Hukukçu Eylül Yaylacı, bugünkü köşe yazısında 'Kadınlar Özgürleşmeden Hiçbir Toplum Özgürleşemez' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

 Kadınlar Özgürleşmeden Hiçbir Toplum Özgürleşemez.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Üzerine;

Toplumun her anlamda bir yozlaşmaya doğru gidildiği ve dolayısıyla devletin kurumlarıyla birlikte bir çürüme yaşadığı günümüz koşullarının gölgesinde kadınlar, mevcut rejimin birincil mağduru olarak 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele gününü kutlamaya çalışıyorlar.

Bilindiği üzere kadın sorunu temelde bir erkek sorunudur ve erkekler bunu kendilerine dert etmedikleri sürece bu durum sorun olarak yaşanmaya devam edecektir. Üzücü olan ise, kadının eşitlik ve özgürlük yolundaki kadim mücadelesini erkekler teorik düzlemde doğru olarak kabul etseler de, pratik hayatta gelenekçi tutumlarındaki ısrarlarıdır.

Erdoğan her ne kadar zamanında, “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar olamadık” sözünü sarfetmiş ise de, bu sözü söylediği 2017 yılından bu yana hem yönetim kademesinde hem de toplumda yaşanan yozlaşmanın etkisiyle gelinen aşamada, aynı zihniyetin sadece siyasi iktidarla sınırlı kalmadığını, sosyal ve kültürel alanlarda da iktidar olduğunu ne yazık ki göstermiştir.

Öte yandan toplumu dinsel gericilikle kuşatan iktidarın kadın özgürlüğünü sınırladığı doğru ise de, önceki tüm yönetimlerde de farklı bir durum olmadığını biliyoruz. Çünkü sözkonusu kadınlar olunca çok da birbirlerinden bir farkları olmuyor.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği denilen durum, ne sadece Türkiye’de yaşanan bir şey, ne sadece bugün konuşulan bir mesele ne de sadece bir anda ortadan kalkacak bir durumdur. Dolayısıyla bu alandaki değişim ve dönüşümleri normalleştirmek gerekir ki hayatın olağan akışındaki olumluya doğru gidiş süreci işletilebilsin.

Kadına yönelik şiddet, BM Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi tarafından “kadına, kadın olduğu için yöneltilen veya orantısız biçimde kadınları etkileyen şiddet” olarak tanımlanmaktadır.

Kadına yönelik şiddet; ister kamusal alan ister özel alanda meydana gelsin kadınların fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine ve onurunun zedelenmesine yol açmaktadır.

Günümüzde kadınlar, yasalar ve uluslararası sözleşmelerde yapılan düzenlemeler ile eşit haklara sahip olmalarına rağmen, haklarını talep etmelerinde veyahut bu haklarını kullanmalarında çok yönlü engellerle karşılaşmaktadırlar.

İktidarın yüzünü medeni dünyaya döndüğü ve batılı değerleri öncelediği dönemde, 2011 yılında İstanbul Sözleşmesinin hem de kurucu ve ilk imzacı ülke olarak üyesi olmuş ancak sonradan “Dünya 5’ten büyüktür” siyaseti ile yüzünü Ortadoğu’ya dönmüş ve 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi'ni feshetmiştir.

İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasının ardından, koruyucu mekanizmaların yaptırım uygulamamasının kadın cinayetlerinde artışa neden olduğunu görüyoruz. İktidarın kadın politikasızlığının bir yansıması olarak kadın cinayetleri ve cinayet şekilleri artarak hayatımızın içinde çok geniş bir yer kaplamaktadır.

Öyle ki, Dünya Ekonomik Formu cinsiyet eşitsizliği 2023 raporuna göre, 146 ülke arasında Türkiye’nin 124. sırada olması ve ülkede son 9 ay içerisinde 295 kadın cinayetinin işlenmiş ve 184 şüpheli kadın ölümünün gerçekleşmiş olması, durumun vahametini anlamak açısından önemli verilerdir. Bu veriler kamuoyu ile paylaşılan sayılardır, resmi rakamlar bunun kaç katıdır kim bilir! Çünkü Devletin resmi verileri paylaşmak konusunda bilinçli olarak şeffaf davranmadığı kamuoyunun malumudur. 

Son zamanlarda Kadın cinayetlerinin arttığını ve biçim ve boyut değiştirdiğini görüyoruz. Aslında kadının boşanmak istemesi, çalışmak istemesi gibi kendi hayatına dair bir karar alması, erkeğin bunu şiddetle bastırmasının gerekçesi haline geliyor. Bunun sebebi toplum olarak “Aile Birliği” odaklı düşünülmesi ve eşitlikçi ilişkilerin geliştirilememesidir. Bu durumun da erkekleri cesaretlendirdiği bilinen bir gerçektir.

Peki uygulamada çok sık duyduğumuz 6284 nedir?

“Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”

Ülkemizdeki yaygın anlayışa göre kadın genel olarak; iffeti, ahlâk anlayışı, analık duygusu, kocasına sadakati vb özelliklerle “makbul kadın” olması gerektiği kabul edilegelmiştir.

Öyle olunca da, bundan güç alan erkek egemenliği, hayatın her alanında ve anında görebileceğimiz bu şiddetin kaynağını oluşturmaktadır. Erkek tarafından ev içinde kadına yöneltilen şiddet, sadece kadına değil çocuklara da hem fiziksel hem de ruhsal olarak zarar vermektedir. Tabi kadına yönelik şiddet derken genellikle fiziksel şiddet çağrıştırılıyor ise de, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet davranışlarının da çok yaygın şekilde yaşandığını biliyoruz.

Zaten var olan bir şiddet döngüsünden rahatsız olan ve buna maruz kalan kadınlar, önlem almak adına o kişiden uzaklaşmaya çalıştığında ne yazık ki yanında devletini ve koruyucu mekanizmaları göremiyor.

Kadına şiddete dur demenin bir yolu da kadının ekonomik olarak güçlenmesi demektir.

Kadına verilen değer; her türlü fayda ve beklentinin ötesinde, insan haklarının bir gereğidir. Dolayısıyla kadının saygınlığını ve itibarını korumak, herkes için bir insanlık görevidir. Kadının toplum içindeki saygınlığı, itibarı ve etkinliği, gelişmişliğin ve medeniyetin de bir göstergesidir.

Kadınlar, bugün ve her gün daha güvenli bir dünyada insan onuruna yakışır, şiddetten uzak ve eşit bir hayatı hak ediyorlar. Unutmayalım ki, “Kadına Yönelik Şiddet İnsanlığa İhanettir”. Kadına yönelik şiddetin bahanesi olamaz. Kadına Şiddet Suçtur!

“Hayatımızdan ve haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz” diyen kadınların onurlu mücadeleleriyle dayanışma içinde olmaya ve kötülüğün normalleşmesi değil iyiliğin örgütlenmesine ihtiyacımız var.

 

Son olarak Kürt Kadın Hareketinin, Türkiye’deki genel kadın mücadelesinin en önemli dinamiği olduğunu, kadın hareketinde özgün niteliği ve aktif yapısıyla ön açıcı bir etkiye sahip olduğunu ve mevcut kadın kazanımlarında çok büyük bir paya sahip olduğunu kabul etmek ve bu anlamda hakkını teslim etmek gerekir.

JIN JİYAN AZADİ