Hukukçu Eylül Yaylacı, bugünkü köşe yazısında 'Dünyada ve Türkiye’de öngörülemez liderler trendi!' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE ÖNGÖRÜLEMEZ LİDERLER TRENDİ!
Son bir ayda içeride ve dışarıda yaşananlar arasındaki paralellik, sanırım yeni dünya siyasetindeki yönetim ve siyaset anlayışındaki benzerlikleri de ortaya koymaktadır.
ABD başkanlığını Trump'ın kazanmasından sonra kendisi hakkında, "eylem ve söylemleri bakımından öngörülemez biri" değerlendirmeleri çokça yapılmaktadır.
Ülke içinde de son günlerde tartışılan Kürt açılımı konusunda, gerek Erdoğan gerekse Bahçeli'nin son derece öngörülemez bir tavır içerisinde hareket ettikleri herkesin ortak kanaati haline gelmiştir. Daha önceki çözüm sürecinde karşı çıkan ülkücü/milliyetçi bir parti başkanının, bu sefer en üst perdeden sözleri, aynı öngörülemezliğe örnek gösterilebilir.
Her ne kadar, "ABD’daki kurumsal yapı çok sağlam olduğu için Trump değil kim gelirse gelsin devletin kararları değişmez" şeklinde bir ön kabul var ise de, Trump gibisabahtan akşama değişebilen insanların başkanlık yetkileri ile yapabildiklerine yakın dönem pratikleri ile şahit olunmuştur. Yani ABD'de bile kurumların eski denetim ve denge gücünün zayıfladığının artık kabul etmek gerekir.
Naomi Klein'in; "Trump ne kadar aşırı olursa olsun bir sapma değil, son yarım yüzyılın en kötü ve en tehlikeli eğilimlerinin mantıksal bir uzantısıdır. Trump'ın yükselişi arkasındaki habis güçleri ifşa etmek ve ABD ve dünyada yükselen militarizm, milliyetçilik ve korporatizme karşı koyacak kitlesel bir hareket için cesur bir vizyonun ortaya konulması gerekiyor” analizi, benzer endişelere işaret etmektedir.
Trump'ın başkanlığı kazanmasının Kürtlerdeki etkisine baktığımızda, farklı değerlendirmelerin yapıldığını görüyoruz. Trump'ın önceki dönemde Kürtler hakkındaki konuşmasını içeren bir video bugünlerde dolaşıma sokulmuş olup bu videoda; “Kürtler harika insanlar, harika savaşçılar. Onları çok seviyorum. Onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Unutmayın ki orası onların toprağı. IŞİD’le savaşırken onbinlerce Kürt öldü. Bizimle birlikte savaştılar bizimle birlikte öldüler, bunu şahsen unutmayacağım.” şeklinde bir konuşma geçmektedir. Tabi hem Trump gibi birisinin karakteri hem de Ortadoğu'nun değişen konjonktürü nazara alınarak, Kürtlerin ABD gibi bir devletin başkanı ile dostane ilişkiler geliştirmesi için daha dikkatli ve öngörülü olması son derece önemli ve gereklidir.
Sosyal medyada; - "Trump’ın gelişi, Orta Doğu’da müesses nizamı yıkmaya yemin eden Netanyahu’nun elini daha da rahatlatacaktır. Bölgede kısa zamanda çok şey değişecek."
- "Orta Doğu’da müesses nizama son ölümcül darbenin vurulması için Trump gibi birine ihtiyaç var. Bu da Kürtler için yeni imkanları beraberinde getirecektir."
- "Ortadoğu’da daha adil bir müesses nizamın kurulması için islam devletlerinin parçalanarak küçük küçük milli devletlerin kurulması öngörülüyor." şeklindeki yorumlar bu aralar sıkça yapılmaktadır. Ortadoğu'da sınırların değişeceği ve Kürtlerin de önemli bir aktör olduğu gerçeği artık Türkiye'nin de gördüğü bir gerçek olduğu için, iktidar içeriyi güçlü kılmak adına yeni süreç başlatma zorunluluğuna girmiştir
Cumhur İttifakı tarafından başlatılan süreç her ne kadar başta bir barış/çözüm süreci olarak değerlendirilmiş ise de gelinen aşamada, iktidarın bu konuda samimi olmadığı gibi daha ziyade sürecin Cumhur İttifakının arka plandaki rekabet ve anlaşmazlıklarına berhava edildiği izlenimini vermektedir.
Son günlerde ortaya çıkan olgu, Erdoğan'ın genel plandan haberi varsa da, Bahçeli'nin "Öcalan gelsin DEM grup toplantısında örgütü lavettiğini söylesin, umut hakkından da istifade etsin" konuşmasının yapılacağından bilgisinin olmadığı ve sonrasında Erdoğan tarafından yapılan kayyum atamalarından ise Bahçe'linin bilgisi olmadığı yönündedir. Bu durum Cumhur İttifakında ciddi rahatsızlıkların yaşandığını göstermektedir.
