Görsel: haniotika-nea.gr
Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı
20. yüzyılın ikinci yarısında dünya hareket halindeydi. İşçiler ve emekçiler de hareket halindeydi.
Ekonomik/sendikal, demokratik mücadele ve siyasal hak talepleri için mücadeleye bağlanır, işçi sınıfı iktidarına özel bir vurgu yapılırdı.
Bu da onların devrimci mücadele perspektifli ‘demokrasi okulunda eğitimi’ açısından ufuk açıcı olurdu.
Ancak 1970’li 80’li yıllardan itibaren geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelerde on yıllar içinde askeri darbelerle kurulan baskı rejimlerine, makineleşmenin bir evrimi olarak otomasyon süreci eşlik edince, işçi sınıfının ve emeğin devlet ve sermaye sınıfı üzerinde yaptırım gücü zayıflayacaktı.
Klasik işçi sınıfı ve otomasyon
Otomasyon teknolojisi klasik işçi sınıfının emeğine olan ihtiyacı sınırlıyor, beyaz yakalılar ya da kafa emekçileri olarak adlandırılan eğitimli sosyal sınıf katmanını öne çıkarıyordu.
Büyük patronlar otomasyon üzerinden, üretim maliyetini ucuza mal ediyordu.
İşçilerin, ücret, iş koşulları ya da başka bir sendikal hak talebi için direnişe geçmesi halinde, üretim merkezleri ülkelerin ve dünyanın daha elverişli bölgelerine taşınıyordu.
Bu gelişme işsizliğin önemli bir kaynağı oluyordu.
İşsizlik dünya ölçeğinde devasa ölçülerde büyüyor, kapitalizmin işçileri açlıkla terbiye etme ve emek mücadelesinden uzak tutmasının bir yöntemi oluyordu.
En meşru haklarını talep eden işçilere kapı gösteriliyordu.
Patronlar rahattı… Derece farklılıkları ile neoliberalizm hâkim ekonomi politikaydı.
Ekonomik istikrar adına devlet patron çıkarlarının bekçisiydi.
Muhalefet zayıftı. Ağır sömürü koşulları altında çalışmaya hazır sayısız işsiz yurttaş hazırdı.
Bilindiği üzere ileri kapitalist ülkelerdeki işçilerle, geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelerdeki işçilerin iş koşulları aynı durumda değildi…
İleri kapitalist ülkelerdeki işçilerin toplam nüfusa oranı görece düşüktü. Üretimden gelen güçleri zayıfladığı oranda reel ücret düşüklüğü ve işini kaybetme baskısı altında kalıyorlardı.
Otomasyonun, asıl bu ülkelerin üretim sürecinde kullanılması, üretimin ve işsizliğin başka ülkelere taşınması tehdidinin temeliydi.
Geri kalmış ve kalkınmakta olan ülkelerde ise, otomasyon sürecinin hızı daha düşük olduğundan işçilerin toplam nüfusa oranı göreceli fazla oluyordu.
Bu ülkelerde ücretlerin görece düşük olması ve sendikal hareketin zayıflığı, dünya üretiminin önemli ölçüde bu ülkelere taşınmışına neden oluyordu.
Bu ülkelerde temel gelir de içinde sosyal haklar mücadelesiyle, nispi refah ve demokratikleşme koşulları sağlanabilir miydi?
En azından bu taleplerin ileri kapitalist ülkeler düzeyinde karşılanması mümkün görünmüyor.
Tarihin bu aşamasının özgü koşullarında, 1950-70 yıllarının nispi sosyal devlet koşulları da mümkün görünmüyor.
Ancak ekonomik verimlilik artışları ile işçilerin etkin bir mücadelesinin çakışması halinde -nispi- reel ücret artışları, çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb. sosyal kazanımlar elde edilebilirdi.
İşsizlik ve üretimin başka bölgelere taşınması gibi tehditlerin varlığı, bu kazanımları oldukça sınırlı tutacağını da bir kenara yazalım.
Beyaz yakalılar
Ekonomik ve sosyal haklar, temel gelir ve eski refah devletine dönüşün maddi olanakları bu ülkelerde olsa da bunun mücadelesini verecek sınıflar veya sınıf katmanları yok denebilir.
Ancak bu doğru olmaz.
İleri kapitalist ülkelerde görece büyük sayıda bir beyaz yakalılar sınıf katmanlar var ve olanakları ölçüsünde sınıf mücadelesini üstlenme potansiyelleri de var.
Nitekim nispi ölçülerde de olsa mücadelenin akışı böyle oluyor.
Son dönemlerde ileri kapitalist ülkelerin toplumsal/siyasal mücadelelerin odağında o ülkelerdeki beyaz yakalılar var.
Direnişin toplumsal sınıf katmanları beyaz yakalılardan ibaret değil; eğitimli ve az eğitimli işsizler, klasik işçi sınıfı katmanları, sarı gömlekliler, çevreciler, kadınlar vd. toplumsal katmanlarını bu bütünlük içinde değerlendirmek gerekiyor.
