuşma ve yazma dili haline getirmek, dili ve kültürü
yaşamın her alanına hakim kılmak her şeyden önce halkın ve ulusun tek tek bireylerine düşer.
Sanatçı ve edebiyatçılar kendi halklarının dili ve kültürü ile edebiyatlarını ve sanatlarını var
ederken, halk da dillerini en üst düzeyde ve bilerek, onu her türlü bireysel çıkarın üstünde
tutarak, günlük yaşamın kaygılarından uzak ulus bilinci ile, aidiyet bilinci ile diline sahip
çıkmasını başarması gerekmektedir. BM, UNESCO vb gibi kurum ve kuruluşların yardımı,
çağrısı iyi niyetten öteye geçmiyor. Kimse bize ana dilimizi, kültürümüzü veremez. Ana dilde
eğitimi de veremez. Ancak biz, kendimiz, ezilen halklar kendi dillerine ve kültürlerine sahip
çıktıkları oranda bu kurumları desteğini ve pozitif yardımlarını yanlarında bulabilirler.
2020 yılı geçtiğimiz ocak ayında Amed de toplanan dil ve kültür çalıştayı sanırım bu tespit
üzerine toplandı. Kürt yazar ve siyasetçileri, dil bilimci ve kültürel kurumlardan kişilerin
katılımı ile toplanan çalıştayda bu konu tartışıldı. Ve önlerine bir çalışma programı koydular.
Bu, halk içinde çalışma programıydı. Dil ve kültür konusunda duyarlılık yaratmak, dili öne
çıkarmak, dil ve kültürün varlığının halk olarak var olmak ile doğrudan bağlantılı olduğu
gerçeğini vurgulamak temel gündemdi.
Dile ve kültüre sarılmak halk ve ulus olarak biz Kürtlerin son sığınağıdır desek abartmış
olmayız. Ana dil ile ifade ediş tarzındaki derinliğe ulaşmak, kişiliğin doğru gelişmesine
hizmet edeceği kadar ulusal ve evrensel duruşun da temelini oluşturur. Ermeni Şair şu dizeleri
boşuna yazmamıştı: Nereye gidersek gidelim, hangi göğün altına yaşarsak yaşayalım, insan
olmayı unutsan bile ana dilini unutma… Bu dizeler biz Kürtler için çok geçerli…
21 Şubat dünya ana dilleri için mücadele günü.
Ziman û Çand Stareya me ya herî dawî ne.
Di wê rojên erdhêja Xarpûtê de axaftina peywirdara dewletê ya bi kurdî, bu rojeva sereke. Axaftineke jiyanî bu. Jinê ku di bin xirbeyê de mabu re, rê û rêbazên xelas buyina ji wê derê, bi zimanê wê digot. Heke, bi zimanê ku wê fêm dike deng nekira, dibe ku jinikê jiyana xwe ji dest daba.
Ev buyer mînakeke girîngiya zimanê dayikê, perwerdehiya bi zimanê dayikê û di fermiyetê de pir zimanî bu.
Lê bele, li Tirkiyeyê axaftin, perwerdehî û xizmeta fermî yên bi zimanê dayikê, qedexe ne. Sedema vê ya nepenî heye: nenaskirina ziman û çanda gelan, nenaskirina hebuna wan e jî!
Heke em di vir de bêjin ku, ‘tekoşîn û berxwdana gelan, bi esasî, tekoşîna ziman û çanda xwe ne’nayê wê wateyê ku em vê tekoşînê biçûk û bê qîmet dikin. Ji ber ku, giyana wê gelê, hebûn û têgihiştina cîhanê ya wê gele di nava ziman û çandê de veşartî ne.
Saziya zanist û çand UNESCO ya girêdayî YN ye, ji bo bale bikşîne li ser zimanê dayikê, roja 21ê Sibatê roja tekoşîna zimanê dayikê îlan kir. Bi vê yekê ve xwestin ku mirovan, cîvakan û dewletan ji bo zimanê dayikê hişyar bikin.
UNESCO nişan dike ku li ser aşîtîya cîvakê, pêşketin, ewlehiya cîvakê de rist û rola zimanê dayikê pir heye û girînge.
UNESCO dewletan hişyar dike. Lê berpirsê dewletan vê hişyariyê nagre berçavan. Di serî de dewlatên Rojhilata Navîn, weke Tirkiye, Erebistan, İran, Surî û hwd. Ev dewlatan hê jî ziman qedexe dikin. Dêv jê polîtîkayên bişavtinê bernedane.
Li Rojhilata Navînê, Kurdên Kurdîaxêv bi 40 milyon zêdetir nifusa xwe ve hê jî di bin zext û zorê van dewletan de, ji ziman û çandê xwe bêpar in. Di vir de rastiyeke derdikeve pêş: heke ziman û çand hebe gel û netewbuyin jî heye. Ziman tune be gelbuyin jî tüneye! Ev rastî bo me kurdan gelek derbasdar e.
Di derbarê zimanê dayikê û pirçandîtî de, hemu polîtîkayên hikumetê Tirkiyeyê, tam qlasîka sedsala 20.mîn in. Durûtî, nijandî, înkarker û bişaftinî ye. Ji aliyê lihevkirina navnetevê, heke li gor vê polîtîkayê nebe, îmze nakin û usa dihêlin.
Raste, dema van polîtîkayên nijadî derbas buye. Sedsala 21. bi her reng û cureyên xwe ve sedsala çand, huner û ziman in. Ew jî raste. Ji bo vê UNESCO dixebite, lê dewletan vê rastiyê nade ber çavan.
Ji ber vê, kes dê nikaribe ji me re ziman û çandê bide me. Perwerdeya bi zimanê dayikê jî kes nade me. Heke em bixwe ziman û çanda xwe re xwedî derkevin, wê çaxê piştgiriya saziyên cîhanê jî dê gel me be.
Meha borî li Amedê, bi beşdariya zimanzan, nivîskar, siyasetmedar, berpirsên saziyên ziman û çand ve komxebatek hat li dar xistin. Di vê komxebatê de rewşa ziman û çanda Kurdî hate niqaş kirin. Û bernameyeke dan berxwe. Armanca vê bername bi yek hevokê ev bû: Hebûna gel û netew girêdayiya hebûna çand û ziman e!
Xwedî derketina ziman û çand stareya me ya herî dawî ne.
Heke em bi layiqî zimanê xwe re xwedî dernekevin em jî weke ew kesên ku di bin xirbeya erdhejê de mane, bibin. Encax zimanê ku jê fêm dikin dê me xelas bike. Ev rewş dibe ku mecazî be, lê rastiya me hê trajîk e.
21 ê Sibatê, roja tekoşîna zimanê dayikê ji hemû kes û gelen di bin xetereyê de ne re pîroz be!