Ülkenin batısına ayrı hukuk, doğusuna ayrı hukuk olamaz.
Yaşanmış deneyimler göstermiştir ki, bir yanda kayyum ve tecrit varken diğer yanda barış olamaz. Bir eli uzatıp diğer el ile sopa göstermek samimiyeti ortadan kaldıran eylemlerdir.
Barış meselesi samimiyet ve ciddiyet ister. İktidar kendi siyasal ikbali için Kürt meselesini yine araçsallaştırma yoluna giderse büyük kaybedeceği gibi ülkeye de faturası çok ağır olacaktır.
İktidara yakın bir kısım gazeteci ve yazarların, iktidarın aslında zayıflamış gücünü çok büyük göstermek suretiyle ve blöf siyasetiyle, Kürtleri herhangi bir itiraz veya pazarlık yoluna girmeden bu sürece teslim alma gayreti içerisinde olduğunu görüyoruz.
Örneğin ROK'un iktidar için yazdığı şu cümleler tam da buna hizmet eder niteliktedir. "Şu an mutlak bir totaliter diktatörlük yetkisine ve gücüne sahip, hiçbir konuda önünde engel bulunmayan, sınırsız otoritesi olan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Limit yok, sınır yok, hudut yok şu an Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde. Erdoğan ve Bahçeli anlaştıktan ve uzlaştıktan sonra yapamayacakları hiçbir icraat yok Türkiye’de. Türkiye tam anlamıyla bir hegemonik rejim olmakla birlikte sözüm ona muhaliflerini bile sanki yarışmacı, rekabetçi bir siyasal sistem olduğuna inandırmak yönünden de hakikaten çok başarılı bir rejim. Siyaset ve medya hayatında mükemmel bir tiyatro oynanıyor. Bu kayyum kararları alındığı gibi yarın da iptal edilebilir. Erdoğan ve Bahçeli ikilisinin yetkileri, ne Atatürk de ne de Sultan Hamid de vardı. Bu realiteyi hiç unutmadan düşünmek gerekiyor."
Bahçeli'nin önderlik ettiği “Devlet aklı", ya akıl yetmezliği içindedir ya da perde arkasında bilinmeyen çok denklemli bir oyun sergileniyor! Türkiye toplumu, Şeffaflıkla hiç tanışmayan bu iktidarın 22 yıldır bitmeyen gizemini çözmeye harcadığı enerjisini ekonomi ve demokrasiye harcasaydı herhalde bu ülke şaha kalkardı :))
Öte yandan Erdoğan'ın tehdit diliyle, sadece Cumhurbaşkanlığı süresini uzatmak için bir oyun sahnelediği yönünde de değerlendirmeleri görüyoruz. Kürtlerin son elli yıllık çetin ve kesintisiz mücadele geleneğinin böyle bir tehdide boyun eğmeyeceği de artık tecrübe ile sabittir.
Son günlerde iktidar ve muhalefetin bir kısmının, tarihte Kürtlere yaşatılan acıları savunan ve bu acı olayların tekrarlanacağını ima eden ifadelerini şiddetle kınıyoruz. Bu söylemler, tarihimizde büyük bir yara bırakmış olan bu olayların yarattığı travmaları derinleştirmekte ve toplumsal barışın altını oymaktadır. Acıları anımsatmak suretiyle tehditler savurmak, siyaset ahlakına ve insani değerlere aykırıdır.
Unutmayalım; Kürtler el çekerse geride ülke diye bir şey kalmaz. (Üstelik bu söz, Kürtlerin hepsini öldürelim diyen etrafındakilere Atatürk'ün verdiği cevaptır).
Günümüz Türkiye'sinde güç ve kudret, toplumun %85’ni bir şekilde kuşatan dört siyasal ideoloji arasında hegemonik otoriter şekilde paylaştırılmış durumdadır. Milliyetçilik, Muhafazakarlık, Atatürkçülük ve İslamcılık.
Dünya ölçeğinde seyreden bunca kötülüğün nedenlerinden biri de, toplumun ve tüm insanlığın neredeyse hücrelerine dek ayrıştırılmış olması! ve ne yazık ki bu çağ izleme çağı, herkes herşeyi sadece izliyor, bakıyor ama çok az insan "görüyor"...Gören bir avuç insanın sesi de, bunca boş beleş gürültünün hengamesinde kaybolup gidiyor ne yazık ki!
Başta ideolojiler olmak üzere, her türlü aidiyetlerden kurtulduğumuz ve eşitlik, özgürlük ve demokrasi temelinde buluştuğumuz gün, tüm bu geri yönetimlerden de kurtulacağımız gün olacaktır.
08/11/2024 EYLÜL YAYLACI
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır, Ötekilerin Gündemi'in yayın politikasıyla her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.