Başka bir nokta, beyaz yakalılar ve eğitimli işsizler, kendi ekonomik talepleri yanısıra, siyasal içeriği ağır basan anti kapitalist - küreselleşme karşıtı taleplerde de bulunuyorlar.
G7, G20, IMF gibi örgütlerin yıllık toplantılarının yapıldığı yerlerdeki gösterileri, Gezi vb. olayları anımsayalım.
Onlar klasik işçi sınıfı içinde olmamakla birlikte, yeni zamanlarda emeğiyle yaşayan emekçilerdir…
DAHA FAZLA OKU
Geleceğe güvenli 20. yüzyıldan, belirsizliklerin 21. yüzyılına... Koronavirüs öncesinde, kapitalizmin geleceği nasıl görünüyordu? (1)
20. yüzyılın sonları, sosyal devrime karşı, "neoliberal devrim!" (2)
Beyaz yakalıların çelişkisi
İleri kapitalist ülkelerdeki sosyal haklar ve nispi refah koşullarını ele aldık.
Her şeye rağmen ileri kapitalist ülkelerde, yüzyılın başından itibaren beyaz yakalılar ya da kafa emekçiler gündemi belirleyen olarak ön plana çıkamıyor.
Ön plana çıktıkları eylemlerde de, dünya veya ülkeler çapında gelir dağılımı eşitsizliği, çevre sorunu, neoliberalizm, küreselleşme, feminizm, çalışma saatlerinin azaltılması, temel gelir, antikapitalizm vb. iç içe geçiyor ama bu sorunlardan birinin istikrarlı hakim tema olduğunu göremiyoruz.
Bu muhtemelen dünya demokratik muhalefetinin istikrarlı bir sürekliliği olmayan, an itibarıyla ortaya çıkan sorunla ilgili iktidarı protesto etme şeklindeki mücadele biçiminin bir sonucu…
Elbette ki mücadelenin bu biçimini reddedemeyiz.
Hiçbir demokratik mücadele biçimi ilke olarak reddedilemez.
Ancak ortaya konulan taleplere uygun örgütlenme ve çalışma biçimi zorunluluğu göz ardı edilirse sonuç da alınamaz.
‘Göz ardı’ edilen bu!
İtiraz ve protesto hareketleriyle sınırlı, salt sivil toplumcu modeller tercih ediliyor.
Dolayısıyla her defasında kapitalizm, -nispi- iç yenilemelerle kendini takviye ediyor ve sürüyor.
Yukarıda bir kısmı aktarılan talepler değerlendirildiğinde, ‘çalışma saatlerinin azaltılması’ ve ‘temel gelir’ gibi işçi ve emekçi sınıfların yaşamına dokunan iki talep var, ancak onlar da arka plana atılmış.
Antikapitalist mücadele deneyimleri...
Bunun temel bir nedeni 20. yüzyılda emperyalist-kapitalist sisteme alternatif olarak ortaya çıkan sosyalizmin bir biçiminin kaybetmesi ve henüz küllerinden kendini yaratamayışıdır.
Sosyalizm, kapitalizmi aşma potansiyeli taşıyan, gelişmiş insanın ve gelişmiş bir toplumun yaşayış biçimidir de.
Ancak ileri kapitalist ülkelerde bu yönlü mücadele şimdilik Dünya sosyal formu olsun, yatay ilişkilere ve ağlara dayalı demokratik örgütlenmeler olsun, etki alanları sınırlı sosyalist örgütler olsun verili örgütlenme ve mücadele tarzlarıylakapitalizmi aşamıyorlar.
İleri kapitalist ülkelerden doğru, bu ve benzeri sol, demokratik hareketlerin merkeziliği ilke olarak retçi, yatay ilişkilerci, gevşek katılımcı ve protestocu tarzlarının sınırlılığı belirgin…
Bu deneyimlerin yanı sıra başka deneyimlere de bakmalı…
Tarihin ironisi, ateşi bu kez de sömürge dahi olamayan statüsüz bir halk mı yakıyor? Rojava devrimci demokrasisi bu yönlü arayışın bir ürünü…
Zapatistler, yıllardır Amerikan kapitalizminin burnu dibinde özgünlükleriyle kendini var ediyor.
20. yüzyıl sosyalizmi deneyimlerini de öyle bir çırpıda toptan ‘tu taka' etmemeli...
İşte Küba halkı bütün kuşatma ve ambargo koşullarına karşı “eski” kavramlarımızı güncelleyerek, on yıllardır bitmeyen bir özgüven ve enternasyonalist ruhla direniyor.
Elbette ki bütün bu ve benzeri gelişmelerin sınırları var.
Ancak hiçbir şey boşuna yaşanmıyor.
Her deneyimden öğrenilecek şeyler var.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
©